Besteci ve şef Selman Ada'nın Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve CSO 1. Şefliği görevlerine vekaleten getirilmesiyle birlikte herkes Ada'nın TÜSAK konusunda görüşlerinin ne olduğu ve nasıl bir tavır alacağı konusunu tartışmaya başladı.
Bu meraka ışık tutabilecek, gazeteci-yazar Adem Dursun'un Berlin'de, henüz TÜSAK Taslağı ortaya dökülmemişken 2010'da yaptığı ve 31 Ekim 2010 tarihinde kendine ait Tiyatronline sitesinde yayımladığı uzun söyleşiden konuya ışık tutabilecek bölümleri yayımlıyoruz.
Türk operasının şu andaki durumu nedir?
Selman Ada: Şu andaki Türkiye'nin ekonomik durumu neyse, operadaki durumu da aynıdır. Yapılması gereken ilk şey devletin bünyesinden çıkmak olmalıdır. Fakat özel sektörden de fazla medet ummamak gerekir. Artık demokrasiler sadece temsili değil, katılımcı olmak zorundadır. Türkiye'nin de katılımcı demokrasi için büyük bir demokrasi reformu yapması gerekir. Bunu başarabilirse operalarda da reform gerçekleşir. Özerk operalar kurulabilir. Beni en çok Türkiye'nin borç sorunu düşündürüyor. Biz, 16 kez devlet kurmuşuz, 15 kez de yıkılmışız... Tekrar operaya dönersek; operaların en iyi yaşayabileceği, yeşerebileceği iklimler barış iklimleridir. Sanatın tahammül edemediği şey savaşlar ve ekonomik bunalımlardır...
Sizin "köftecilik ve derin dondurucu" üzerine yazmış olduğunuz bir makalenizi okumuştum...
Selman Ada: Türkiye'de müzik, bale, tiyatro veya opera değil de köftecilik devlete ait bir işletme olsaydı, inanın derin dondurucu kullanılmazdı. Nasıl notalar basılmıyorsa, CD'ler yapılmıyorsa, devletin köfteleri de derin dondurucularda saklanmazdı. Maalesef Türk bestecilerinin eserlerinin yüzde 99'u hala tozlu raflarda farelere yem olmaktadır. Burger King'i, Mc. Donald's ve Wimpy'i dünyaya pazarlayan Batı, Domingo'yu, Pavarotti'yi ve Carreras'ı da aynı yöntemle pazarlamaktadır. Türkiye'de ise opera ve bale bestelemek ve icra etmek suya yazı yazmaktır. Yüzlerce eser kaydedilmediği ve basılmadığı için yok olmakta. Eski hocalarımızın, yaşıtlarımın ve benden sonraki kuşakların eserlerinin basılmış notalarını bulamazsınız!!! Sanatçıları tutsak gibi düşünen bir zihniyet hakim. Sanatçıyı özgürlüğüne kavuşturmak gerekir. Türkiye'de her alanda olduğu gibi "aman ha bunu yapmayın" gibi bir önünü tıkama sorunu var. Sanatın devlette bürokratik silsileyle odaklanmış olması gibi ciddi bir sıkıntı var. Devletin elini bir an evvel sanattan çekmesi gerekiyor...
Türkiye’de klasik müzik eğitiminin niteliği yeterli mi?
Batı ile rekabet etmek söz konusu ise yetersiz diyebilirim.
Tesbitleriniz?
Bir kere nitelikten bahsedeceksek niceliğin çok artmış olması gerekir. 81 ilimiz var. Her birinde en az birer konservatuvar olmalıydı. İktidarlar bunu istemedi. Meselâ eski hükûmetler İmam Hatip liselerinin çoğalmasını daha çok istediler; başarılı da oldular. Niceliğin artması talep yaratarak sağlanır. Talep çoğalınca da rekabet başlar. Rekabet doğal olarak niteliği arttırır. Bunların hiç biri olmadığında amatör müzik okulları seviyesinde rehavet içinde kalınır.
Mevcut müzik eğitimi hangi anlamda yetersiz?
