Evet, nerede kalmıştık? Evet, Sascha Goetzel ve orkestrası BİFO’nun Royal Albert Hall’u “sallayacağı” konseri merakla beklediğimizi yazmıştım en son. Beklediğimiz gerçekleşti ve hakikaten hem salladık hem de sallandık. Gururlandık, hepsinden ötesi. Radyoları başında konseri can kulağıyla dinlediğini bildiğimiz yurttaşlarımızla birlikte o akşam Londra’nın bu ikonik salonunu dolduran 6 bin 150 kişi içinde su damlası gibi olan bizler de, orkestramızdan ve kaydettiği bu tarihi başarıdan övünç duyduk.
BİFO’nun konserine çok iyi hazırlanmış olacağını adım gibi biliyordum ama pek çok bakımdan nerdeyse kusursuz bir A sınıfı orkestra kılığında karşımıza çıkmasını da beklemiyordum doğrusu. BİFO’yu iyi tanıyan biri olarak şaşırdığım yine de söylenemezdi. Orkestrayı oluşturan tüm müzisyenlerin, üstün yetenekleri sayesinde, çok iyi çalıştıkları eserleri, ilham verici ve tecrübeli bir şefin değneği altında nasıl da etkileyici biçimde sunabilecekleri gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıyaydık.
Her yaştan İngiliz seyircisi, konserin başlamasına dakikalar kala, kapılarını ilk kez 1871 yılında açan, klasik yapıda bir konser salonundan ziyade basketbol sahasını andıran eliptik şekilli Royal Albert Hall’un tribün benzeri koltuklarıyla localarını doldurmaya başladı. Klasik müzik konserlerinin üzerine sinen, “elitizm” koktuğu rahatlıkla söylenebilecek o tavırdan eser yoktu salonun hemen hiçbir köşesinde. O yüzden, BBC Filarmoni Orkestrası’nı da yıllarca yöneten ünlü Çek orkestra şefi Jiri Belohlavek’in Proms’u “dünyanın en demokratik klasik müzik festivali” olarak adlandırmasına şaşırmamak gerekiyordu.
İnsanların ellerinde yiyecekler ve içeceklerle koltuklardaki yerlerini kibarca, güle oynaya almasını ilgiye izledik bir süre daha. Derken BİFO müzisyenleri, fazla yoğun olmayan, az süreli alkışlar eşliğinde sahnedeki yerlerini aldılar. Royal Albert Hall, ışıklandırma yönünden her zamanki gibi iddialıydı. Halkın “dev mantarlar” diye isimlendirdiği, tavandan sarkan yuvarlak şekilli fiberglas yapı elemanları, adet olduğu üzere, mavi renge bürünmüştü. Bunlar, salonun uzun yıllar boyu bir türlü iyileştirilemeyen yankı problemini düzeltmek amacıyla, yine tavana yan yana dizilmiş alüminyum çubukların altına 1969 yılında yerleştirilmiş ve zaman içinde salonun iç dekorasyonunun önemli bir parçasına dönüşüvermiş. Salonun daha 1871 yılındaki açılışından itibaren en büyük sorunu olan “yankı”, ileriki yıllarda gerçekten de komik bir şakanın doğmasına sebep olmuş. Demişler ki, bir İngiliz bestecinin eserini iki kez üst üste duyma şansına sahip olduğu yegane konser salonu Royal Albert Hall’dur. Neden mi? Yankılanma yüzünden elbette! İlk yarısını sahneye yakın bir konumda oturup izlememe rağmen seslerin kulağıma sağlıklı biçimde ulaştığını söyleyemem. Daniel Hope’un soloları cılızdı, çoğunlukla da tutti’nin altında kaldı. İkinci yarıda ise, sahneyi nerdeyse karşıdan gören birinci kat localarından birine yerleştim ama burada da ses doğrudan suratıma gelmesine rağmen kayıpların fazla oluşundan dolayı sesten yana fazla bir şey kazanmadım.
