Sanattan Yansımalar portalindeki bu ilk yazımda sizinle, bugünlerde sıkça duyduğum 432 Hz standart akort frekansının evrenle daha uyumlu olduğu ve insanlarda pozitif etkiler bırakması konusundaki araştırmaları ve bununla ilgili düşüncelerimi paylaşacağım.
Aslında enstrümanlarımızı akort ettiğimiz frekanslar ve bunları nasıl hesapladığımız oldukça fiziksel fenomenler. Bu nedenle, öncelikle bu fenomenler ve hesaplamalardan kısaca bahsetmek istiyorum. İlk olarak, “Frekans nedir?” sorusuyla başlayalım: Bir titreşim hareketi esnasında bu titreşim hareketinin ne kadar sürede tekrar ettiğini, bu hareketin periyodu olarak tanımlayabiliriz. Bir sayısını periyoda böldüğümüzde elimizde kalan sayı ise frekanstır. Frekansın uluslararası birimi Hertz (Hz) ya da s-1’dir.
Yani 440Hz dediğimiz frekans bize bir saniyede 440 adet titreşim olduğunu söyler. (Resim 1)
Biraz daha derin bir fiziksel incelemeye girdiğimizde, titreşim dediğimiz fiziksel olayın harmonikleri olduğunu görebiliriz. Bu harmonikler basit bir yay-kütle sisteminden kuantum fiziğine, elimize alıp gerdiğimiz bir paket lastiğinden bir piyanoya kadar, kısacası titreşim (osilasyon) olan her yerde karşımıza çıkıyor. Birkaç diferansiyel denklem çözdüğümüzde bu harmoniklerin bazı çok özel frekanslarda olduğunu görebiliriz.
Elde ettiğimiz matematiksel sonuçları müzik açısından değerlendirmek istersek eğer sonuç oldukça tanıdık. Majör 3’lü, 5’li ve oktavlar, yani doğal harmonikler. (Resim. 2)
Yine basit bir matematiksel hesapla eğer 440 Hz,“la” notası ise; 880, 220, 110 Hz gibi 2:1 oranı ile giden bütün frekansların da “la” notası olacağını söyleyebiliriz ancak, farklı oktavlarda! (Resim 2)'de n=1 ile gösterilen frekans temel frekansı, daha sonraki seviyeler ise harmonikleri temsil ediyor.
Şimdi 432 Hz frekansının evrenle neden daha uyumlu olduğu düşüncesine geri dönelim. Schumann Rezonansı olarak anılan fiziksel bir fenomen, dünyanın etrafındaki manyetik kabuğun elektromanyetik dalgaların titreşmesi için gerekli ortamı oluşturacağını ve yıldırım gibi parçacıkları harekete geçirecek bir olay gerçekleştiğinde bu titreşim hareketinin frekansının 8 Hz olacağını söylüyor.
Eğer 8 Hz frekansını “do” notası olarak alırsak, A4 notasının 432 Hz olması gerekiyor. Yani bilimsel olarak hesaplandığında 432 Hz notasının evrenle daha uyumlu olması gerekiyor. Fakat bu teoride çok önemli bir nokta maalesef göz ardı ediliyor. Schumann Rezonansı hesaplandığında 8 Hz değil 7.83 Hz sonucu ile karşılaşıyoruz. Bu normalde göz ardı edilebilecek kadar ufak bir fark iken, bütün bir nota sistemini uyarladığımızda “bilimsel olarak doğru” A4 notasının 430,4 Hz olduğu sonucu ile karşılaşıyoruz.
Bir diğer argüman ise, A4 = 432 Hz alındığında bütün notaların frekanslarının tam sayı olarak çıkması ve virgüllü sayılardan daha güzel göründüğü, yani doğru olması gerektiği yönünde. Fakat bütün frekansların tam sayı çıktığı bu hesaplama “Pisagor Sistemi”, yani bütün aralıkların 3:2 oranına dayandığı bir sistem üzerinden yapılan bir hesaplama. Oysaki günümüz batı müziğinde kabul gören akort sistemi olan “equal temperement”, aralıkları eşit olarak kabul eden ve frekans hesaplamalarını logaritmik olarak yapan bir sistem. Dolayısıyla bütün frekansların tam sayı olması gibi bir durum söz konusu değil.
Peki, 432 Hz standart alınarak akort edilen enstrümanlarla çalınan bir parça neden bizim için daha değişik tınlıyor? Teorik olarak bunu fark etmemiz imkânsıza yakın çünkü mükemmel kulağa sahip olan şanslı azınlıktan biri değilsek, tek başına dinlediğimizde 432 ya da 440 Hz’i ayırt edemeyiz. Ancak aralıkları tanıyıp onlar üzerinden değerlendirme yapma kapasitesine sahibiz.