Alt yapı yetersiz. Hatta yok denilebilir. Ülkemizde bir notacı dükkanı bile yok! İstihdam sorunu çok ciddi boyutlara ulaştı. Hükûmetler yeni sanat kurumlarının kurulmasına izin vermediği gibi mevcut kurumların hayatı damarı olan kadroları da vermemekte direniyor. Bu anormal uygulamanın sonucunda konservatuvarlara rağbet azaldı. Kimse geleceğini işsizliğin yoğun olduğu bir alana kurmaz. Öğretim elemanı da kolay yetişmiyor. YÖK’e bağlı birer üniversite fakültesine dönüşen konservatuvarlarımız artık bağımsız değil. Genel olarak eğitimin kalitesi çok düşmüş durumda. Hiç sahne tecrübesi olmayan mezunlar öğretim üyesi olabilmekte. Kıstas yok. Bir çok müzik bölümünde bazı derslerin öğretmeni bile yok!
Peki bu sorunlu durum sizce nasıl düzelir?
Devletin altyapıya ciddi kaynak aktarması gerekmekte. Konservatuvarı olmayan her ile aşamalı olarak birer konservatuvar kurulması gerekmekte. Mevcut konservatuvarların iyileştirilmesiyle işe başlamak doğru olmaz. Üst düzey müzisyenlerin bir araya gelip İstanbul’da alternatif bir müzik okulu kurarak Batı ile rekabet edilebilir bir eğitim seviyesini hayata geçirmeleri gerekir. Mevcut eğitim kalitesinin üstünde eğitim verilebiliyor olması diğer konservatuvarların kendilerini sorgulaması ve doğal olarak geliştirmesi ihtiyacını doğuracaktır. Rekabeti bu şekilde başlatmak mümkündür. Kurulacak bu yeni okulun bedelsiz eğitim vermesi gerekir. Yalnız dikkat: Bu okula eğitmen veya öğrenci olabilmenin şartlarının Batı normlarında olması gerekir. Bu da ancak çok güçlü bütçelerle gerçekleşebilir.
Hükûmetler neden kadro vermiyor?
Son zamanlarda hükûmetler halktan topladıkları gelirleri halka hizmet olarak döndüremiyor. IMF ‘ten aldığı borçların faizlerini ödemekle meşgûl. Bu nedenle epeyce bir süreden beri kadro verilmemekte. Şu andaki tesbitlerime göre opera-bale kurumlarımıza en az bin kadro verilmesi gerekmekte.
Bu durum sizce daha ne kadar devam eder?
Bu sorunuz oldukça siyasî! Kısa yoldan yanıt vermek gerekirse ”çok uzun sürmez” diyebilirim. İşleri IMF’in öngörülerine göre yürütmeye çalışan iktidar partisi git gide puan kaybetmekte. ”Tam bağımsız Türkiye” özlemi dialektik olarak güçlenecektir. Türk halkı bu doğru ve onurlu hedeften başka çaremizin olmadığını idrak edecek, demokratik hakkını kullanarak gerekeni yapacaktır. Aslında çiftçiyle, memurla, işçiyle ilgilenmeyen bu hükûmet sanatın gelişmesiyle hiç ilgilenmemektedir. IMF ile iyi geçinmek suretiyle çok uzun süre iktidarda kalamayacaklarını anlamışlardır sanıyorum. Gerekli yatırımları halk için yapmadan sadece borç faizi ödeyerek hükûmette uzun süre kalmak imkânsızdır.
İyimser misiniz?
Bir ölçüde. Ancak müzik sanatının geleceği, oluruna bırakılarak ipotek altına alınamamalı! Ben gelecek seçimlerde oyumu hükûmet programında sanatın gelişmesine yer ayıracak partiye vereceğim. Tabii yer ayıran bir parti olursa!
Biraz da sanat kurumlarımızdan bahsedelim. Siz, uzun yıllardır Devlet Opera ve Balesi orkestra şefisiniz. Aynı zamanda bestelediğiniz operalar sık sık afişte. Bu kurumları iyi tanıyan bir kişi olarak eleştirileriniz?