BBC Proms Festivali’nin kurucusu Sir Henry Wood’un üzerine ışık tutulmuş büstü sahnenin tam arkasında ortadaki yerini almıştı. Ama biz dışarıdan gelenler için en ilginç olanı, “promming” yani ayakta izleyenlere ayrılan, ismine “Arena” denilen, salonun ortasındaki geniş boşluktu. Bu eliptik meydan için her konser öncesi, tanesi 5 Pound gibi hayli düşük bir meblağdan 1.450 bilet satışa sunuluyor. Bir Proms konserinin görkemli geçmesi biraz da Arena’nın dolmasına bağlı (BİFO’nun konseri için o akşam yaklaşık 1.000 promming bileti satılmış). Bu arada Arena ne kadar doluysa, orada bulunan insanların konseri oturarak veya yatarak izlemeleri şansı da o kadar azalıyor.
BİFO’nun BBC Proms konserinin programının konser lügatinde “taster” yani tadımlık diye tabir edilen kısa ve popüler eserlerden oluştuğu kısmen söylenebilirdi. Tek istisna belki de, Gabriel Prokofyev’in, BBC tarafından kendisine sipariş edilen “1914” başlıklı yaklaşık 35 dakikalık 1. Keman Konçertosu’un dünya prömiyeriydi. Konçertonun yanı sıra birinci yarıda icra edilen diğer eserler; Balakirev’in Lyapunov tarafından orkestrasyonu yapılan İslamey adlı oryantal fantezisi (BİFO için, tam kapasiteye henüz geçmediği, ısınma kabilinden bir başlangıç oldu bu eser) ve İngiliz besteci Gustav Holst’un Beni Mora adlı orkestra eseriydi (Gezegenler adlı süitiyle tüm dünyada tanınan İngiliz besteci Holst’un Cezayir’de geçirdiği günlerden ilham alarak bestelediği, yoğun oryantalizm içeren ve sık seslendirilmeyen bu eserini herhalde salondaki pek çok İngiliz de o akşam ilk kez duymuştur).
İkinci yarının eserleri; Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operası uvertürü (BİFO’nun usta perküsyoncuları yine işbaşındaydı), Handel’in şef Thomas Beecham tarafından yaylılar ve iki obua için uyarladığı Saba Melikesi Belkıs’ın Gelişi ve İtalyan besteci Respighi’nin Saba Melikesi Belkıs adlı orkestra süitiydi (BBC Proms’un yüz yılı aşkın tarihinde ilk kez BİFO tarafından o akşam çalınan bu süit aynı zamanda orkestramızın bu festivale çağrılma nedeniydi de. Onyx’ten çıkardıkları CD’deki bu eserin yorumunu çok beğenen festival yönetimi BİFO’yu festivalin global orkestralar bölümüne davet ettiler). Büyük Rus besteci Sergey Prokofyev’in torunu olan 1975 doğumlu Gabriel Prokofyev, son yıllarda yaptığı ses getiren işleriyle İngiltere’nin aranılan bestecilerinden birine dönüştü. Besteciliği yanında DJ kimliğiyle de tanınan Gabriel 2011 yılında yine BBC’den aldığı sipariş sonucunda bestelediği pikaplar ve orkestra için konçertosunun BBC Proms’da yapılan dünya prömiyeriyle isminden hayli söz ettirmişti.
1. Dünya Savaşı’nın 1914 yılında patlamasının yüzüncü yıldönümü, Prokofyev’in yeni konçertosunun isminden başlayarak temasını da belirlemiş. Israrcı ritimlerin eksik olmadığı, kemanın baştan sona elejik bir havada savaşın ve getirdiği yıkımın acılarını dillendirdiği etkili bir konçerto yazmış torun Prokofyev. Dedesinin eserlerinin güçlü ritmik yapısından her zamanki gibi etkilendiği besbelli. Dört bölümden oluşan konçertonun özellikle birinci bölümünün sonundaki elektronik dans motifleri de DJ kimliğinin açık bir yansıması. Hemen tüm çağdaş eserlerde kendisini sorduran “acaba daha kısa olabilir miydi” sorusunun bendeki cevabı, “evet, daha kısa olabilirdi, tekrarlara daha az düşebilirdi” oldu.
