Kış mevsiminin sonlanmasıyla, ülkemiz dâhil, dünyanın birçok köşesinde müzik festivallerine rastlamak mümkün. Müziğin çeşitli dalında yapılan bu etkinliklerden bizi ilgilendiren, elbette klasik müzik festivalleri. Her şey gibi onlar da ihtisaslaşmışlar, kendi içlerinde dallara ayrılmışlar: piyano, dinsel müzik, opera, şan, derken listeyi uzatabiliriz. Ama “Ses Evreni”ni daha çok opera festivalleri ilgilendirdiğinden, biraz araştırma yaparken Glyndebourne Festivali’nin bu yıl 80 yaşında olduğunu gördük.
Yaz aylarında yapılan “Opera Festivalleri”nin en ünlülerinden biridir Glyndebourne Festivali. Londra’nın 100 km. güneyinde, Doğu Sussex’de yer alan bu küçük kasabanın, Avrupa’nın en önemli dört festivalinden birine ev sahipliği yapacağını orada yaşayanlar düşünmemişlerdi bile. Kasabadaki org fabrikası Hill, Norman & Beard 1920 yılında fabrikanın direktörü John Christie’ye miras yoluyla kalana kadar. John Christie’nin ilk işi müzik salonuna bir org yerleştirmek olur. Bu arada soprano Audrey Mildmay’e âşık olunca, onun hatırına salonda müzik etkinlikleri düzenlemeye başlar. Fakat kasabanın büyük boyutlarda bir konser salonuna ihtiyacı vardır. Christie kolları sıvar ve artık eşi olan Mildmay’in de desteğiyle 28 Mayıs 1934 günü 300 koltuklu opera binası, sadece Mozart eserlerinden oluşan bir programla kapılarını açar. Berlin ya da Viyana’da tüm Mozart operaları Almanca seslendirilirken, Glyndebourne’da eserler yazıldıkları dilde sahnelenmektedir. Così Fan Tutte de opera evinin değişmez eseri olarak afişlerde kalır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Fritz Busch, Carl Ebert ve Rudolf Bing’den (sonradan MET’in direktörü olacaktır) oluşan müthiş bir ekip sayesinde, Glyndebourne’un ünü yayılmış, izleyiciler akın akın gelmeye başlamışlardır. Lakin teknik donanımın zayıflığı perde aralarının uzamasına neden olmaya başlayınca, seyirciler çareyi salonu çevreleyen muhteşem parkın halı gibi çimleri üzerinde piknik yapmakta bulmuşlar. Piknikleriyle ünlenen Glyndebourne artık tarzını bulmuştur. Bu arada salon büyütülmüş ve 534 koltuğa ulaşılmıştır.
Savaş nedeniyle faaliyetlerine ara vermek zorunda kalan Festival, 1946’da Benjamin Britten’ın da girişimiyle, bestecinin The Rape of Lucretia (Lucretia’ya Tecavüz) adlı, ünlü kontralto Kathleen Ferrier için bestelediği “oda operasının” ilk seslendirilişiyle yeniden kapılarını açar. Ertesi yıl yine Ferrier’in Orfeo (Gluck) rolündeki muhteşem ve tarihe geçen performansıyla dikkatleri üzerine çeken Festival için daha sonra inişli çıkışlı bir dönem başlar. Müzik direktörü Fritz Busch’un ani ölümü üzerine dönemin ünlü şeflerinden Vittorio Gui 1951 yılında Festival’in sürekli şefliğine gelir. Mozart olduğu kadar, Rossini’de de çok başarılı bir şeftir Vittorio Gui. Bu dönemde Mozart öncelikli olmayı sürdürdüyse de Gluck, Verdi, Strauss operaları da sahnelenir. Monteverdi ve Cavalli’nin operalarıyla, İngilizler İtalyan barok operasını keşfederler. Genç Luciano Pavarotti’nin Idamante (Idomeneo) olarak Gundula Janowitz karşısında Glyndebourne’da sahneye çıkması, 60’lı yıllara rastlar.
1994 yılında teknik donanımlarıyla da çağdaş, 1200 koltuğa sahip yeni bir salon hizmete girer. Genç Rus şef Vladimir Jurowski’nin 13 yıl boyunca müzik direktörlüğünü yaptığı Festival, 2014’den itibaren genç İngiliz şef Robin Ticciati’nin müzik direktörlüğüne teslim edilmiş.
Festival, Richard Strauss’un doğumunun 150. yılı olması nedeniyle, Güllü Şövalye operasıyla yaza merhaba dedi. Eser ünlü rejisör Richard Jones’un yeni bir yapımıyla 1982 yılından beri ilk kez sahnelendi. Festival’in yapımları kadar, piknikleriyle de hâlâ ünlü. İklim koşullarının değiştiği günümüzde Glyndebourne’da perde aralarında artık ıslanmadan piknik yapmanın keyfi de farklı olsa gerek.