Devlet Opera ve Bale kurumlarımız yıllardır özveriyle çalışmakta. Eski yasalar günümüzde yeterli olmamakta. Devlet alt yapıya katkı sağlamamakta, kadro vermemekte direndikçe de opera-bale sanatını baltalamış olmaktadır. Devletin kamu yönetim sistemine tâbi olan opera-bale kurumlarımız, niyetler ne kadar iyi olursa olsun bu sistem yüzünden iyi yönetilememekte, verimli olamamaktadır. Kamu yönetim sistemimiz opera-bale sanatını statükoya göre sınırlamakta, bu sanatların gerektirdiği özel ve özgür mantığa tamamen ters düşmektedir. Bu kurumlarımız ancak sübvansiyonlu ve bağımsız birer ”özerk” teşekkül olduğunda (yani kamu yönetim sistemine tâbi olmadığında) ve malî açıdan Batı ile rekabet edebilecek alt yapı imkânlarına kavuşturulduğunda (öncelikle Ankara’ya İstanbul’a, İzmir’e Mersin’e ve Antalya’ya birer müstakil opera-bale sarayı inşa edildiğinde) ideal opera-bale kurumlarına dönüşebilecektir.
Herhangi bir özelleştirme söz konusu olabilir mi?
Aslaa! Maalesef bu yönde düşünen az da olsa bazı kişiler var. Onlara şunu söyleyebilirim: ”Yeryüzünde bir tek özel opera-bale kurumu yoktur”. Bu heveste olanlara tavsiyem Türkiye’de opera-bale sanatını yok edenler sıfatını kazanmamaları! Bilgisizlikten kurtulmak için araştırma yapmaları. Konuya çağdaş ve bilimsel metodlarla yaklaşmaları. Opera-bale sanatı sahne sanatlarının en pahalısıdır. Hiç bir ahvâlde gelir-gider dengesi olamaz. Devlet için ciddi prestij kurumlarıdır. Kâr gayesi olmayan bir alanın özel sektöre devri zaten mümkün değildir.
Opera-Bale sanatçılarımızın sanatsal düzeyi Batı ile rekabet edebilecek durumda mıdır?
Artık evet! Bildiğiniz gibi beş ilimizde birer opera-bale kurumumuz var. Ankara, İstanbul, Izmir, Mersin ve Antalya’da. Bu kurumlarımızın temel birimlerine yani orkestralarına, korolarına, kordöbalelerine baktığımızda Avrupa standartını yakalayabilecek bir düzeye gelinmiş olduğunu görüyoruz artık. Bu beş ilimizde solist-şarkıcı ve solist-dansçı olarak görev yapan sanatçıların bir bölümünün de Avrupa standartlarına eriştiğini söyleyebilirim. Eskiden bu kadar sevindirici bir tablo yoktu. Daha ziyade bireysel olarak tek tük değerli sanatçı yetişiyordu. Ancak bugün bir yandan içinde bulunduğumuz alt yapı eksikliği, öte yandan idarî ve malî şartların opera-balemize akseden olumsuzlukları sanatsal sonuçları etkilemekte, performansı zaman zaman hak etmediğimiz kadar asağıya çekmektedir.
Öyleyse hükûmetin, başta da sayın Kültür Bakanı'nın düğmeye basması gerekmiyor mu?
Evet! Ama çok uzun bir süreden beri sorunlarımıza sahip çıkan bir Kültür Bakanımız olmadı. Genellikle statükoyu muhafaza ettiler. Bir gün sorunları çözmeye aday olan bir hükümet iktidara gelir veya mevcut hükümet sorunları çözmeye karar verirse hangi Kültür Bakanı olursa olsun düğmeye otomatikman basar. Bilinçli veya bilinçsiz olarak baltalanmakta olan bedii opera-bale sanatımız bürokratik esaretten kurtulur, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış olarak dünya opera-bale platformunda sanatsal olarak çoktan hak ettiği onurlu ve değerli yerini alır.