20. yüzyılın önemli bestecilerinden İgor Stravinsky imzalı The Rake’s Progress (Hovardanın Sonu) operasının geçen sezon Türkiye prömiyerini yapan İstanbul Devlet Opera ve Balesi, aynı yapımı bu sezon da Kadıköy Süreyya Operası’nda izleyiciyle buluşturuyor. Yapımı, 18 Kasım Cumartesi matine temsilini izleme fırsatı bulabildim. Eser Aytaç Manizade tarafından sahneye koyulmuştu. Oyunun dekor tasarımını Efter Tunç, kostüm tasarımını Ayşegül Alev, ışık tasarımını Yakup Çatrık’ın yaptığı operanın koro şefi ise Paolo Villa idi.
Tom Rakewell adlı bir gencin hikayesinin anlatıldığı oyunun esin kaynağı 18. yüzyıl ressamlarından Londra doğumlu William Hogart’. İgor Stravinsky, Hogart’ın sekiz tablodan oluşan Rake’s Progress adlı çalışmasında gördüklerini yaşadığı döneme uyarlayarak anlatmış.
Üç perdeden oluşan Hovardanın Sonu, Tom Rakewell adlı gençten hareketle, bir yandan günümüzün kirli dünyasını da eleştirirken, diğer yandan da yüzyıllardır tekrarlanan yalanların gerçek yüzlerini ortaya koyuyor. Öykü, Tom’un sevgilisi Anne Trulove’ın evinde başlıyor. Kızının sefil bir hayat yaşamasını istemeyen kızın babası Trulove müstakbel damadı için Londra’da bir iş bulduğunu söylüyor. Ancak zenginleri daha da zengin eden kölelerden biri olmak istemeyen, parasını başkaları üzerinden kolay yoldan kazananlardan biri olmanın hayalini kuran Tom, bu cömert teklifi reddediyor. Biricik sevgilisi Anne ile evlenmek için paraya ihtiyaç duyan Tom’u kandırmak için Nick Shadow adlı bir adam devreye giriyor. Habersiz gelen ve aslında şeytan olan bu adam kendini Tom’un hiç tanımadığı zengin amcasının yardımcısı olarak tanıtıyor ve amcasının mirasını Tom’a bıraktığını söylüyor. Artık zengin bir adam olan Tom’un bu parayı alıp Anne ile evlenmesi ve onunla mutluluğa yelken açabilmesi için ise Londra’ya giderek tamamlanması gereken işleri halletmesi gerekiyor. Ve Tom’u zirveye çıkarıp sonrasında dibe batıracak macera da Nick ile Londra’ya yaptığı bu seyahatle başlıyor. Üç kağıtçı Shadow yüzünden başına gelmedik olay kalmayan Tom'un hikayesi, Londra'daki bir tımarhanede son buluyor.
Hovardanın Sonu (The Rake’s Progress)’in alışılagelmiş operalardan farklı. Çünkü, gerçeklikle, akılcılıkla ilişkisi sebebiyle romantiğin, şiirsel olanın yerini diyaloglar ve uzun cümleler alıyor. Bu nedenlerle The Rake’s Progress dinleyiciye müzikal değil de, onun yerine teatral yanı kuvvetli bir oyun olarak betimlenebilir. Bu nedenlerle de ışığın, dekorun ve figüranlık yapan koro sahnede daha önem kazanıyor. Müzikten kalan boşluğu bu görsel detaylar dolduruyor. Eser tipik bir neoklasik bir çalışma. Bu eseri tanımlarken, Stravinski’nin Petruşka, Bahar Ayini ve Ateş Kuşu gibi bale eserlerinden kesinlikle ayrı tutmamız gerekiyor. Tamamen farklı bir formatta, klasik dönem bestecilere göndermeler de yapıyor.
Oyunu izlediğim 18 Kasım 2017 Cumartesi günü, Tom Rakewell rolünü oynayan tenor Caner Akın, Anne Trulove’vı seslendiren soprano M. Otilya Radulescu İpek, Baba Trulove’da bas Kenan Dağaşan, Baba The Turk karakterinde mezzosoprano Aylin Ateş, Mother Goose’da mezzosoprano Peyman Dorkan, Akıl Hastanesi Yöneticisi bariton Yücel Özeke beklenen performanslarını gösterdiler. Nick Shadow’da da Ankara Operası’ndan konuk olarak gelen bariton Umut Kosman, yeterli prova yapamadığından olacak ki, şarkı söylerken hep forte idi. Onu sürekli crescendo yaparken izledik. Ancak sahnesi çok iyi idi. İleriki oyunlarda bunu kesinlikle telafi edecektir. Sellem’i seslendiren tenor Ahmet Baykara da gerek sahnesi gerekse sesi ile beğeni alan sanatçılarındandı. Efter Tunç’un dekoru, Ayşegül Alev’in kostümleri ile Yakup Çatrık’ın ışık tasarımı da yerindeydi. Projeksiyon görselleri de son derece yerindeydi. Aytaç Manizade gerçekten iyi bir rejisör. Sahneleri adeta resim gibi işlemiş. Hele genç orkestra şefi Can Okan’ı ayakta alkışlıyorum. Aynı şekilde koroyu çalıştıran koro şefi Paolo Villa için de.
Hovardanın Sonu, son yılların İstanbul Operası’nın sahnelediği en büyük başyapıtlardan biri. Bu eseri repertuvara alan opera yönetimini ve tüm emek verenleri kutlamak gerekiyor. Belki bir Petruşka müziği dinlemedik ama Stravinski gibi dâhinin eserini izlemek izleyiciye ayrı bir heyecan veriyor.
İsmail Hakkı Aksu