Sessiz-Gösterişsiz Baskıresim Ustası Bir Sanatçı : Muammer Bakır
Sanat genel bir bakış açısı ile bireysel bir eylem ve etkinlik gibi görülür. Kişinin keyif almak için yaptığı ya da egosunu tatmin için ortaya koyduğu bir uğraş gibi değerlendirilir ve algılanır, özellikle bizim toplumumuzda. Alanın tarihsel değerleriyle bakıldığında bireysel olarak başlayan, kişinin gizil dünyasının yönlendirmesi ile ortaya konulan; zamanın, yaşamının görsel belleği de sayılan estetik ürünlerin genel bir adıdır. Bu bireysellik eserin ortaya çıkmasından sonra üretenin dışındaki insanlara ulaşmasıyla başka bir boyut daha kazanır. Bu durumda yeni bir tanım devreye girer; başkaları ile paylaşım için üretilen, bu paylaşımla anlam kazanan paydaşların niteliği ile de zenginleşen sanatsal eylemlerin tümü denebilir.
Böylece yaratılan eserin niteliği ne olursa olsun; eseri üreten insan, eser ve eseri görsel, duyusal, dokunsal duyu organlarıyla anlamlandıran, sanatçının dışındaki bir başkasının-başkalarının paydaşlığının da çok önemli bir yeri ve değeri söz konusudur. Bunun eksikliği eserin kendi kendisi ile baş başa kalması anlamına gelir. Müzeler, galeriler, sanat ve kültür merkezleri, koleksiyonlar, müzikholler, tiyatrolar, operalar, konser salonları, spor sahaları, görsel gösteri merkezleri işte bu paylaşım için vardır ve var olmak zorundadır. Statta hiçbir seyircisi olmayan bir milli maçın yavanlığını düşünün ya da kimsenin gelmediği bir serginin açılışını.
Bu saydıklarımızın yanında kitaplar, kataloglar, dergiler de bu alana hizmet eden; görsel ve düşünsel birikim olarak saklamada, yaymada etkili olan kaynaklar durumundadır. Yani “ben resmimi yaparım, izleyen, izlemeyen; ben romanımı, şiirimi, öykümü yazarım; okuyan okumayan; ben müziğimi yaparım, dinleyen, dinlemeyen beni ilgilendirmez” denemez.
Yapılanların, ortaya konulanların paylaşılması için bütün kapıların üçüncü değere açılması, sanatın üçüncü ayağının tamamlanması bir anlamda zorunluluk gibi değerlendirilebilir.
Bu durum elbette her zaman bireysel çözümlemelerle, bireysel çabalarla gerçekleşmeyebilir. Kurumlar, başka kişiler, örgütler bu görevi bireysel veya kümesel hedefler doğrultusunda üstlenebilir. Bu bağlamda görev üstlenen müzeler, konser salonları, tiyatrolar, antolojiler hep bu amaçla ortaya konulan ortak paylaşım alanlarıdır. Sanat tarihçilerin, sanat yazarlarının, eleştirmenlerin bir görevi de budur bize göre.
Bugün Prado Müzesi'ne gidenler Goya’nın, Velasquez’in eserlerini izlerken bu eserleri oraya bu sanatçıların getirip, getirmediğini ya da kimin getirdiğini düşünmezler. Eserle ve bu alandaki kişisel birikimleri ile olan görsel ve duyusal alışverişlerine, yorumlarına ve değerlendirmelerine bakarlar. Artık sanatçının biyolojik varlığı ya da yokluğu değil, eserin varlığı ve eserle yüz yüze iletişimdir önemli olan.
Aynı şey bütün sanat dalları için ve evrensel üretim öğeleri ve araçları için geçerlidir.
“Hangi alanda olursa olsun, eserler onu yaratandan çok daha uzun yaşarlar”.
İnsanlık tarihi mimariden bilim ve teknolojiye, bir halk türküsünden edebiyata uzanan yaratma çizgisi içinde bunun çeşitli örnekleriyle doludur.
Konumuz olan sanat alanı çok yönlü özellikleri ile insanlık tarihinde önemli bir kültür alanıdır.
