“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
1
SUNUŞ
Göçmenlik yeryüzü ölçeğinde insanlık kadar eski bir olgu ve hem bireysel, hem de toplumsal bir sorun… Biz günümüz Türkiye’sinde bunu Suriye’den göçenler kapsamında yaşıyor olsak da şu anda yeryüzünün pek çok yerinde -Afrika’da, Asya’da, Amerika’da- kaçan kaçana, göçen göçene…Anadolu, konumu nedeniyle tarih öncesinden günümüze hem kaçanlara, hem göçenlere sahne olmuş; hem kovulanlara kucak açmış; hem de dışladıklarını kaçırmış.Modern tarihin tanık olduğu ilk büyük göçün ise Anadolu’nun kuzey komşusu Rusya’dan yaşanan göç olduğunu biliyoruz. Bu kitapta, Çarlık Rusyası sınırları içinde bağımsızlık savaşımı veren toplumcu bir Türk’ün yaşamöyküsü örneğinde bu büyük göçün yaşandığı dönemin tarihini anlatmak istiyorum.Öyküsünü anlattığım kişi annemin babası, benim hiç anımsamadığım dedem İbrahim Haydaroğlu… Çocukluğumdan beri onun ilginç yaşamıyla ilgili küçük öyküler dinledim. Bu öyküleri insanlığın yaşadığı büyük öykünün içinde anlatarak belki o büyük öyküye de bir küçük tanıklık edebilirim umuduyla yazdım. Yaşanmış küçük öykülerin tarihe can kattığına inanıyorum. Ancak, bunu yaparken şöyle bir sorun yaşadığımı açıkyüreklilikle belirtmem gerek: Gerçek kişilerin yaşamı üzerinden bir tarih anlatırken bilimsel nesnellik önemli… Prof. Mümtaz Soysal’ın gözetiminde 27 Mayıs üzerine hazırladığım doktora tezimin 27 Mayıs’ın üzerinden neredeyse 15 yıl gibi kısa bir süre sonra yazılmış olmakla birlikte “yansız, önyargısız bir çalışma” olarak nitelendirilmesinden gurur duyarım. Tarih yazımında olduğu gibi her alanda nesnellik önemsediğim bir niteliktir. Öte yandan, bir yaşamöyküsü yazarken nesnellik sorun yaratabiliyor: hele hiç tanımasanız da duygusal bağınız olan bir kişiden / kişilerden söz ediyorsanız ne ölçüde nesnel olabilirsiniz? İşte ben de bu kitabı yazarken nesnellik uğruna kendimi dışarıda tuttum önce. Böyle yapınca sanırım biraz abarttım, kupkuru bir tarih yazımı çıktı ortaya. Daha sonra her seferinde kendimi biraz daha katarak ama kitabın bilimsel nesnelliğine zarar vermeme kaygısını da sürekli taşıyarak yazdım. Kitabın son biçiminde kendim belki fazla varım, ama okurlarım kendim dışında anlattıklarımın nesnelliğini göreceklerdir.Söz konusu dönemi, benim kuşağımın gençleri ya toplumcu bir bakış açısından ya da milliyetçi bir görüşle değerlendirdik: konuyu kendi görüşümüze yakın kitaplardan okuyup öğrendik. Burada ise hayatın içinden olaylar aktarıldığı için anlatılanlar şu ya da bu görüşe bütünüyle uygun düşmeyecektir; gerçek yaşam böylesi sınırlara sığmıyor. Kullandığım kaynakları seçerken de olabildiğince farklı kaynaklara ulaşmaya çalıştım: Rus, Ermeni, Azerbaycanlı, İngiliz, Amerikalı, Kuzey Kafkasyalı, vb.***
Müzik: Lili Marleen (Bu şarkı, II. Dünya Savaşı sırasında her akşam Alman Radyosu yayınında yayınlandı. Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dinlendi.)Lale Andersen’in sesinden: https://www.youtube.com/watch?v=YjXC4N1HXf0 ****
