Norveçli yazar ve romancı Thorvald Steen (1954), Pakistan asıllı Britanyalı ateist yazar ve film yapımcısı Tarık Ali (1943) ile 2010 yılında oturmuşlar bir oyun yazmışlar.
Bu oyun, İskender’den Aslan Yürekli Richard’a, Haçlı ordularından Napoleon’a, Hitlere ve modern zamanlarda Amerika Birleşik Devletleri’ne varıncaya kadar defalarca topyekûn saldırılara ve istilalara maruz kalmış, direnen ve bağışlayan Doğu’nun ya da Müslüman orduları kumandanı barışçı ve bağışlayıcı Selahaddin Eyyubi'nin (1138-1193) destanı niteliğinde.
Kendini hiçbir dine yakın hissetmediğini ve bütün dinleri aynı değerde gördüğünü söyleyen Steen, birçok kitabında dinler arasındaki etkileşimleri ve diyalogları işleyen bir yazar. İslam dinini tarih boyunca kendinden önce hüküm sürmüş Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerini bastıran değil, onların mirasçısı olarak algılandığını söylüyor.
Etkilendiği tarihsel karakterse, Dante'nin “İlahi Komedya”sında da yer almış olan ve cehennemdeki ilk daire olan Limbus (VI. Canto)’da anarak (Vidi quel Bruto che cacciò Tarquino, /Lucrezia, Iulia, Marzia e Corniglia;/e solo in parte vidi 'l Saladino) “cennete girecek tek Müslüman” diye söz ettiği Eyyubi. Ve Eyyubi’nin Kudüs'ü Hıristiyanlardan geri alırken hiç bir intikam duygusu gütmemesi ve kentlerdeki herkese dinlerini ve kültürlerini özgürce yaşamalarına izin verişi.
Gel gelelim Thorvald Steen’in ve Tarık Ali’nin gerek tematik seçimlerinde gerek diyalog yazmada yaratıcılık eksikliği var. Olayların, durumların, konumların birbirleriyle ilintileri bağlamında mantık yanlışları, boşlukları bulunmakta… Eserde, uzuuun ve içeriksiz konuşmalar bulunmakta. Mantıksal ya da tematik bir dayanak/gerekçe olmaksızın, sahneler, durumlar, ilişkiler bir yerden bir yerlere saçılmakta, savrulmakta.
Hal böyle olunca, Cumimam’a da örnek olabilecek güzelim tema, Şakir Gürzumar’ın bütün çabasına, Alpaslan Karaduman’ın mükemmel koreografisine/hareket düzenine, Yakup Çartık’ın güzelim ışıklandırma zevkine, Şirin Dağtekin Yener’in dekor-kostüm tasarımlarına, Tolga Evren ve Celal Kadri Kınoğlu’nun “cansiperane” oyunculuklarına rağmen eser “oyun” olmamış.
Bu arada, Cenk Taşkan’ın bestelerine bir itirazım yok da, Schubert’in (1797-1828) 1828 yılında bestelediği “Ave Maria”nın Üçüncü Haçlı Seferleri'ne (1189-1192) fon teşkil etmesi de ne ola ki, içinden çıkamadım!
Diğer taraftan, galalara Genel Müdür ve de İstanbul Müdürü neden katılmıyorlar vallahi meraktan çatlamaktayım.