Bu kez köşeyi bir düşünür, bir sanatçı, bir de belgeselci birlikte kaptılar.
“Gerçeği söylemek, her zaman devrimcidir!”
Marksizm’le uzaktan yakından ilgili herkes, bu sözlerin sahibi Gramsci'nin adını duymuştur. Marksizm’in ünlü kuramcısı, İtalyan Komünist Partisi’nin kurucularından Antonio Gramsci (1861-1937), milletvekili seçilmiş olmasına bakılmaksızın Mussolini yönetimince hapse atılmıştı. Savcı, onunla ilgili iddianamesinde “Bu beynin çalışmasını 20 yıllığına durdurmalıyız” diyordu. 20 yıl hapse mahkûm edildi, ama hapisteyken beynini belki de daha fazla çalıştırmayı başardı. Tarihsel yorumlarına, Marksizm üzerine düşünmeye ve yazmaya odaklandı. Kafasını yorduğu konulardan biri de Faşizm yükselip işçi hareketleri etkisizleşirken işçi sınıfının neden devrimci olmaktan çıkıp Faşizm’e boyun eğdiği konusuydu. Bozulan sağlığı nedeniyle 8 yıl sonra hapisten çıkarıldığında 3000 sayfa yazmıştı. Veremden yaşamını yitirdiğinde 46 yaşındaydı.
Bugün bu köşeyi kapan üçlüden sanatçı olana gelirsek… Paris’te yaşayan İsviçreli sanatçı Thomas Hirschhorn yaptığı işler ışıltılı sergi salonlarında yüksek fiyatlara satılan bir sanatçı değil. O, “toplumsal yaralara parmak basan kışkırtıcı işler”iyle tanınıyor. ABD’nin saygın bir sanat kurumu olan Dia Foundation bu ünlü sanatçıyı New York’ta bir “anıt” yapmaya çağırmış. Şehrin neresine, kimin anıtını yapacağını sanatçıya bırakmışlar. Daha önce çeşitli Avrupa kentlerinde Spinoza, Bataille and Deleuze gibi düşünürler için “anıt”lar biliniyor. Ancak “anıt” denince, aklımıza mermerden bir yapı gelmemeli… Hirschhorn’un “anıt”ları geçici “anıt”lar, bir sergi alanına kurulmuş “pavyon”lar gibi…
Kendini Dada akımıyla, Joseph Beuys’la ilişkilendiren sanatçı, New York’taki “anıt”ını Gramsci için yapmaya karar veriyor. “Anıt”ına alan olarak da şehrin Bronx semtinde, sanat yapıtlarının sergilendiği alanlara uğramayan kesimlerin, karaderili ya da Latin kökenli yoksulların yaşadığı; işsizlik oranının yüksek olduğu bir yeri seçiyor. “Anıt”ın yapımında yöre halkını çalıştırıyor. Ortaya, sergi, sahne, bilgisayar, çocuk ve yeme-içme alanlarından başka küçük bir radyo istasyonuyla kitaplıktan oluşan bir “pavyon” çıkıyor. “Pavyon”un bir köşesinde de Gramsci’nin tarağı, terlikleri ile cüzdanı duruyor. Kontrplak, mavi muşamba tente, kahverengi paket bantları, pleksiglas, alüminyum folyo gibi malzeme kullanılarak oluşturulan bu “pavyon”u bir Amerikalı muhabir, “kıyametten kurtulanların evi”ne benzetmiş! Sanatçı, bu “anıt”la olay yaratmayı, Gramsci’ye yeni tanışlar bulmayı, onu bugün yeniden düşündürmeyi amaçladığını söyleyerek ekliyor: “Antonio Gramsci’ye duyduğum sevgiyi düşüncenin sonsuzluğuna duyduğum sevgiyle açıklayabilirim. Yaptığım iş, bunu paylaşmak, bunu doğruluğunu kanıtlamak, bunu savunmak ve buna biçim vermekten oluşuyor.” Ünlü düşünürün “işçi sınıfının kendini eğiterek, örgütleyerek, kendi kurumlarını oluşturarak egemen kültürü değiştirebileceği” biçiminde özetlenebilecek görüşünü acaba bu işiyle bir anlamda gerçeğe mi dönüştürmeyi amaçladığını soranlara ise karşı çıkıyor: Yaptığı işin bir sanat olduğunu, “anıt” biçiminin bir çeşitlemesini yaptığını söylüyor. “Anıt”ın çeşitli yerlerine püskürtme boyayla yazılmış sözlerle de bunu açıklamak istiyor olmalı: “Sanat direniştir: estetik, kültürel, siyasal alışkanlıklara karşı direniş!...”
“Anıt”ın kalıcı olmadığını söylemiştik: 15 Eylül 2013’te kapandı. Yok, yanlış okumadınız; biz de yanlış yazmadık: “Anıt” 2013’te gerçekleşen bir projeydi! Bu proje bağlamında düzenlenen seminerler, konferanslar, geziler de bitti. Ama biz “Gramsci anıtı”nın öyküsünü bir belgeselde izleyebiliyoruz. İsviçreli belgeselci Angelo Alfredo Lüdin, hemşehrisinin bu çalışmasını kalıcılaştırmış. 2015 başında gösterime giren Thomas Hirschhorn- Gramsci Anıtı belgeselinde, mitleştirilen, tartışılan ve gizemini koruyan ünlü sanatçıyı hem çevresiyle yaşadığı, hem de kendi içindeki karmaşayla tanıtıyor. Bunu yaparken bir yandan da “anıt”ın yapımına katılan Bronxlu insanları, Hirschhorn’un onlarla ilişkisini de anlatıyor. “Sanat değiştirebilir” kanısındaki sanatçı ile onun yapıtına katılanların yaz boyunca yaşadıkları deneyimi aktarıyor. Yaşamlarında sanattan çok yoksulluğun, işsizliğin, suçun yer aldığı insanlarla kendini sanata adamış insan arasında çatışmaların, anlaşmazlıkların olması kaçınılmaz. Seçkin- halk çelişkisini, siyahlarla beyazlar arasındaki çelişkiyi de yansıtan Lüdin’in filmi, sanat, siyaset ve tutkunun anlatıldığı bir belgesel…
Kültür dediğimiz şey, ayrı görünse de iç içe birçok alandan oluşuyor. Felsefe, edebiyat, sanat, sinema ve müzik birbirine yabancı olabilir mi? Örneğin, İdil Biret’i İdil Biret yapan onun mükemmel müzik bilgisi dışında tüm bu alanlarla ilgili bir “entelektüel” olması değil mi? “Entelektüel” deyince, Gramsci’nin kafa yorduğu kavramlardan biri de bu. “Her insan entelektüeldir” diyen Gramsci’nin Hapishane Defterleri’ni mi okumalı şimdi? Yoksa Thomas Hirschhorn’u mu yakalamalı bir yerlerde? En kolayı Lüdin’in filmini bulmak…