Takvimler 22 Haziran 1941 Pazar gününü gösteriyor. Ankara’da, Yenişehir’de, Lozan Apartmanı’nın birinci katındaki dairede sabah… Her gün olduğu gibi “ajans saati”nde haber almak için radyo açık… Nisa Hanım haberin ilk cümlesini duyar duymaz içeriye sesleniyor: “İbrahim, koş!...” İbrahim Bey yataktan fırladığı gibi, belki robdöşambrını koridorda sırtına geçirerek, terliklerinin üzerinde uçarcasına oturma odasına radyonun başına geliyor. Şimdi diyeceksiniz ki, terliklerin üzerinde uçarcasına gelmek olur şey mi? Bunu beceren ayakların ‘Lezginka’ denilen Kafkas danslarına çocukluktan beri alışık olduğunu bilince, “Evet, olur şeydir” diyebiliriz. (Kafkasyalı küçük çocuğun dansı için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=jKDksjW0ZbY , yetişkinlerin dansı için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=LsmiRQUkgyk )O güne dek, onun ayaklarını hiç çıplak görmemiş çocuklarının gözleri babalarının ince uzun ayak parmaklarına takılmış. Evde ses soluk kesilmiş, kulaklar radyoda: “Almanya, Sovyetler Birliği’ne ilân-ı harb etti. Alman Hariciye Nazırı von Ribbentrop Sovyet Büyükelçisine bir nota tevdî etti” diye başlayan haber, özetlerle sürüyor: “Alman kuvvetleri, günün erken saatlerinde Sovyet hududunu geçtiler. Şimal Buz Denizi, Karadeniz ve Baltık Denizi harp bölgesi ilân edildi. Hitler, Sovyetlere karşı harekete geçilmesi için Alman milletine bir beyanname neşretti. Romanya Sovyetlere harb ilân etti. Romen kıtaları Rus hududunu geçtiler. İtalyan hükümeti, Sovyetler Birliği’nin Roma Büyükelçisine bir nota tevdî ederek İtalya’nın bu sabah saat 5.30’dan itibaren Sovyetler Birliği ile harp halinde olduğunu bildirdi. Almanya’nın Sovyet hükümetine verdiği muhtıra Almanya’nın Ankara Büyükelçisi von Papen tarafından Hariciye Vekilimize tevdî edildi(…..) Almanya Büyükelçisi Ekselans von Papen’in bugün Hariciye Vekilimize tevdî ettiği muhtırayı aynen neşrediyoruz: ‘Alman Milleti, gelecek mücadeleye, yalnız vatan müdafaası için girişmediğini, aynı zamanda bütün medeniyet âlemini bolşevizmin öldürücü tehlikesinden kurtararak Avrupa’da hakiki sosyal kalkınma yolunu açma vazifesinin de kendisine mevdu bulunduğunu müdriktir….’”En küçüğü lisede okuyan çocukları, duyguların yansıtılmasını denetlemeyi öğrendikleri ev ortamında, ilk kez heyecandan kabına sığamıyan bir baba görüyorlar. Bir daha da onu böylesine sevinçli göremeyeceklerini henüz bilmiyorlar. Anababaları onları “buralı” yetiştirmeye özen gösterirken o güne dek anayurt özlemlerini pek aktarmamaya çalışmışlar. Yine de çocuklar, annelerinin “Kaleden kaleye şahin uçurdum” türküsünü ** duydukça gözlerinin dolmasını bu özleme yormuşlar. Babalarının hemşerileriyle birlikte her yeni yılı karşılarken “gelecek yıla memlekette girmek” dileğiyle kadeh kaldırdığını görmüşler. Radyodaki bu haberle babalarının bu düşü sonunda gerçek mi olacak? Almanlar Rusları yenecek… Rusya’daki Bolşevik yönetim devrilecek… Yirmi yıldır burnunda tüten yurduna dönebilecek… Geride bıraktığı, yıllardır haber alamadığı bacılarına kavuşacak… Başka başka ülkelere dağıldıkları için ayrı düştüğü yoldaşlarıyla “memleket”te buluşacak… Babaları dile getirmese de, sevincinin kaynağının bu umutlar olduğunu anlıyor çocuklar.Birkaç saat içinde ev, mutlu haberi kutlamak için gelenlerle dolup taşıyor.***
Kafdağı’nın ötesinden gelen son bey oğullarından biri olan İbrahim Bey’in öyküsünün başından başlamak için Kafdağı’nın ardına geçmek gerek.DEVAMI YARIN
*Rainer Werner Fassbinder, Lili Marleen filmini Lale Andersen’in öz yaşamöyküsünden esinlenerek çekti: https://youtu.be/iD8eThzIGqk
**Bu türküyü en yalın biçiminde dinlemek için Ruhi Su’nun sesinden bkz. https://www.youtube.com/watch?v=9MzUsHp1-Fo
“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”