Çağının tanığı olan; insanın yaratma, betimleme, paylaşma çabalarının somut sonuçları olan sanat eserleri görsel birer belge niteliğindedir. Müzeler bu değerlerin yer aldığı “toplumların çeyiz sandıkları” durumundadır. Kandinsky’nin tanımıyla “her sanat eseri zamanının çocuğu, çoğu zaman da duygularımızın anasıdır” (Kandinsky, Sanatta Zihinsellik Üstüne, s:19,Hayalbaz Kitap,2000).
Tarihsel ve toplumsal bellek, büyük oranda sanatçılarla, onların ortaya koyduğu sanat eserleriyle oluşur; zamana ve geleceğe taşınır.
Bu yazımızın konusu olan eğitimci-sanatçı Muammer Bakır yaşamını yitireli kırk yıl oldu ama geride bıraktığı eserleriyle, biz öğrencilerinin unutulmayan anılarıyla hala yaşıyan; unutulmaması ve eserleriyle yaşaması gereken sanat insanlarımızdan.
Alacahüyük Gezisi-1967-68 yılı. Bugün yarısı hayatta olmayanlardan bir anı: Ön sıra: Soldan Yusuf Uludağ, Hakkı Hakeri, Nurettin Cangülekli hocamız, Salih Oral, Hamdi Öner, Nevzat Akoral Hocamız, Hasan Pekmezci. Arka sıra: Ziya Ünal hocamız, Cengiz Çekil, Muammer Bakır Hocamız, en önde Arif Kamil Önder.
Çok yönlü, çok kanallı eğitim sisteminin temsilcisi olan Gazi Eğitim Enstitüsü'nde Maden İşleri dersimizin öğretmeniydi Muammer Bakır. Çok konuşmayan, sürekli ciddi duruşuyla ve atölye disiplini nedeniyle çekindiğimiz, uzak durduğumuz bir eğitimci profili çiziyordu; eğitim yaşamımız boyunca sürdü bu çok mesafeli duruş.
Aradan zaman geçti, yetiştiğimiz okula öğretmen olarak atanma ve birlikte çalışma onurunu yaşadık ki bu her Gazili'nin ideallerinin başında gelen onurlu bir görev sayılıyordu.
Öğrenciliğimizdeki çekingenliğimizle Muammer Bakır öğretmenimizden hep uzak durmaya çalışanlardandım. Bir gün derse giderken koridorda karşılaştığımızda ''Sen benim atölyeme hiç uğramıyorsun'' dedi. ''Çekingenliğimden hocam'' diyebildim. ''Gel o zaman bu çekingenliği bozalım'' dedi ve birlikte öğrencilerin pür dikkat çalıştığı büyük maden atölyesinin ikinci bölümündeki odasına-atölyesine girdik. Resim sehpasında katmanlı renk lekeleriye oluşan büyükçe soyut bir yağlıboyası vardı. Benim ilgimi çektiğini görünce ''siz benim çalışmalarımı ve yağlıboyalarımı pek bilmezsiniz'' dedi.Bu sözde aslında bir sitem de gizliydi. Bizler o günlerin daha dar bakış açıları içinde belli isimlerin, öğretmenlerimizin yörüngesinde geziniyorduk. Onların dışındakileri bu çembere dahil etmede sınırlar koyuyorduk. Elbette bunu anlamış olacak ki beni odasına çağırma gereğini duydu. Aynı davranışları başkalarına yaptı mı bilmiyorum, ama benim kendi payıma önemli bir özeleştiri yaşamama, ön yargılarımızın bizi nasıl yönlendirdiğini sorgulamama neden oldu. Oradaki resimlerini içtenlikle tek tek, üşenmeden gösterdi bana. Resimlerinde yaşadığı kaygılarını anlattı. Ben de ''Hocam biz sizi sadece baskılarınızla biliyoruz, yağlıboyalarınızı ilk kez görüyorum'' dedim. ''Ne zamandır burada öğretmensiniz, bir gün kapıma gelmediniz; hal hatır sormadınız ki'' oldu yanıtı. ''Hocam bunca sergiler oluyor, sergilere niye vermiyorsunuz resimlerinizi, herkes sizin buraya gelmiyor ki'' ''Sergileri düzenleyenler de sizin arkadaşlarınız, meslekdaşlarınız değil mi?'' diyebildim.
Sadece kafasını sallayarak geçiştirdi yanıt yerine.
Her sözü ve tavrı ders niteliğindeydi benim için. Bir anlamda da içten bir uyarı; anlamlı yeni bir bakış açısı. O günden sonra başka bir gözle bakmaya başladım, bütün hocalarıma, insan ilişkilerime; kendimi sorgulayarak.
