“Bütün hızı” ile “raks” ederken “göğsünde”n çıkarılan “gül”ler, “şal”a sarılıp “işveyle devriliş”ler, “zil”leri dillendirmeler, “yelpaze”nin o kıvrım-kıvrım kıvrılan bileklerde “sihirli” “dönüşleri” ile “Endülüs”ün “şevk akşamları”…
Tersi görüşte olduğumdan, Ankara’nın yalnızca İstanbul’a dönüşünü sevmesinden ötürü Yahya Kemal’le yıldızım hiç barışmamıştır. Ancak onun, Münir Nuretttin’in besteleyip özellikle Nesrin Sipahi’nin seslendirdiği “Endülüs’de Raks”ının dizeleri, bu kez iki akşam boyunca beni bir türlü bırakmıyor.
Eşim dahil çoğunluğu tıp dünyasından 14 kişilik kapalı bir grupla 2-6 Nisan arasında “Endülüs” (Andalus, Andalucia)deyiz. Kendimizi, İspanyol eşiyle uzun süre İstanbul’da yaşayıp sonunda Madrid’e yerleşen deneyimli rehber Murat Müftüoğlu’nun (+34 653 98 28 09, kendi başlarına gitmek isteyenlere hararetle önerilir) “sıkıştırılmış program”ına terk etmişiz. Bir gecemizi Sevilla’nın, kaçak aşkların ve aşıkların yuvası olarak bilinen Santa Cruz’unda, bir gecemizi de “Gırnata”da(Granada) Çingene nüfusun ağırlıklı olduğu Sacromonte’de FLAMENKO izlemeye (ve de dinlemeye) veriyoruz.
Sevilla, çingene hüznü ile neşesinden kaynaklanan FLAMENKO’nun başkenti. FLAMENKO bir bakıma, dağlara sığınan Müslümanlarla zaten dağlarda yaşayan Çingenelerin “mazlum dayanışmalarının” ürünü. “İspanyol Arabeski” olarak tanımlayabileceğimiz FLAMENKO, basit ama etkili sözlerle acıları, aşkları ve yasak aşkları, olanaksızlıkları, toprak ağalarının zulmünü, kıskançlıkları, yoksullukları, matadorları, boğa güreşlerini…anlatıyor. Vücut dilinin ve figürlerinin hepsinin anlamı var.
Santa Cruz’da Calle de Maria Auxiliadora No:18’deki 500 kişi alabilen Palacio Andaluz’un 4 Nisan 2016 akşamki gösterisi tam 21.30’da başlıyor. Koltuklar-Halılar-Perdeler “üç defa kırmızı”. Ya sinema izler gibi sıralanmış sandalyelere “bir bardak içki dahil”(genelde sangria yeğleniyor) oturuyorsunuz. Ya “tapas” ile içki, ya da masada içkili yemek alıyorsunuz. Danslar tek kadın/tek erkek/kadın-erkek/3 kadın/3 erkek/3 kadın-3 erkek gibi farklı kombinasyonlarla, bazen solist(ler) eşliğinde, bazen de enstrümantal olarak 1,5 saat boyunca sürüp gidiyor.
Programın ilk yarısında “kırmızılı kadın” Mario de Amara’yı ilgiyle izlerken, sonlarda “esas kadın” Rocio Palacio’nun daha usta figürlerine tanık oluyoruz. Bana sorarsanız, “Bailaor” denen erkek dansçılar, tüm “çırpınmalarına-topuk inceliklerine-diz dövmelerine-sert dönüşlerine-kurşun gibi bakışlarına” karşın, o inanılmaz gösterişli “Bailaora”ların sadece eşlikçileri hatta dekorları.
İkinci gecenin FLAMENKO durağı, bu kez Granada’nın Sacromonte kesiminde Cueva de La Rocio. Kapadokya’daki gibi kayalara oyulmuş yaklaşık 3,5 metre eninde ve yüksekliğinde, 20 metre uzunluğunda, yarım dairemsi bir tünel düşünün. 80 kişi alabilen bu koridorun iki duvarı boyunca, hasır oturaklı seyirci sandalyeleri dizilmiş. Tünel girişinin sağındaki daracık köşe soliste ayrılmış. Simetrik köşede ise gitarist oturuyor. Bu gecenin programı 23.00’de başlıyor. Genelde tek, ara sıra da çift olan dansçılar (çoğunluğu akraba), tünel girişine gerilmiş basit bir perdeden ortaya atıyorlar kendilerini.
20 metrelik koridorun ahşap tabanı boyunca bir uçtan bir uca süzülerek 1 saat boyunca parmak şıkırdatıyor-topuk tıkırdatıyor, zaman zaman da soliste eşlik ediyorlar. Programın son çeyreğinde en az 55’lerinde olduğunu sandığımız “baş dansçı” İsabel, ateşini ve coşkusunu yılların ustalaşmış ayakları ile çok iyi harmanlayarak tüm parsayı topluyor. Ancak yine de aklımız, “raks ortasında duruşu”, “baş çevirmesi” ve “öldürür gibi bakışı” olan, “gül tenli-kor dudaklı-kömür gözlü-sürmeli” ama kakül”süz; sanki “şeytan”ın Yahya Kemal’in ağzıyla “yüz kerre” değil, Münir Nurettin’in vurgulamasıyla “sarmalı” ve de “bin kerre öpmeli”yi onun için dediği, bu gecenin “kırmızılı kadın”ı Sandra’da (gezgin dostumuz Sevtap Sağnak’ın fotoğraf karelerine dikkat !) kalıyor.
Sahi, Endülüs’te Raks’ın kulağımızın anladığı kadarıyla çok uygun olan ritmini, bir “Flamenkograf”(!) çıkıp da FLAMENKOya uyarlayamaz mı acep ?