4 Nisan 2015 Cumartesi gecesi 32. Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nin açılış konseri için MEB Şura salonundaydım. Giderken amacım hem açılış konserini dinlemek hem de eşi dostu görmekti. Çünkü orada olacağına emin olduğum kişilerin bir kısmını doğrusu tanımıyordum ama onlarla tanışıyordum kuşkusuz. Kısaca, aynı kültürel ortamı paylaşmaktan hoşlanan insanlardık. Bu da bir nevi akrabalıktı benim için. Biyolojik akrabalıktan ayrı bir değerde, tercihlerin buluşturduğu bir yakınlık, tanışıklık.
Ancak o gece eşi dostu göreceğimi düşünmenin yanında bir de endişem vardı hangi dostları görememe olasılığı vardı acaba! Çünkü otuz yıldır gittiğim bu festivalin dinleyicileri benim yaşımdan biraz daha büyük ya da biraz daha küçük ama üç aşağı beş yukarı (yeni tıbbi deyimle) orta yaşlılardık ya da biraz daha büyükler!
Başka?
Başka yoktu.
Genç dinleyici yoktu ortada birkaç kişi de ya bu yolun öğrencisi ya da büyüğünün koluna baston olmuş aile küçükleri.
Şimdi kime atacağız suçu da rahatlayıp oturacağız koltuğumuza. Ne yaptık son elli yılda senfonik müzik dinlemenin insanı nasıl zenginleştiren, düşünce dünyasını, o dünyanın yaratıcısı beyni nasıl işlevsel kıldığını, besleyen bir yol olduğunu örnekleyebildik gençlerimize. Çocuklarımıza ve hatta bebeklerimize.
Biz ne yaptık da “kardeşim bunlar klasik müzik sevmiyor, çağdaş sanatlara destek vermiyor, bir kere bile gelmediler konserlere” benzeri şeyler söylesek inandırıcı olur, böyle bir savunmayla konser salonlarının ıssızlığını açıklayabiliriz.
1994 Yılında Şefik Kahramankaptan’ın da içinde olduğu bir ekiple Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın Seul turnesine gittiğimde salonu tıka basa dolu görünce sevinmiştim, üstelik 1000 (bin) kişinin üzerinde dinleyici alan 5 (beş) salonları daha olduğunu duyunca kıskançlığım üzünce dönmüştü…Ve de asıl üstelik Koreli’ler klasik müzik dinlemeye 1945 yılında başlamışlardı!
Bu konuyu söyleşmek, tartışmak ve çare geliştirmek niyetiyle…