Tepebaşı İzlenimleri / 1
Çocukların sevincini, coşkusunu izlemek, cıvıltılarını duymak çok keyif vericidir. Şimdiye kadar çeşitli salonlarda, 23 Nisan’larda çocuk coşkularına çok tanıklık ettim. Ama o çocukların çoğu, “dinleyici” sıralarında kendileri için sunulan gösteriler karşısında sevinip cıvıldaşanlardı. Yaşamımda ilk kez 370 çocuğu birden, dinleyici sıralarında değil coşku içinde “sahne”de, 26 Nisan gecesi Eskişehir’de gördüm. “İki Elin Sesi Var” adı verilen Tepebaşı Belediyesi Çocuk Orkestrası ve Korosu sahnede, aileleri, öğretmenleri ve halk ise dinleyici sıralarındaydı.
Aslında SANATTAN YANSIMALAR’daki okurlarımız, öykünün başından beri nasıl geliştiğini anımsayacaklardır. El Sistema örneği İstanbul’daki Barış İçin Müzik Vakfı Çocuk Orkestrası’ndan yola çıkarak Viyolonsel sanatçısı Prof. Ozan Tunca’nın önerisini uzak görüşlülüğüyle benimseyen Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın hızlı karar ve adımlarla, projenin yaşama geçirilmesini sağladığını, haberler, söyleşilerle sizlere aktarmıştık.
Ancak, orkestranın bir konserine tanıklık etmek, yoğunluk ve çakışmalar nedeniyle bir türlü mümkün olamamıştı. Tepebaşı Belediyesi’nden 26 Nisan’da, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin 1300 kişilik salona sahip Atatürk Kültür Merkezi’nde verecekleri konser için davet alınca atlayıp gittim.
HERŞEY AMACA UYGUN...
Çocuk müzisyen adayları sahneye çıkmaya başladığı andan itibaren, salon arı kovanına döndü. Dinleyiciler kendi çocuklarını işaret ediyor, sevgiyle alkışlıyorlardı. Orkestranın şefi Ramazan Albayrak, hem çocukların, hem dinleyicilerin alkışları arasında sahneye çıktı.
İlk seslendirilecek bir Suzuki metod parçası için, küçük bir kız öğrenciyi şef kürsüsüne çıkarıp bagedi eline verip yönettirdi. Sanmayın ki küçük kız bagedi rastgele salladı, gayet düzenli biçimde dörtlük vuruşları yaptı.
Konservatuarın viyola bölümü mezunu olan Ramazan Albayrak, seslendirilecek parçaların uyarlamalarını da kendisi hazırlamıştı. Çello grubu, Beethoven’in 9 Senfonisi’nin ana temasını seslendirirken, inanın tüylerim diken diken oldu.
Albayrak bir de orkestra eseri yazmıştı. Bizim bilinen Anadolu temaları ve bazı türkü ezgilerinin de içinde yer aldığı eser çocuklar tarafından seslendirilerken, “Belli ki, bu orkestranın olanakları düşünülerek yazılmış” diye düşündüm. Sonra Albayrak’la sohbet ederken sordum ve “Onların çalabileceklerinin ötesine geçmedim. Hâttâ, özellikle üflemeli çalgılarımızın durumunu da göz önünde tuttum” yanıtını aldım. Orkestra çalgılarının bir bölümü, evlerde âtıl kalmış eski enstrümanların bağışlanmasıyla sağlanmıştı ama ne denli tamirden geçselerde, obualarda olduğu gibi bazı tonların o eski çalgılardan elde edilmesi mümkün olamıyordu. İşte Albayrak bunları da göz önüne alarak yazınca, eseri çocuklar tarafından güzel tınlatıldı ve büyük alkış aldı.
Bu parçayı kısa sürede hazırlamıştı Albayrak... Aslında, Eskişehir’i ziyareti sırasında Orkestrayı da ziyaret eden değerli bestecimiz Muammer Sun bir eser yazma sözü vermiş ama sağlık koşulları el vermediği için yetiştiremeyeceğini bildirince Albayrak kolları sıvayıp, bu parçayı yazmıştı.
ÇALIŞKAN KARINCA ORDUSU GİBİ
Sahnede birden hareket artıverdi. Yan kulisten, çalışkan bir karınca ordusu gibi çocuk korosu orkestranın arkasında yerini almaya başladı. Böylece sahnede konsere katılan çocuk sayısı 370’e ulaşmış oluyordu. Çocukların çoşkusu da 23 Nisan şarkılarıyla zirve yapmaya başladı. Onlar çalıp söylüyor, aralarında 4-5 yaşındakilerin de bulunduğu dinleyiciler, ellerindeki irili ufaklı ayyıldızlı bayrağımızı sallıyorlardı.
Bu arada konseri üç ayrı orkestranın yaptığını da belirtmeden geçmeyeyim. Özellikle yaylı çalgılarda katılımcı sayısı öylesine artmıştı ki, çalgı grupları rotasyonla sahneye çıktılar. Çocukların 12 tane çalgı eğitmenleri var.
Üflemeli ve vurmalı çalgı eğitmenleri, konser boyunca çocukların başlarında yer aldı ve onları kendileri de çalarak motive etti.
Çocukların değişimi sırasında iki genç, Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ın hazırladığı bir metni okudular. Konser sonunda eğitmenlerin adları tek tek okunduğunda, öğrencilerin ışıltılı gözlerle yaptıkları tezahürat, aralarında sağlanan sevgi ilişkisi ve uyumun bir göstergesiydi.
COŞKU DORUKLARDA
Konser sonunda Belediye Başkanı Ahmet Ataç, sahneye gelerek özellikle velilere teşekkür etti, sağlanan güven ortamına işaret ederek “Çocuklarını gönül rahatlığıyla getirdiniz, hepiniz sağolun” dedi. Ardından, projenin yaşama geçirilmesi ve yürütülmesinde pay sahipleri olan, Prof. Ozan Tunca, Başkan Yardımıcı Melih Savaş, şef Ramazan Albayrak ve koordinatör Kaan Kıran’ı sahneye davet etti... Onları yanaklarından öperek kutladı, teşekkürlerini sundu.
Coşku doruklardaydı, alkış kıyamet gibi...
Aslında, Türkiye’de hep “laf” olarak vurgulanan “birlik, beraberlik, bütünlük, inançlara saygı” gibi kavramların burada nasıl uygulamada yaşama geçirildiğine de örnek oluşturuyor Tepebaşı Çocuk Orkestrası.
İşin sırrını daha Atatürk Kültür Merkezi’nde salon girişine ulaşmak için bindiğim asansörde iki hanım arasındaki konuşmaya kulak misafiri olunca çözmüştüm. Biri çağdaş giyimli, diğeri başörtülü ve uzun pardesölü, kız çocuklarının ellerinden tutmuş, konuşuyorlardı. Başörtülü Hanım, “Çok istiyorum, bizim çocuğu da versek, acaba nasıl başvuracağız” diye sorunca, diğeri “Daha küçük, benimki de öyle. İlkokula başlamış olanları kabul ediyorlar” cevabını verdi. Tepki tam hayıflanma belirtisiydi: “Tüh...Demek anca iki sene sonra verebileceğiz!”
İşte bu konuşma, Tepebaşı’nda yaşayan değişik kesimlerden halkın projeye duyduğu ilginin, belediye ile aralarında kurulmuş olan güven ilişkisinin göstergelerinden biri olmalıydı.
(Tepebaşı İzlenimleri önümüzdeki günlerde devam edecek))