Çağdaş eserlere yönelik ilgisiyle de tanınan, günümüzün en rafine kemancılarından Daniel Hope, bulunduğum konumdaki akustik koşulların elverdiği ölçüde işitebildiğim kadarıyla, nitelikli ve etkileyici bir yorum getirdi konçertoya. Üst pozisyonlarda sıkça sergileme olanağı bulduğu tekniği ise her zamanki gibi olağanüstüydü. İcranın ardından sahneye gelen torun Prokofyev sevimli ve mütevazı tavrıyla özellikle Arena’daki prommer’lardan cömert bravo’lar derledi. Afili bir şapkayla sahnenin önüne kadar gelen ama elinde tuttuğu çiçek buketini ilk seferinde podyuma atmayı beceremeyen bir hanım, ikinci selamlayış sırasında Sascha Goetzel’in atik davranışı sayesinde çiçeğini Gabriel’e ulaştırmayı başardı!..
BİFO konser programında neden Türk eserine yer vermemişti? Bu husus üzerine konserden önce yazılıp çizildi. Ben de, programda Türk eserinin olmamasına içerlemekle birlikte, yazılarımda İngilizlerin Türk sanatı ve Türk çoksesli müziği hakkında henüz hiçbir şey bilmiyor olmalarının geçerli bir sebep olarak görülebileceğinin altını çizdim. İngilizlerin bize henüz bir bebek merakıyla yaklaştıklarını, böylesine başarılı bir Türk orkestrasının varlığının bile onlar için yeterince şok edici bir gerçek olduğunu ama henüz bir Türk bestecisi fenomeninin varlığından haberdar olduklarından yana ciddi şüphelerimin bulunduğunu yazdım. Saygun’un bile henüz bilinmediği bir ülkeden bahsediyoruz çünkü. O yüzden karşı taraftaki bu çekingenliğe bir süre daha anlayışla yaklaşmamız gerekiyor. Türkiye’nin global çoksesli sanat müziği ortamından son yirmi yıla gelene kadar kopmuş halde yaşadığı ve Batılıların bizdeki bu geleneğin zenginliğini daha şu yakınlarda öğrenmeye başladıkları gerçeğini akıldan çıkarmamalıyız. İnanıyorum ki BİFO ve onun açtığı kapıdan girecek diğer topluluk ve solistlerimizden yakın gelecekte Türk eserleri daha fazla talep edilecek.
Sascha Goetzel, konser sona erip de alkışlar kesilmediğinde beklenen konuşmasını yaptı. Akustik sorunu olan salonun herhalde her yerinden duyulabilecek kadar yüksek volümlü, duygulu, heyecanlı, sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında Goetzel, bu konserin Türk müziği ve BİFO açısından taşıdığı önemin altını çizerek müziğin insanlığı bir araya getiren yegane güç olduğu gerçeğini vurguladı. Köçekçe’yi birkaç sözcükle tanıtarak sözlerini tamamlayan Goetzel, salondakilerle birlikte Anadolu’nun uzak bir köşesinden çıkıp tüm Türkiye’yi dolaştıktan sonra Boğaziçi’nde gezilerini sonlandıracaklarını söyledi. Köçekçe sona erdiğinde ise tüm salon büyük bir coşku seli içinde orkestrayı ve şefini alkış yağmuruna tutuyordu.
BİFO’nun yazımın başında da altını çizdiğim gibi bu konsere çok ama çok iyi hazırlandığı her halinden belliydi. Tüm çalgı grupları üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Goetzel de hemen her eserin bitiminde onları ayağa kaldırıp izleyicilere cömertçe alkışlattırdı. Başkemancı Pelin Halkacı Akın başta olmak üzere, Rüstem Mustafa liderliğindeki ikinci keman, Beste Tıknaz Modiri liderliğindeki viyola, Şafak Erişkin liderliğindeki viyolonsel, Onur Özkaya liderliğindeki kontrbas grupları; entonasyonları, şefi iyi takip eden ataklıkları ve birliktelikleriyle göz doldurdular. Akın ve Erişkin üzerlerine düşen solo görevlerini de kusursuz biçimde yerine getirdiler. Goetzel’in sahnenin arka tarafına oturarak dinlediği, Haendel’in Solomon’undan alınma o ünlü bölüme, Barok müziğin icra geleneğine uyarak hepsi de ayakta çalan yaylı çalgılar üyeleri tül hafifliğinde zarafet yüklü bir yorum getirmeyi başardılar. İngiltere gibi Barok dönem eserlerinin o dönemin çalgıları ve anlayışıyla yorumlanması geleneğinin güçlü olduğu ve bağrından çok sayıda dönemsel müzik topluluğu çıkaran bir ülkede BİFO’nun icrasının bir İngiliz Barok Solistleri’nin icrasından daha aşağıda olduğunu hiç sanmıyorum. Obuada Sezai Kocabıyık ve Ayşin Kiremitçi de tek kelimeyle “harika” idiler.
