İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 25 Mart Cuma akşamı Caddebostan Kültür Merkezi'nde verdiği konserini Antonio Pirolli yönetti. İDSO solistlerinin yer aldığı konserde Antonin Dvorak'ın Nefesli ve Yaylı Serenatları seslendirilirken, başkemancı koltuğunda her zaman olduğu gibi Ayşe Özbekligil yer alıyordu.
Orkestranın yıllık programları içine bu tarz "Oda Orkestrası" konserleri koymasını açıkcası seviyorum. Bu hem orkestranın kendine olan güvenini ortaya koyması hem de alışık olduğumuz "Uvertür - Solist - Orkestra" diziliminin dışına çıkmak adına güzel oluyor.
Cuma akşamı verilen konserin ilk yarısında seslendirilen Antonin Dvorak'ın Op. 44 Nefesli Çalgılar İçin Re minör Serenadı 1878 yılında bestelenmiş. Alman besteci ve müzik eleştirmeni Louis Ehlert'e ithaf edilen eser ilk olarak besteci yönetiminde Prag'da seslendirilmiş. Johannes Brahms'ın ünlü kemancı Joseph Joachim'e yazdığı mektupta "Bu kadar taze bir etki bırakan büyük ve büyülü bir yaratıcılık bulmak oldukça zor..." diye nitelendirdiği eser, yapı itibarı ile de ilginç. Nefesli grubunun içinde viyolonsel ve kontrbasın bulunması eserin bu ilginç yapısını ortaya koyuyor.
Orkestra içinde nefesli grubunun yeri bana göre bir başkadır. Çünkü nefesli grupları yaylı gruplarına göre daha göz önündedir, yapılan yanlışlara saklanma imkânı tanımaz. Hele ki Cuma akşamı seslendirilen Nefesli Çalgılar Serenadı hata kaldırmayacak eserlerden biriydi.
Yazımın bu noktasından itibaren bana kırılacak isimlerin olduğunu bilmekle birlikte, mikrofonların yalan söylemeyen aletler olduğunu hatırlatmak zorundayım. Burada hep belirttiğim gibi yazılarım orkestrayı ya da gelen solistleri eleştirmek üzerine değil, kayıt masama nasıl yansıdıkları üzerine.
İDSO'nun nefesli grubu içinde maalesef "zayıf halka" Korno grubu. Korno, yapısı nedeni ile çalınması en güç nefesli çalgılardan biri. Senfoni ya da konçerto gibi eserlerde zaman zaman gelen solo partileri ile esere güç katarken, olabilecek talihsiz bir durumda eseri yıkacak "başka bir güce" de sahip. Kırk dakikalık eserin Otuz Dokuz dakikası iyi giderken bir dakikasındaki Korno faciası dinleyicinin aklında işte o "bir dakikayı" bırakabiliyor.
Bu nedenle Cuma akşamı seslendirilen Nefesli Çalgılar Serenadında da durum aynen bu oldu.
DVORAK'IN NOTALARINDAKİ ROMANTİZM
Dvorak seven dinleyicilerin ilk üçünde yer alan bir eser varsa büyük ihtimalle o da Op.22 Yaylı Çalgılar İçin Mi Majör Serenattır.
Sadece iki hafta içinde bestelenen beş bölümlük serenat, ilk olarak 1876 yılının Aralık ayında Prag'da Adolphe Cech yönetimindeki Prag Filarmoni Orkestrası tarafından seslendirilmiş. Dinleyicinin kulağında yer eden ikinci bölüm eserin en vurucu bölümü olarak karşımıza çıkmakta. Filmlerde de kullanılan bu bölüm, bana kalırsa Dvorak'ın romantizmini de vurgulaması adına önemli.
İDSO konserin ikinci bölümünde açıkcası daha iyi bir performans sergiledi. Buna esere biraz daha aşina olması da etki etti diyebiliriz.
İĞNE VE ÇUVALDIZ
Genel olarak orkestra yönetiminin bu tarz "zor" konserler için önlem alması gerektiğini düşünüyorum. Bir haftalık rutin provaların bazı eserler için yetmediği ortada. Bu gibi durumlarda hafta içinde ek prova yapılması bir çözüm olabilir mi bilmiyorum. Ya da yeni bir eser repertuara eklenecekse, bu konserleri açılış haftasına veya sezon başına denk getirerek, orkestranın formunun taze olduğu dönemde seslendirilmesi daha uygun olabilir.
Sonuç olarak elimizde İDSO gibi bir kurum var. Bu orkestranın A+ bir orkestra olmasını kayıtlarını yirmi yıldır yapan biri olarak en çok ben isterim.
Ancak bunun gerçekleşmesi için bir çok etkenin de bir araya gelmesi gerekiyor. Örneğin orkestranın daimi bir şefinin olması...
Dünyaca ünlü orkestralar, onları yöneten şeflerle anılır genelde. Berlin Filarmoni Orkestrası'nın Herbert von Karajan ile anılması gibi. Şef bir solist ise, çalgısı da o orkestradır. Bir çalgıyı her hafta başka bir solistin çalması çeşitlilik ve başka başka yorum dinleme zevki verse de, çalgıya adapte olacağı beş gün her solist için yeterli olmayabiliyor.
Bu nedenle İDSO'nun yıllardır çözemediği daimi şef sorunu çözülür mü, çözülebilir mi bilmiyorum ancak orkestranın temelinde yatan sorunlarından biri bu.
Doğal olarak mekânından kopartılmış bir orkestranın her hafta göçebe edilmesi, orkestra yönetiminin her yıl bu mekânlarla yeniden anlaşma sağlamaya çalışması, devletin katkısının yetersiz olması nedeni ile sponsorluk anlaşmaları yapmak durumunda olması, yeterince turne düzenleyememesi, albüm yapamaması gibi bir sürü etkeni de eklersek, İDSO'nun sanat icra etmekten çok bürokrasi ile mücadele etmeye çalıştığını da görebiliriz.
Orkestralarımızı yurtdışındaki orkestralarla kıyaslarken oradaki devletin sanat politikalarını da göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Sadece devlet değil, halkın da sanata bakış açısını düşünmemiz gerekiyor.
Maalesef bu işler bir bütün ve bu bütünü oluşturan parçalardan biri eksik kaldığında bütünlük sağlanamıyor.
Yazımı Mustafa Kemal Atatürk'ün bu konuda söylediği çok önemli bir sözle noktalamayı uygun buldum: SANATSIZ KALAN MİLLETİN HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞ DEMEKTİR.
Sanatçılar ve sanat severler olarak bu damarı onarmak bizim görevimiz. Bu nedenle bir an önce başımızı önümüze alarak ne yapabiliriz bunu tartışmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor.
Gelecek hafta buluşuncaya kadar herkese sanat ve müzik dolu bir hafta diliyorum.