Bir zamanlar modalaşmış gibi bir söz dolaşırdı: “Kendim için yazıyorum, kimse için değil…”
Bu yaklaşımın temelsizliği görüldüğünden olsa gerek günümüzde pek dillendiren yok.
Söze neden bu vurguyla başladım?
Başat toplumbilim ilkelerinden biridir: Her varlık, olay, kavram diğerleriyle ilişki içindedir. İstense de ayrı düşülemez. Yazının (edebiyat) bilime karşıtlığı olamayacağına göre yazın da sözkonusu gerçeğin dışında değildir. Olsa olsa şu ayrımdan söz edilebilir: Her yazın yapıtı toplumsal kaygılar özeğinde yazılacak, diye bir zorunluluk yoktur. Toplumcu ya da toplum esinli yazın yapıtları daha güzelduyu dışı ya da daha güzelduyusal da sayılamaz.
Yazar kuşkusuz özgürdür. İzlek ve kurgu özgürlüğü vardır. Ne ki aynı zamanda anadilinin, yazdığı dilin, evrensel yazın birikiminin bilgisiyle de sınırlıdır. Uçlarda gezinmek derseniz onu çok az yazar başarır. Ayrı bir durumdur.
Türk halkı çok hızlı dönüşümler yaşayan bir halk. Yaklaşık altı yüzyıllık baskılanmanın ardından başta Dil Devrimi olmak üzere devrimleri, sanayileşmeyi, son onyıllarda sağlıksız türünden kentleşmeyi yaşadı, yaşıyor.
Bu değişim süreci bireyleşmek, yurttaşlık, eleştirel yaklaşım, bilinç gelişimi anlamını da taşımaktadır.
Diğer deyimle devrim mayası tutmuştur, güçlüdür. Tüm olumsuzluklara karşın gerçek budur.
Daha çoğaltılabilecek etkenler yazına ne ölçüde yansımıştır?
Bu sorunun yanıtı büyük ölçüde olumludur. Toplumsal devinim ve dönüşümler özellikle Türk roman ve öyküsüne, oyun sanatına koşutluk içinde yansımıştır.
Şunu da vurgulamak gerekir ki belirlenen yansıma, olması gereken düzeyde ve güçte değildir.
Hiç kuşkusuz bu sonuçta son onyılları kaplayan, aşındıran, iğdiş eden “kimlik” siyasasının, anlayışının da payı bulunduğu yadsınamaz. Sınıfsal bakışın öldürüldüğü yerde hemen hiçbir sağlıklı yaklaşım geliştirilemez.
Şiirde izlek sorunu ise bambaşka bir düzlemdedir. Toplumsal gerçekliğin şiire; romanla, öyküyle…aynı düzeyde yansıdığını söylemek zordur.
Nedeni, şiirin daha bireysel, çağrışımsal, kendini hemen ele vermeyen tür özelliği olabilir.
Türk toplumu geçim darlığı, eğitimsizlik, işsizlik, sağlık olanaklarına erişememek, kıyımlar, insan haklarından, çalışma haklarından yoksun bırakılmak, iç çatışma, terör, amaçsızlık, değerler yitimi…sorunlarıyla adeta boğuşur durumdadır. Yazın, birebir toplumsal, siyasal sorunları işlesin, irdelesin demiyoruz ama daha iç içe olduğu 1970’li yıllarda daha etkili, güçlü, çağrışımlı, giderek nitelikli olduğu da gerçektir.
Burada Balzac’ı anımsatmak isterim. Balzac dünya görüşü olarak kralcıdır ama kendini tarihçi, toplumbilimci olarak tanımlar. Çünkü tarihe nesnel tanıklık kaygısı Balzac’ta her şeyin üzerindedir.
Evet, yazında her şey ne çok karmaşık, ne de çok basittir…
Ozan Ayşe Altan’ın Özkıyımı Acısıyla…
Ozan Ayşe Altan’ın özkıyımı haberi kor gibi düştü içimize. Bitirdiği lisede imza etkinliğinin ardından Ayşe Altan’ı canına kıymaya sürükleyen neydi? Gerçekten çok üzücü.
Onu “Gecemden Önce” başlıklı güzelim şiiriyle anıyorum.
Ayşe Altan, ışıklar içinde uyu. Seni unutmayacağız.
Yakınlarına sabır dilerim.
Gecemden Önce
kokun denizin kokusu
sesin denizin sesi
gül rengi bir akşamla
ıhlamur buğulu mektuplar gibi
bana günlerini gönder
uğultuyla büyür yürek
bir ırmaktır aramızda gidip gelen
akar ellerinle akşam sabah
hangi dağın rüzgârısın?
yıldızlar
dağılmış bilyalarım mı
uçurtmam geçiyor yağmurlardan
kırmızı ve yalnız günler gibi
Ayşe Altan
(antoloji.com)