Ankara Radyosundan bir dostum beni arayarak 2 Kasım günü bir konser kaydını yapacağımızı haber verdi. Borusan Kuartet konseri olduğunu öğrendiğimde keyfim yerine gelmedi değil. Grubun üyeleri ile tek tek çalışmışlığımız olsa da dörtlü olarak ilk kez bir kayıt yapacak olmak ayrı bir deneyim olacaktı.
Esen Kıvrak, Olgu Kızılay, Efdal Altun ve Çağ Erçağ'dan oluşan ekibe bu konserde piyanist Gökhan Aybulus da artı bir olarak katılmış ve bence iyi de etmiş. Konser programında Şostakoviç ve Erkin'in piyanolu beşlilerinin seslendirilmesi bütünlük açısından tamamlayıcı olmuş. Hem Şostakoviç hem de Erkin seven bir tonmayster olarak bu programı kaydetmek de benim açımdan keyifli oldu tabii ki.
Eserlerin nasıl seslendirildiği konusunda yorum yapmayacağım. Bu konuyu benden çok daha yetkin isimlere bırakmayı yeğlerim. Değinmek istediğim konu programda yer almayan ve gecenin sürprizi olarak ortaya çıkan iki türkünün seslendirilmesi. Konserin ikinci yarısının başında viyolacı ve bana göre espri fabrikası Efdal Altun dinleyiciye dönerek programda yer almayan iki türkünün düzenlemesini seslendireceklerini söyledi. Türkülerden ilki Oğuzhan Balcı'nın düzenlemesini yaptığı Karahisar Kalesi ve ikincisi de söz ve müziğini Özhan Eren'in yazdığı, İlyas Mirzayev'in Borusan Kuartet için düzenlediği Sarıkamış türküsüydü.
Yıllardır yaptığım kayıtlar sırasında Türk yorumcuların neden Türk bestecilerin eserlerini seslendirme konusuna sıcak bakmadıklarını ya da Türk bestecilerin Türk halk müziğine soğuk baktıklarını merak etmişimdir. Günümüz genç bestecileri bu konuya eğilseler de Türk Beşleri'nden sonra ne yazık ki bu çaba hem geç kalınmış hem de sayıca az olmuştur. Oysa 1936 yılında Bela Bartok'un Ankara Halkevi'nde verdiği konferansın ana fikri tek cümlenin altında yatmaktaydı: Çağdaş Türk Müziği, Türk halk müziği üzerinden yükselecektir.
Çok seslemeye bu kadar yatkın türkülerimiz varken genç bestecilerin neredeyse bu sonsuz kaynaktan uzak kalmaları kanımca Çağdaş Türk müziğinin dünyada hak ettiği yeri bulamamasının önemli nedenlerinden biri. İşte bu nedenle Borusan Kuartet'in programda yer verdikleri bu iki türkü hem genç bestecilerin halk müziğine verdikleri önemi göstermek hem de onların düzenlemelerinin konser salonlarında yer bulması açısından çok önemliydi. Bu sürprizin konserin sonunda değil de ortada olması Şostakoviç'ten Erkin'e geçiş için mükemmel bir köprü oluşturdu.
Sadece başarılı yorumları ile değil, ayrıca dinleyici ile bütünleşen programları ile Borusan Kuartet bu alanda ülkemizin gururu olmaya devam ederken, bir yandan da ülkemizin müziği açısından acı bir sorunu da gündeme getiriyor. Başta konservatuarlarımız olmak üzere müzik eğitimi veren kurumlar genç müzisyenlere kolektif çalışmalar yaptırmak yerine bireysel çalışmalara yönlendiriyor. Bir ülkeden solist çıkması kadar oda müziği alanında da ekiplerin çıkması bir o kadar önemli. Yurt dışında neden bu kadar oda müziği grubunun olduğu ülkelerin sosyolojik incelemesi yapılarak da cevaplanabilir. Bireysellikten daha çok ortak üretime önem vermek...
Ancak ne yazık ki oda müziği konusunda hayatta kalmayı başarmış örnekler tek tek sayabileceğimiz kadar az. Bu nedenle sadece müzik alanında değil, genel anlamda da ülkemizde kolektif bilinci yeterince oluşamıyor.
Hiçbir şey için değilse bile birlikte on yılı aşkın süre üretim yapan Borusan Kuartet'e bunun için teşekkür etmek gerekiyor. Bu ülkede iyi şeylere ihtiyaç var ve Borusan Kuartet verdikleri konserlerle dinleyiciye sadece güzel müzik değil, ruhuna da iyi gelecek şeyler veriyor.
Yazımın sonunda her bölüm arasında gelerek konser kaydımı ve ambiyansı mahveden "alkış faciası" üzerine bir şeyler yazacaktım ama dileyen okuyucularımız daha önce yazmış olduğum "Konser, Kayıt ve Alkış" başlıklı yazımı okuyabilirler.
Güzel şeylerin devam etmesi dileği ile...