Müzecilerle genç şairler çekişedursun, 13 Ağustos’ta 88. yaşgününü kutlayan Küba Devrimi’nin efsanevi lideri Fidel Castro köşeyi kaptı.
Küba’nın devrimci lideri, simgesel de olsa yaşayan en eski lider… Bir ara hasta olduğu sıkça söylenir olmuştu. O ölürse Küba’da düzen değişir, ülke herhangi bir Orta Amerika ülkesine dönüşür, deniyordu.
2012’de Küba Dostluk Derneği’nin düzenlediği bir geziye katılmıştık.
Bir akşamüstü televizyonda gördüğümüz Castro hiç gidici durmuyordu: Canlı yayınlanan bir toplantıda sahnede oturan dört-beş kişiden biriydi. Saçı sakalı ağartsa da hala yakışıklı olduğu söylenebilirdi; hiçbir metne bakmadan yaptığı konuşma boyunca çoğu kendi gibi yaşlı olan dinleyicilerini kahkahalara boğuyordu.
Anlaşılan Küba’da gençler siyasete fazla ilgi duymuyordu. Onlar sokaktaydılar. Onların olduğu her yerde neşe, müzik, aşk vardı. Kızlı erkekli mutlu gençlerden gözümüzü alamıyorduk.
Rehberlerimiz Küba’dan ikide bir “üçüncü dünya ülkesi” olarak söz ediyorlardı. Oysa, kadınların özgür olduğu, sağlık ve hijyen sorununun bulunmadığı, herkesin okuma yazma bildiği ve parasız eğitim alabildiği bir ülkeye “üçüncü dünya ülkesi” demek ne ölçüde doğruydu?
Bugün başka Güney Amerika ülkeleriyle Afrika’ya sağlık ve eğitim hizmetleri götüren bir ülkeydi Küba.
Aylık ortalama ücret 25 dolarmış! Ücret ne için gerekir?
Kira derdi yok.
“Hastalanırsam ne olur halim?” kaygısı yok. Küba, dünyanın en iyi sağlık hizmetini ücretsiz veriyor. 1959’da devrim olunca, 6000 doktorun yarısı ülkeden gitmiş. Devrimden 60 yıl sonra ülkede doktor sayısı 70,000’e ulaşmış. Hem araştırmalarıyla, hem de buluşlarıyla dünyanın dikkatini çekiyorlar. Çernobil kurbanlarına hala ücretsiz bakılıyor Küba’da… AIDS ile ilgili en yeni araştırmalar ve buluşlar Küba’da yapılıyor. Birçok ülkeden öğrenci bu ülkede tıp eğitimi alıyor. Yoksul ve yetenekli Amerikalılar da var içlerinde… (Bırakın Avrupa’yı, ABD bile Küba’da yetişmiş doktorları işe alırken Türkiye bu ülkeden getirilen tıp diplomasını geçerli saymıyor!)
“Çocuğumu nasıl okutacağım?” diye bir soru kimsenin kafasını kurcalamıyor. En kaliteli eğitimi ücretsiz alabileceği, yeteneklerini geliştirebileceği kesin.
Yalnızca tıp değil, sanat alanında da yüksek öğrenim görmek için yurtdışından gelenlerin sayısı az değil. Bir zamanlar Havana’nın kaymak kesiminin golf kulübü olan geniş yeşil alan, devrimden sonra Yüksek Sanat Enstitüsü olmuş: Kübalı gençlerin üniversite düzeyinde müzik, dans ve görsel sanatlar eğitimi almaları için ayrılan bu ortamda güzellik duygularıyla dolmamak olası değil! Hele Görsel Sanatlar Fakültesi, tasarımıyla yaratıcılığı kışkırtan bir yapı!... Öğrencilerin işlerinin düzeyi de şaşırtıcı!
Kültür etkinlikleri üç kuruş on para: Dünyanın en iyi bale topluluklarından biri Küba’da; halk neredeyse bedava izleyebiliyor. Opera, tiyatro öyle…
Haiti’yle aynı coğrafyada yer alsa da onun doğal afetler nedeniyle yaşadığı perişanlığa- akılcı, planlı politikaları sayesinde- düşmüyor.
