Dünyanın bilinen ilk kumaşı Çatalhöyük’te bulunmuş ve muhtemelen dokuz bin yıl önce dokunmuş. Kim bilir belki de kuşanılan kumaş, ateşten sonraki medeniyet tarihindeki en önemli gelişmedir.
Elbette kumaşı giyinerek soğuktan ve başka çevresel tehlikelerden korunuruz. Ama daha önemlisi bedenimizi kem gözlerden ve meraklı bakışlardan da uzak tutmuş oluruz. Görülmesini istemediğimiz doğal veya doğal olmayan her türlü özelliğimiz böylece bizde saklı kalabilir. Her çeşit öz-saklanma-sakınma kumaşı giyinme veya ona bürünmeyle sağlanabilir. Varlığımızı ve kimliğimizi korumayı ancak bu bire bir veya ikiye iki metrelik dokumalara borçluyuz. Nitekim “Ye kürküm ye” misali varlıklarımızı da bir çırpıda çevremizdekilerin gözüne sokabilmekteyiz. Modayı ne kadar izliyoruz, ne kadar moda ikonu olabiliyoruz; hepsi birkaç metrelik kumaş parçasının tılsımı aslında…
Kumaş sadece bedenimizi örtmekle kalmıyor. Yaşadığımız ortamı da örtüyor aslında. Perdeler sosyal yaşama müdahale edip görünmemeyi ya da isteyerek görünmeyi sağlamaz mı? Bazı ülkelerde perdeler sıkı sıkıya örtülürken bazılarında evin içindeki zenginlik gösterilesi perde kullanmama kültürü hâkimdir. Evinde şorta dolaşırken perdeleri açık olan kızın tartışılma nedeni kuşandığı kumaşın azlığı ve perdelerin kapalı olmamasıydı. Oysa kapalı perde daha fazla merak uyandırır. Barbey d’Aurevilly’nin Kızıl Perde romanı perdenin ardındakilerin hayal edilmesiyle başlar. Tiyatroda perde açılsın diye heyecanla beklenir. Uçakta business sınıfı perdeyle örtülünce acaba orada neler ikram ediliyordur, diye haset bile edilir.
Oysa ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın kimi zaman kapalı perdelerin önündeki veya ardındaki insanlık halleri perdenin kendisinden okunabilir. Hale Tenger’in Beyrut adlı video eseri (2005-7) perdelerin bir ayna gibi gerçeğin ta kendisini gösterdiği bir yapıt. Serdar Ataşer’in müziğiyle bu video ne kadar az imgeyle ne kadar derin bir trajedinin duyumsatılabileceğinin mükemmel bir örneği. Bir pencereye asıldığında işlevi gereği “perde” adını alan bu kumaş parçalarının önce kıpırtısızlığı, ardından yavaş ve giderek telaşlı hatta korku içinde uçuşması, sadece ev halkının değil, perdenin bizden yana tarafında olanların endişesini aktarıyor. Endişede denli haklı olunduğu videonun sonunda belli oluyor. Konu Beyrut…
“Ev”de tehlike ya da mutsuzluk insana kaçıp gitme isteği verir. Mekânın kendisi veya mekândakiler yaşamaya, nefes almaya imkân vermez olduğunda, kapı da zaten belli ki kapalı olduğundan başka bir yoldan çıkarak kurtulmak gerekir. Diyelim kendinizi hapsedilmiş hissediyorsunuz, baskı altındasınız, işiniz veya özel hayatınız sizi boğuyor. Kapılar da mühürlü. O zaman gelsin yine kumaşlar, perdeler, bağlansın birbirine. Kaçılsın pencereden.
Hera Büyüktaşçıyan’ın Guguk Kuşu da böyle yapmış, mendil büyüklüğündeki perdelerini birbirine bağlayıp kayıplara karışmış. Özgürlüğün tadı zorluklara rağmen elde edebilmekte. O artık sigortasız karın tokluğuna, her saat başında beş defa, her yarım saatte bir defa guguk yapmak, kendini beğendirmek, ilgi çekmeye çalışmak zorunda değildir. Hastalanıp bozulduğunda ona kızılamayacaktır. Her daim yalnız gönlümüzün ürkek Guguk Kuşu şimdi kim bilir nereye uçuyor…
Çağdaş sanat müzesi Müze Evliyagil Ankara’da sanatseverlerin ziyaretine yeniden açıldı. Açılış sergisinin ardından ilk kapsamlı sergisinde 15. İstanbul Bienali Komşu Etkinliği “Ev”, Derya Yücel’in küratörlüğünde 38 sanatçının üretimlerini sunmaya başladı. Hale Tenger’in ve Hera Büyüktaşçıyan’ın eserleri de bu sergievinde görülebilir. www.muzeevliyagil.com
Pınar Aydın O’Dwyer