Bu hafta sağlık sorunları nedeni ile maalesef İDSO konserini kayıt edemedim. Bazen bütün aksilikler bir araya gelir ya, işte o aksilikler bu hafta konserin solisti olması beklenen Emre Günay'ın da başına gelmiş olacak, partisyonlar teknik aksaklıklar neticesinde yetişmeyince konseri başka bir tarihe ertelendi.
Yine de bu yazı İDSO üzerine olacak.
Geçen gün Facebook üzerinden orkestra müdürü arkadaşım Sezai Kocabıyık'ın paylaşımını okuduğumda ilk başta ne olduğunu anlayamadım.
12 Nisan tarihli bu köşe yazısında orkestranın 8 Nisan tarihinde verdiği konserinde, orkestra üyelerinin "bitse de gitsek" havasında olduğunu, orkestra performansının çok kötü olduğunu ve en önemlisi "memur sanatçı olur mu diye düşünenler haklı mı?" gibi düşünceler paylaşılmıştı.
Buradan bir polemik başlatma niyetinde değilim. İDSO'yu savunacak bir yazı da yazmayı düşünmüyorum. Ancak yazıyı baştan sona okuduğumda konseri kaydeden, orada duyum açısından en iyi pozisyonda olan, her şeyin ötesinde bu siteden konser üzerine yazı yazan biri olarak benim izlediğim konserle, üzerinde yazı yazılan konser arasında bu kadar fark nasıl olur gerçekten merak ettim.
GERÇEKTEN YARGISIZ İNFAZ MI?
Rus şef Mikhail Iskrov yönetimindeki İDSO, 8 Nisan tarihli konserinde yazımda da belirttiğim gibi geçmiş haftalara oranla çok daha iyi bir performans sergilemişti. Gerek uvertürde, gerekse eşliklerde konsantrasyonu daha sağlam ve şefle oldukça uyum içindeydi. Bu konseri zaten 4 Mayıs Çarşamba akşamı TRT Radyo 3'te Bir Konser programında yayınlıyor olacağım.
Yazıda belirtilene göre orkestra üyeleri "bitse de gitsek" havasındalarmış.
İşim gereği hem sahnede, hem de kuliste olan biri olarak bunun olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Orkestra üyelerinin Keman sanatçısı Aimann Mussakhajaveva'yı dinlemekten ve ona eşlik etmekten ne kadar heyecan duyduklarını biliyorum. Bunun dışında Poloveç Dansları hiç de ruhsuz çalınmadı.
Sorun şurada ki, eleştiri yapılırken nereye gideceğine ve arkasında ne olduğuna dikkat edilmesi gerekiyor.
Bu noktadan sonra bu tarz eleştiri yapan kişileri şu konular üzerinde bir daha düşünmeye davet ediyorum.
28 Haziran 2008 tarihinden bu yana İDSO, İDOB ve DT gibi kurumlara ev sahipliği yapan Atatürk Kültür Merkezi'nin kapalı olması nedeni ile bu kurumların göçebe edilmesi, onları nasıl etkilemektedir bu hiç hesaba katıldı mı?
Bu orkestra tütün deposundan bozma bir binada provalarını yapıyor.
Bir orkestra konser vereceği salonun akustik ambiyansına alışmak ve buna göre prova yapmak durumundadır. Bunu temin etmediğiniz durumda ise konserden birkaç saat önce yapılan prova ile o konserden doğru tını elde etmek ne kadar olanaklıdır?
Özellikle İDSO yönetiminin her konser sezonu öncesi "acaba bu yıl kendimize bir yer bulabilecek miyiz?" endişesi yaşaması ve bu endişe ile çıkılan konserlerden ne kadar performans beklenebilir?
Bir konserde çalınacak her eser için ödenecek telif, solist ve şeflere ödenecek her kalemin bir bedeli olduğu günümüzde ne kadarı Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılanmaktadır?
İDSO’ya sponsor olan kurumlar elbette katkıda bulunmaktadır. Ancak bu katkı Kültür ve Turizm Bakanlığının verdiği bütçe sonrası eksik kalan kısımlara yetmekte midir?
Aklıma bunun gibi nice sorular gelmeye devam ediyor. Ancak her zaman olduğu gibi bir noktadan sonra işin politik kısımları başlıyor ki bu portal kültür ve sanat üzerine, bu nedenle işin bu boyutundan bakmak gerek.
İĞNE VE ÇUVALDIZ
İDSO ve benzeri kurumların bugün karşı karşıya olduğu en büyük tehlike, henüz açıklanmamış “yeni kültür paketi”nin Demokles'in Kılıcı gibi tepelerinde sallanıyor olmasıdır.
Yazıda da anılan "Memur sanatçı olur mu?" gibi bir soruyu sormak şu an için çok gereksiz ve tehlikelidir. Ülkemizde bir gelenek hâline gelen "Sallandıracaksın şurada iki - üç kişiyi bak bir daha yapıyorlar mı?" sorusunun eş anlamlısıdır bana göre.
Önemli olan bu memur sanatçının denetlenebilmesi ve performansının düşmemesini sağlamaktır. Bunun için de sağlam bir denetim mekanizması ve sanatçının imkânlarının belirli standartların altında olmaması gerekir.
Bunun için de:
Öncelikle denetim mekanizmasının ahbap-dost ve iktidar ilişkisi içinde olmaması, yani bağımsız ve tarafsız olmasını sağlamak gerekir.
Sanatçıların çaldıkları enstrümanların bakımlarının, ihtiyaçlarının, konser salonlarının, kulislerinin ve çalışma ortamlarının dünya standartlarını yakalamış olması gerekir.
Bunlar sağlandıktan sonra en önemli mesele, mesleğinin gereğini yapan ile yapmayanı ayırt etme, yani ödül - ceza sisteminin tarafsız ve işlevsel olmasını sağlamak gerekir.
Yukarıda saydığım şeylere katılırsınız ya da katılmazsınız. Ancak ülkemizde sanat kurumlarının içinde olduğu durum bana göre bu...
Sanat kurumlarının yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyduğu ortada. Ancak bu yeniden yapılanma iktidarın istediği gibi olursa burada sanat kurumlarının özerkliğinden bahsetmek hayalden öteye gitmez.
İDSO’YU ELEŞTİRİRKEN
Yirmi yıldır kayıtlarını yaptığım bu kurumun gerçekten çok iyi ve bir o kadar da kötü konserlerine şahit oldum. Bir orkestranın her hafta mükemmel konser vermesini beklemek güç, bunun olabilmesi için bakanlığın kurumlarına sahip çıkarak öncelikle dünya standartlarında bir konser ve performans salonuna kavuşmalarını sağlaması gerekmekte.
Bunun dışında İDSO’nun neden bir birinci şefi yok? Varsa ataması neden yapılmıyor? Teknik ve Yönetim Kurulunun başında olması gereken mercii özellikle mi boş bırakılmakta?
Sonuç olarak bir orkestra bu kadar sekteye uğratılırken, orkestranın her şeyi dört dörtlükmüş ama orkestra üyeleri işlerinden bıkmış gibi olduğunu söylemek bence haksızlık gibi geliyor.
Eleştirmek yapıcı olduğu sürece güzeldir. Ancak sorunların temeline inmeden yapılan eleştiri en iyimser durumda "Ahkâm" kesmek olur.
Sanat ve müzikle kalmanız dileği ile.