Öyle ki, tek bir notayı değil de bütün bir parçayı dinlemeye geldiğinde iş değişiyor. “Levitin Etkisi” olarak tanımlanan bir fenomen insanların sürekli olarak duyduğu, yani aklında yer eden bir parçanın farklı bir referans frekansıyla çalındığında -aradaki fark çok küçük olsa bile, bunu ayırt edebildiklerini ortaya koyuyor. Demek oluyor ki mükemmel kulağa sahip olmasak bile, aklımızda yer eden notalardan ve aralıklardan dinlediğimiz bir parçanın daha pese mi yoksa daha tize mi akort edildiğini ayırt edebiliyoruz. Bu frekans günümüz için 440 Hz. Kulağımız bu referansa o kadar çok alışmış
ki 440 Hz dışındaki bir referansı tanıyabiliyoruz ve bu bizde farklı duygularının oluşmasına neden oluyor. Aslında, 432 Hz evrensel bir frekans olduğu için değil, bizim alıştığımızdan daha pes bir frekans olduğu için farklı duygular uyandırabiliyor.
Öyleyse, 440 Hz referansı nasıl seçildi? Standart bir akort düzeni olmadığı tarihlerde, rahiplerin rahatça çıkarabildiği en düşük ses referans olarak alınırdı. Fazlasıyla değişken ve öznel bir referans noktası olmasından ötürü hemen hemen dünyanın her yerindeki müzik birbirinden daha tiz ya da daha pes tınlıyordu. Bu sorun ilk olarak diyapazonu keşfeden John Shore tarafından çözüldü. Yine de ilk diyapazonların frekansları 400 ile 420 Hz arasında değişkenlik gösteriyordu.
Daha sonraları insanlar parçaları ne kadar tizden çalarlarsa dinleyicide o kadar heyecan yarattıklarını fark ettiler. Bunun altında yatan fiziksel etmen: “spectral centroid”di. Türkçeleştirmek gerekirse: “hayali merkez”di. Doğada gördüğümüz hiçbir osilasyon tam olarak sinüzoidal değil. Yani her bir titreşimde harmonikler de belli oranlarda titriyor. Bu harmonikler de, temel tınlayan notanın yanında hayali bir merkez oluşturuyor. Aslında bir müzik aletini dinlediğimizde -farkında olmasak bile, bu hayali merkezi duyuyor ve bundan etkileniyoruz. ( Resim 3 )
Daha tiz çalınan parçaların dinleyicide daha çok heyecan uyandırmasının keşfiyle, orkestralar arasında kimin daha tiz çalabileceğine dair adeta bir yarış başladı. Bir örnek vermek gerekirse; Londra Senfoni Orkestrası’nın bu dönemde enstrümanlarını A4=455 Hz frekansına akort ettikleri biliniyor. Ancak enstrümanların daha tize akort edilmesi vokaller açısından çok ciddi sıkıntılar yarattı. Çünkü, insan ses tellerini daha tize akort edebilmek mümkün değildi. (Resim 3) daha parlak seslerin, hayali merkezlerinin daha ileride olacağını gösteriyor.
İlk olarak Fransız Hükümeti, orkestraların çalması için standart frekansı 435 Hz olarak belirledi. 435 Hz frekansını vokaller için hala yüksek bulan İtalyan besteci Giuseppe Verdi - bu yazının yazılmasına da sebep olan, 432 Hz’i standart olarak kabul etti. Son olarak İngilizler, İngiltere ve Fransa arasındaki sıcaklık farkını hesaplamalarına katarak referans noktasının 439 Hz olması gerektiği sonucuna vardılar. 439 Hz’in tek sayı olması ve bu frekansı laboratuvar ortamında yaratabilmenin çok zor olması yüzünden bilim adamlarından gelen itirazlar üzerine hepimizin bildiği 440 Hz referans olarak kabul edildi.
Bu noktadan sonra diğer referansların zamanla yok olması ve tek frekans olarak 440 Hz’in kalmasının nedeni ise biraz ekonomik. Özellikle Amerika’da 440 Hz referans alınarak üretilen enstrümanların bütün dünyaya satılması ve ağırlıklı olarak bu enstrümanların kullanılması sebebiyle bütün dünyada A4=440 Hz, sabit referans noktası olarak kabul edilmiştir.
Özetlemek gerekirse; referans frekansı seçilirken fiziksel, matematiksel, ekonomik birçok sebep etkili olmuş tarih boyunca. Ancak en önemli sebebe baktığımızda, insan sesi biraz daha öne çıkıyor. Günümüzde de farklı referans noktalarıyla çalınan parçaların bizde farklı duygular uyandırması aslında biraz alışılagelmekten. Son olarak belirtmek isterim ki, eğer bilimsel olarak doğru olan estetik olarak da doğru ise, söz konusu referans frekansının 432 değil 430,4 Hz olması gerektiği düşüncesindeyim.
DEMİR GÜLER
15 Ekim 2020, Ankara