İyi bir habere ne kadar ihtiyacımız varmış, değil mi?
“67. Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kış Uykusu' filminin oldu” haberi ve törende yaptığı konuşma, bunaltıcı havayı bir meltem gibi dağıttı.
Sanata darbe hazırlığında olan Başbakan ve Kültür ve Turizm Bakanı dahî bu başarıyı kutladılar.
Bu kutlama mesajları, ödülün “Gezi sürecinde kaybettiğimiz gençlere” adanmasına rağmen, siyasi erkin, başarı karşısında almak zorunda kaldığı tutumu gösteriyor.
Aynı Bakanlık, sinema alanını kendi kontrolü altına alma konusunda hayli yol kat etmesine karşın, Ceylan’a maddi ve manevi destek vermezlik de edememekte.
TÜSAK tartışmaları başladığından bu yana devlet sanat kurumları çalışanları, özellikle dansçı ve müzisyenler mücadelenin siyasal bir mesaj içermemesi, siyasi erki karşısına almaması gerektiği uyarısı yapıyorlar. Siyasetten çekiniyorlar, konunun siyaset çerçevesinde tartışılmasından açıkça ürküyorlar, siyasetin kurumlarına ve kendilerine zarar verebileceğinden korkuyorlar.
Öyle de, konuyu siyasetten uzak tutmaya çalışmaları bir işe yarıyor mu, yaradı mı?
TÜSAK, Türkiye Cumhuriyeti Sanat Kurumları’nı yok edecek siyasi bir proje. O zaman mücadele de ister istemez siyasi olacak demektir.
Altın Palmiye ödülüyle Nuri Bilge Ceylan bize bir şey gösterdi. Eğer yaptığınız iş evrensel boyutta ise, yaptığınız işin evrensel değerinden ve düzeyinden kuşkunuz yoksa siyasi erkten çekineceğiniz bir şey yoktur. Sinema alanında bu tutuma gösterebileceğimiz tek örnek Nuri Bilge Ceylan değil. Nisan ayında 33. İstanbul Film Festivali En İyi Senaryo ve En İyi Film Ödülünü kazanan Tayfun Pirselimoğlu’nun, ödül törenindeki sözleri de şöyleydi:
“Çocuklar öldü, insanlar yaralandı. Kötü yazılmış bir senaryoydu geçen sene. Umarım seneye daha iyi yazılmış bir senaryoyla karşı karşıya kalırız.”
Ceylan da, Pirselimoğlu da, ödül törenlerinde bir sonraki projelerine destek alabilmek amacıyla bakanlığa teşekkür etmek yerine yaşadığımız toplumsal olaylar karşısındaki vicdani tavırlarını bizlerle paylaşmayı tercih ettiler.
Bu örnekler ışığında devlet sanat kurumlarında çalışan sanatçılara, sanat-siyaset konusundaki tutumları hakkında bir kez daha düşünmelerini öneriyorum.
Devlet sanat kurumları yöneticilerimizi de görevlerini bakanlık ve hükümet ile “durumu idare etmek” olarak görmek yerine, eğer yaptıkları işin evrensel değerinden ve düzeyinden kuşkuları yoksa, siyasi erke karşı, bir duruş göstermeye davet ediyorum.
Çetin Aydar // Candireği