Flütte Bülent Evcil, pikkolo’da Zeynep Keleşoğlu, obuada Sezai Kocabıyık, koranglede Barkın Balık, klarinette Ferhat Göksel, bas klarinette Sercan Büyükedes, fagotta Mircea Moldovan, kornoda Cem Akçora, trompette Gabriel Posdarescu sololarıyla etkileyiciydiler. Özellikle ağaç üflemeli sololarının salondaki İngiliz dinleyiciler üzerinde büyük tesir bıraktığını düşünüyorum. Kulakları üflemeli çalgıların bu yapıda ve ezgisellikte kullanılmasına pek de alışık olmayan İngilizler için konser bu yönüyle de ufuk açıcı ve unutulmaz bir deneyim olmuştur muhakkak. Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu’nun uçsuz bucaksız yabanıl coğrafyası, bu topraklardan fışkıran oryantal ezgiler en güzel ifade biçimlerini o akşam ağaç üflemeli çalgılarda buldular.
BİFO’nun tarihi BBC Proms konseri ve etkileri üzerine düşündüğüm sırada, Venezüella’nın Simon Bolivar Gençlik Senfoni Orkestrası’nın Gustavo Dudamel yönetiminde BBC Proms’da 2007 yılında verdiği o unutulmaz konser aklıma geliyor. İlk kez o yıl Royal Albert Hall’un devasa sahnesine çıkan Venezüellalı gençler ülkelerinin ritimleri ve ezgileriyle bezeli eserleri müthiş bir coşku, heyecan ve elbette yüksek bir artistik seviyede çalarak İngilizleri kendilerinden geçirmişlerdi. BİFO’nun da bu konseriyle salonu dolduran İngilizler üzerinde benzer bir etki bıraktığını düşünüyorum. Düşününüz ki; çoksesli müzik kültürünü bir yana bırakın, nerdeyse hiçbir çağdaş değerini tanımadıkları, aksine hakkında sayısız önyargıya sahip oldukları bir Doğu ülkesinden günün birinde karşılarına 100 kişilik bir filarmoni orkestrası çıkıp geliyor ve Doğuya ait ezgilerin, temaların hatta çalgıların Batılı teknik ve usullerle bezenerek işlendiği sanat eserlerini gıpta edilesi bir teknik seviye ve anlatım olgunluğunda icra ediyor. İşte o akşam olan tam da buydu. Bana kalırsa...
29 Temmuz 2014 tarihli BBC Proms Festivali konseri, BİFO’nun, bizzat Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık tarafından konulan, “yakın gelecekte Avrupa’nın ilk 10 orkestrası arasına girmek” hedefine doğru atılmış çok büyük bir adım. Orkestranın bundan sonraki ilk yurtdışı konseri ta 2016 yılında Viyana’daki ünlü Konzerthaus’da. Ama, Onyx’ten geçenlerde çıkan, şimdiden eleştirmenlerden tam not almaya başlayan CD kaydı ve Proms konserinin başarısı sayesinde BİFO, 2016 kışına kalmadan birkaç yurtdışı konser daha vermesi yönünde uluslararası menajerlik firmaları ve konser salonlarından mutlaka cazip teklifler alacaktır.
Türkiye’de hükümetin devlete bağlı çoksesli müzik kurumlarına hayatı zindan etmeye ahdettiği bugünlerde Borusan Holding gibi firmaların bu alana yönelik ısrarlı ve istikrarlı desteklerinin önemi çok daha yaşamsal hale geliyor. Bu kurumlar da verdikleri desteğin karşılığını işte böylesi tarihi başarılarla aldıkça şevk ve gayretleri daha da artıyordur. Sonuçta kazanan Türkiye ve Türk sanatı oluyor.
