Terör saldırıları olmasa, Türkiye dünya kamuoyu gözünde “güvensiz ülke” konumuna düşmeseydi, 1 Nisan gecesi CSO’da müthiş Fin kemancı Elina Vahala’yı Samuel Barber keman konçertosunu icra ederken dinleyecektik. Orkestrayı da Amerikalı şef Eugene Tzigane yönetecekti. İptal ettiler. Türkiye’yi çok iyi tanıyan, eşi de Türk olan şef Howard Griffiths ve Macar çellist Miklos Perenyi de önceki hafta gelişlerini iptal etmişlerdi.
CSO kendi olanaklarıyla 1 Nisan konserini, 17 Nisan’da Katar’da verecekleri konserin programıyla düzenledi. Şef Rengim Gökmen ve CSO’nun kadrolu solisti olan Gülsün Onay’la bir “Türk Bestecileri” konseri hazırlandı. Orkestranın, solistin ve şefin iyi tanıdığı, daha önce değişik yıllarda defalarca seslendirdikleri eserler seçildi.
İlk eser, Cumhuriyet dönemi ikinci kuşak bestecilerinden, Ferit Tüzün’ün (1929-1977)’de bir bale olarak Akbank’ın siparişiyle bestelediği ama sahnelenemediği için orkestra eserine dönüşen Çayda Çıra’ydı. Uluslararası piyanistimiz Gülsin Onay’ın, dünyanın çeşitli ülkelerinde seslendirerek tanıtımını etkin biçimde yaptığı, Adnan Saygun’un (1907-1991) 1. Piyano Konçertosu seçilen ikinci eserdi. Konser Ulvi Cemal Erkin’in (1906-1972) 2. Senfoni’siyle sonlanacaktı.
Tüzün’ün, sipariş koşulu olan “modal, tonal ve folklorik” niteliklerde bestelediği Çayda Çıra’nın akışkan seslendirilişinin ardından Gülsin Onay sahneye gelerek yıllardır özümsediği Saygun konçertoyu eserin tüm enerjisini dinleyiciye aktararak seslendirdi. Rengim Gökmen’in yönetimindeki özenli eşlikle eser başarıyla seslendirilmiş oldu.
Yoğun alkış karşısında Gülsin Onay bis parçası olarak Beethoven’in 1801 yılında bestelediği Op.27 dizisinden 2 No’lu "Sonata quasi una fantasia" başlıklı, sonradan “Ayışığı” adı takılmış olan Do diyez Minör sonatın Adagio sostenuto tempodaki giriş bölümünü seslendirdi. Saygun’un volümlü konçertosunun ardından, bu lirik bölüm dinleyiciyi dinginleştirdi. Alkışlar kesilmeyince Gülsin Onay orkestaraya parmağıyla “bir küçük parça daha” işareti yaparak, bu kez gene Saygun’un etüdlerinden birini seslendirerek veda etti.
Konserin ikinci yarısında Ulvi Cemal Erkin’in 1948-51 yılları arasında taslağı üzerinde çalıştığı, 1952’de yazmaya başlayıp 1958’de tamamladığı, aynı yıl prömiyeri Karl Oehring yönetimindeki Münih Filarmoni Orkestrası’nca Almanya’da yapılan 2. Senfoni’sini dinledik. Bestecinin, İstanbul’un makamsal, Anadolu’nun halk müziklerinden esinli bu senfonisinin ikinci bölümünün Mevlevi ayin müziğinden etkilenerek yazılmış olması, esere mistik bir hava da katmıştır. Büyük orkestranın tüm olanaklarını kullanmaya çalışan Erkin eserin son bölümünü, 1943’de dans rapsodisi olarak bestelediği Köçekçe havasında yazmıştır. Eserin özgün el yazmasında, bölümün başlığı da “Allegro alla köçekçe” biçimindedir.
Senfoni, özellikle tüm üflemeli gruplar ve vurmalıların önemli katkısıyla başarıyla seslendirildi.
Salondan çıkarken bir hanımın yanındaki arkadaşına tepkisel bir eda içinde “ Almış Köçekçe’yi iki nota eklemiş, olmuş sana senfoni” dediğine kulak misafiri olmak zorunda kaldım. Belli ki eseri beğenmeyen bu hanım, ilk iki bölümü bir kenara atarak, son bölümdeki Köçekçe’nin etkisiyle, büyük araştırma ve emek sonucu ortaya çıkmış senfoniyi “iki nota”ya indirgeyip hüküm vermekte beis görmemişti.
Erkin’in, birinci senfonisinde nasıl bir bölümü “Horon”la işlediyse, ikincisinde de finali canlı bir Köçekçeye ayırmış olması, her iki eserinde de yerel ve oryantal ögelere yer vermesi, senfonilerin yurt dışında da ilgi görmesini sağlamıştır.
CSO, bu programı 17 Nisan günü Katar’da aynı kadroyla seslendirecek. Büyük ilgi göreceğine eminim.