Daha sonraki yıllarda bir eğitimci olarak benzer davranışları bize gösterenleri gördükçe, yaşadıkça Muammer Bakır'ın o gün bana verdiği dersler hep gözümün önüne gelir. Kuşkusuz bugün de öğretmen-öğrenci ya da aynı alandan olan insanlar arasında farklı davranışlara maruz kalanlar mutlaka vardır. Bu nedenle insan ilişkileri çok yönlü davranmayı, düşünmeyi, empati kurmayı gerektirir, diyenlerdenim.
Bugün de ne yazık ki Muammer Bakır'ın yağlıboya çalışmalarını kimse pek bilmez; bu nedenle sanat dünyamızda baskılarıyla bilinir, o da çok sınırlı bir kesim tarafından. Yalın, çok ögeye, karmaşıklığa gerek duymadan, bir iki leke ve bir iki fügürle anlatıverdiği ama her biri izleyeni geçmişe, çocukluğuna, köyüne götürüp getiren konular.
Baskı teknikleri ''çöpürdekli'' uğraşlardan sayılmıştır nedense bizde. Kim ne derse desin, üvey evlat ya da ikinci planda uğraş. Oysa sanatın temel karakteri olan ''paylaşım kültürüne'' en uygun alandır. Bu nedenle tekil resim-eserin çeşitli sınırlılıkları karşısında baskı resmin birden fazlalığı ile daha çok insan tarafından paylaşılırlığı; üstelik çok daha ekonomik değerlerle edinilebilmesi nedeniyle ''Sanatın demokratikleşmesinde önemli bir etken'' olarak görülür. Yaratılan bir eserin birden fazla yerde sanatçısını temsil edebilmesi bile onun önem hanesine yazılabilir.Teknikle uğraşmanın da fiziksel, ruhsal, devinimsel getirileri ayrı kazanımlardır.
Ağaç, tahta, ahşap yüzeyler Anadolu'nun her yerinde pek çok çeşidiyle birlikte bulunabilecek bir baskı resim gerecidir. Gürgenin, çamın, köknarın, ıhlamurun ayrı ayrı dokuları, etkileri, fırsatları vardır. Muammer Bakır bunu çok iyi çözümleyen, anlayan, uygulayan ressamlardan biridir. Az sayıda metal baskı yanında ağırlıklı olarak ağacın ve tahtanın dokularını doğanın dokularıyla özdeşleştiren, görselleştiren ve resim diline dönüştüren.
Örneğin, bir yağlı çam tahtasının lifsel dokularının yarattığı etki üzerine şablon baskı ile yerleştirdiği figürlerle bir Anadolu köylüsünün tarlada çift sürmesini betimleyebilme sadeliğini onun baskılarında görürüz.
Bu nedenle malzemenin doğal dokusunu en iyi kullanan, özgün bir dil-tarz yaratarak daha sonraki gençlere örnek oluşturan baskıresim sanatçılarından biri sayıldı, Muammer Bakır; bu alanın ustaları ve eğitimcileri tarafından.
Onun çalışmaları bizlerin öğretmenlik yıllarımızda her zaman örneklerimiz oldu. Öğrencilerimize onun baskılarını temel görsel ders aracımız olarak sunduk. Daha sonraki yıllarımızda da çok farklı boyutlarda sorgulamalarımızın ilk uyaranlarından biriydi Muammer Bakır. ''Tevazu'' elbette en önemli insani değerlerdendi ama bizim toplumumuzda tevazu çoğu zaman insanın gerçek değeriyle toplumda yer almasını önleyen bir olumsuzluk olarak değerlendirildiğinden, dengenin çok iyi ayarlanması gerekiyordu. Sergiler, yarışmalar, konferanslar, paneller gibi okul ve atölye dışı etkinliklerin içinde aktif olarak yer almak; bir anlamda eskilerin deyimi ile ''ispat-ı vücut'' etmek gerekiyordu. Sadece atölyeye kapanıp, resim yapmak ve bunu toplumla paylaşmada çekinceli davranmak kimi zaman unutulma nedeni sayılıyordu.