BBC Proms adetleri
*Her yıl Nisan ayına kadar titizlikle saklanan Proms programı o ay açıklandığı andan itibaren İngiliz sanat kamuoyunun en önemli gündem maddelerinden biri haline geliyor. Temmuz ortasından Eylül başına kadar yaklaşık 100 konser, dünyaca ünlü solistler ve orkestralar arasında İngiliz müzikseverlerin üzerine dikkatle eğildiği bir nokta var ki o da İngiliz bestecilerin eserlerinin o yılki programda yeterli miktarda yer alıp almadığı. İstisnasız her yıl bu konuda basın ve kamuoyunda tartışmaların yaşandığını belirtelim.
*Salonun ortasındaki “Arena” bölümü, coşkulu ve genellikle gürültülü “prommer”ların mekanı. Bu cefakar izleyicilerin, örneğin geçen yıl Barenboim yönetiminde Wagner’in 4 saati aşkın süreli operalarını da temmuz sıcağında işte böyle ayakta izlediklerini düşündüğünüzde müzik tutkularına şapka çıkartıyorsunuz.
* “Galeri” diye tabir edilen en tepedeki oturma alanı, salonun diğer kısımlarına kıyasla sahip olduğu görece iyi akustiği ve güzel manzarasıyla, kimilerinin favori izleme mekanı. Üstelik burada yatarak bile konserleri izlemek mümkün (Gerçi BİFO konserinde de Arena’daki prommer’lardan birinin tüm konseri yere boylu boyunca yatarak dinlediğine şahit olduk. O sırada belki de tavandaki mavi renkli dev mantarlara bakarak hayaller kuruyordu).
*Komik denilebilecek adetleri de var bu prommer’ların yani ayakta izleyenlerin. Örneğin programında piyano konçertosu bulunan bir konserde piyano sahneye getirilip de kapağı açıldığı sırada Arena’dakiler hep bir ağızdan “Heave!” diye bağırıyor, Galeri’de oturanlar ise aşağıdakilere “Ho!” diye sesleniyor! Başkemancı, akort için piyanonun La tuşuna bastığı anda prommer’ların alkışı basmaları da yine buranın ilginç adetlerinden, daha doğrusu muzipliklerinden biri.
*Binlerce kişinin izlemek üzere akın ettiği “Last Night of the Proms” (Proms’un Son Gecesi), prommer’ların ellerindeki küçüklü büyüklü İngiliz bayraklarını durmadan salladıkları, programında mutlaka İngiliz havaları ve temalarına yer verilen, coşkunun tavan yaptığı unutulmaz bir şölene dönüşüyor. Bu kadar çok sayıda İngiliz bayrağının salonu kaplamasını doğru bulmayan, bu gereğinden fazla “milliyetçi” adetin hoş olmadığını düşünenler de var İngiltere’de ama o gürültüde seslerini duyurmaları ne mümkün!
*BBC Proms Festivali’nin bir diğer özelliği de, işinden geç çıkabilenlere, geç saatte müzik dinlemeyi sevenlere veya bir önceki 18.30 konserini de izlediği halde müziğe doymayanlara yönelik olarak kurguladığı, gece saat 10’da başlayan “Late Night Proms” konserleri. Örneğin BİFO’nun konserinden sonrası için kurgulanan bu tip bir gece konserini dünyaca ünlü Barok dönem müziği şefi William Christie topluluğuyla birlikte verdi. Royal Albert Hall’un akşam konserindeki gibi izleyiciyle dolup taşmayan loş ortamında bir barok veya modern müzik konseri izlemenin büyüsü hakikaten bir başka oluyor.
*BBC Proms konserlerinin bir başka hoşluğunu da konserin ikinci yarısını izlemek üzere yerinizi aldığınızda yaşıyorsunuz. Sahnenin sol üst köşesinden bir grup insan oditoryuma doğru toplu halde seslenip sizden para talep ediyor. “Arena to Audience...” diye başlayıp, Proms süresince o güne kadar topladıkları paranın meblağını dinleyicilere haber verdikleri bu çağrı, caminin ihtiyaçları için cemaatten “az çok demeyelim camimize yardım edelim” sözleriyle para toplayan bizdeki imamın çağrısına benziyor. Konser bitiminde kapıların önünde plastik kovalarını size doğru uzatıp para isteyen prommer’lara siz de bundan sonra az çok demeyip birkaç kuruş atın ki keyifleri yerine gelsin ve BBC Proms’u BBC Proms yapan bu özgün grup ortadan kalkmasın!..
Serhan Bali