Ayrıca Kübalıların halk olarak bir özelliği var: Onlar dans ederek doğmuş sanki: her yerde, her an çalıyor, oynuyorlar...
Aslında Küba halkı önemli bir ekonomik sıkıntının üstesinden gelmeye çalışıyor.
Sosyalist Küba’nın doğal kaynakları yetersiz… Yanıbaşında bir dev duruyor: ABD sanki pençesini açmış, Küba’yı mengene gibi sıkıştıracak. Onu yok etmeye kararlı dev, başka ülkelerin de Küba’yla alışverişine ambargo koyuyor. İki ülke arasında diplomatik ilişki yok, ama karşılıklı Çıkarları Koruma Büroları aracılığıyla ilişki yürütüyorlar: Söylendiğine göre, ABD, Küba vatandaşlarının girip çıkmaları için istenen vize sayısını kısıtlı tutuyor ki insanlar kaçarak gelsin! Sığınma talebiyle gelenlere ev, araba ve maaş hazır!... Doğu Bloku çökünce Küba desteksiz kalmış; ABD’ye aldırmaksızın kendisiyle alışveriş yapacak ülke bulamaz olmuş neredeyse! Bakmış ki kendi yağıyla kavrulmaktan başka çaresi yok; denizini, güneşini, kumunu ve kültürünü pazarlamaya başlamış. Böylece turizm kısa zamanda ekonominin en önemli sektörü olmuş. Vaktiyle İspanyolları, Fransızları, Amerikalıları adaya çeken şekerkamışı üretimi ikinci sıraya düşmüş.
11 milyonluk Küba’ya yılda 2,5 milyon turist geliyor: Başta Kanada, Almanya ve İspanya olmak üzere dünyanın her yerinden… Biz, Rusya’dan, Makedonya’dan, Venezuela’dan, Avusturya’dan, Fransa’dan, İtalya’dan, hatta Kanada ya da Meksika üzerinden giriş yaparak ABD’den gelen gruplarla karşılaştık.
Turizm gelişse de nakit sıkıntısı sürüyor: Petrolü artık yalnızca Venezuela’dan takas yöntemiyle alabiliyor, karşılığında doktorlarını gönderiyor.
Serbest pazar yavaş yavaş girmiş: Kendi ürettikleri, güzellik ve gülmece duyguları taşıyan, kimlikli hediyelik eşyayı pazarlarda turistlere satıyorlar. Petrol pahalı olduğu için ulaşım giderinden kısmak amacıyla şehir tarımını özendirmişler. Halk şehirlerin çevresindeki bahçeleri ekip biçiyor, burada yetiştirdiği meyve sebzeyi satıyor. Muzlar, papayalar, Hindistan cevizleri, ananaslar mı yalnızca? Mis kokulu domatesler, patates gibi yenen tatlı kabaklar, yukalar… Evet, Türkiye’de bir salon bitkisi olan yukanın dalları yeniyor ve çok lezzetli… Yine salonların köşesini süsleyen benjaminler burada koskocaman ağaçlara dönüşmüş! On kişinin el ele tutuşup ancak gövdesini sarabileceği denli irileşmiş dev ağaçlara…
24 yıldır dev komşunun kıskacı altında tek başına ayakta kalmaya çalışan Küba’da
açlık yok ama yoklukla yoksulluk bitmemiş. Fuhuş var, eleştirileri yapılıyor. Kapitalizmin hüküm sürdüğü Latin Amerika ülkelerinde yok mu yoksulluk ve fuhuş, diye sormadan edemiyorsunuz.
Öte yandan, ABD’nin bir türlü dize getiremediği Küba’yı Hollywood filmleriyle etkilemeye başladığını görüyorsunuz; sinemalarda Amerikan filmlerinden geçilmiyor.
Uluslararası sermayenin, ABD’nin yanıbaşında, minicik de olsa, “bir başka dünya”nın varlığına tahammülü yok.
Oysa, insanlığın Hollywood masallarının anlattığından da “başka bir dünya” umuduna ihtiyacı var.
Fidel’e nice yaşlar dilerken Havanalı bir taksi şoförünün sözlerini anımsıyoruz: “Fidel’den sonra ne mi olacak? Gidip onu gömeceğiz, sonra işimize döneceğiz.”