Mavi Dağ, Suluboya, M. Bakır
Yok sayma kültürünün gittikçe iliklerimize işleme başlaması nedeniyle bu konulara daha çok dikkat çekmek hepimizin görevi olmak zorundadır
Muammer Bakır, Veysel Erüstün, Recep Cengiz Kan, Nevzat Akoral, Hüseyin Fehmi Özcan, Kayıhan Keskinok, Adnan Turani, Nevide Gökaydın, Mürşide İçmeli, Tuncel Özkan, Hidayet Telli her biri ayrı ayrı üstün nitelikleriyle unutulmaması gereken Cumhuriyet aydınları, eğitim ve sanat insanlarıdır. Her birine, her Gazilinin minnet duyguları beslediğini bilenlerdenim; ben de bunlardan biriyim.
Muammer Bakır, Gravür.
Değerli sanatçı eğitimcimizin, öğretmenimizin yaşamı ile ilgili kısa notlar-alıntılar.
Aynı kurumda asistan olarak göreve başlayan Bakır, yaşamı boyunca görev yapacağı baba mesleğine daha yakın olan Plastik Metal Atölyesini seçer ve bir süre sonra aynı okulda tanıştığı genç öğretmen Melahat Bakır ile evlenir.
1964 Yılında devlet bursu ile Amerika'da Boston ve New York'ta litografi ve kitap resimleri konusunda eğitim görür, Türkiye'de çok sayıda çocuk ve ders kitabı resimlemesinde görev alır.
1969 Yılında bir gün eve sevinçle döner, "Tarla" adlı ağaçbaskı eseri İtalya'da ödül kazanarak Carpi-Xilography Müzesine kabul edilmiştir. (Museo della Xilografia Carpi)
1971 Yılında New York State University ve Ben&Abbey Grey Vakfı'nın ortaklaşa düzenledikleri "Çağdaş Türk Resim Sanatı" Sergisine diğer 24 önde gelen Türk Sanatçısı ile birlikte katılır.
1979 Yılında o günkü anarşik olaylarda her gün ölen gençlerin annelerine ithafen "Ağlarsa Anam Ağlar" adlı eserini yaratır.
Meslek hayatı boyunca sayısız Karma Sergide - Devlet Resim Heykel Sergisi ve Özel Sergilerde eserleri sunulur.
Ölümünden sonra 15 Mayıs 1981'de Devlet Güzel Sanatlar Galerisi-Ankara'da ailesi tarafından adına bir sergi düzenlenir.
1998'da UNESCO AIAP TÜRKİYE ULUSAL KOMİTESİ, Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği tarafından onur ödülü verilir.
19 Şubat 1988 Galeri Grifon-Ankara ve 22 Aralık 2004 Soyut Galeri-Ankara'da 2 kişisel sergisi daha açılır.
Aynı yıllarda eğiim gören, yaşamın pek çok yılını birlikte paylaşan meslektaşı Nevzat Akoral'ın sözleriyle:
-"Resmin her tekniğini deneyen, sürekli çalışan enerjik ve titiz bir sanatçıydı. Desenleri, suluboyaları, yağlıboyaları, ağaç baskıları, tarama resimleri ömür boyu heyecan ve titizlikle gerçekleştirdiği işlerdi. 12 Ocak 1988 .NEVZAT AKORAL (Ressam)
Muammer Bakır, yetişme tarzı ve içinde bulunduğu Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü'nün temel felsefesi olan Bauhaus anlaışı doğrultusunda ''yağlıboya, ağaç baskı, metal gravürler, suluboya, monotipi ve kitap resimleri ile uğraşmıştır. Bunun haricinde Plastik Metal Atölyesinde bakır rölyef, tel işleri, metal heykel konularında çalışmıştır. Ancak Özgün Baskı ve özellikle Ağaç Baskı konusunda kendini daha çok geliştirmiş ve tüm sanat çevrelerince takdir toplayan başeserler yaratmıştır.
Eserlerinde daha çok toplumsal temalara değinmiş ve Anadolu insanının yaşamını irdelemiştir.
Köy yaşantısını daha iyi tanıyabilmek amacıyla birçok defalar değişik yörelere ziyaretler yaparak inceleme, fotoğraf ve desen çalışmaları yapmıştır.''
1980 Yılında, en verimli çağında, "Hindiler" adlı baskı resminin mürekkebi bile kurumadan 54 yaşında bir kalp durmasıyla apansızın aramızdan ayrıldı bu değerli sanat ve eğitim neferi...
Öğrencileri olarak her zaman sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Prof. Hasan Pekmezci