Düşün düzeyi yeterince gelişmemiş toplumlarda “Amerika yeniden, yeniden keşfedilir.” Gerçekte çözümlenmiş, en azından belli bir noktaya ulaştırılmış tartışma konuları yeniden tartışmaya açılır. Biraz da belleksizliktir, kayıtsızlıktır bu durumun nedeni.
İşte yazında, sanatta yaşam ile yapıt ilişkisi bir tartışma alanı olarak sürüp giderken zaman zaman bu alana, yapıtın yaratımıyla yaşam-yaşantı-olay arasına “zaman” girmeli mi tartışması eklenir.
İnsanı gülümseten “Önce ikiye ayrılır” şeması vardır ya burada da yaklaşımların önce ikiye ayrıldığı görülür. Bir kesim, genellikle büyük sarsıntılarla ilgili olduğu söylenebilecek yaşantıların yapıtlara dönüştürülmesi için kısa sayılamayacak bir zamanın geçmesi gerektiğini, bunun yarar sağlayacağını savlar. Bu yaklaşıma göre yaşananın, sıcaklığı içinde yapıtlaştırılması yazarın, sanatçının nesnelliğini önler, duygusal davranmasına neden olur.
Karşı yaklaşımdakiler de denebilecek diğer bir kesim ise araya girecek zamanın, yazarın uğradığı, içine düştüğü, tanıklık ettiği durumun yazar yönünden yakıcılık algısını (doğallıkla yine bu zaman içinde araya girecek başka yaşantıların etkisiyle) azaltabileceğini ileri sürer. Özne yazar da olsa bellek, kötü olan yaşantıyı alta iter, bastırır.
Örneğin Türk toplumunun üzerine çullanan 12 Eylül faşist yönetimi dönemi eziyetlerinin, işkencelerinin, zulmünün yazına yansıması hâlâ yeterli olmadığı gibi, günümüzde uzun zaman ardından yazılanların ise ne değin o acıları yansıtabildiği, yeterli gücü taşıyabildiği sorulması gerekli sorulardandır.
Ne ki yukarıdaki iki yaklaşıma bakılırsa ilki, bunca zamanın geçmesini olumlu, diğeri olumsuz bulacaktır.
Bu sınıflamalardan hangisine girer bilinmez ama 12 Eylül faşizmine karşı olduklarından kuşku duyulamayacak kimi yazarların, ozanların “12 Eylülden sonra kitap okuma olanağı bulduk” yönünde açıklamalarına bile tanıklık edildi. Burada anlatılmak istenenin başka olduğu söylenebilirse de yazarların işinin düşüncelerini en iyi tümcelerle dillendirmek olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Diğer söyleyişle, bir yazar için “Aslında demek istediğim o değildi” gerekçesi olamaz.
Yeniden konuya dönersek, örneğin Nâzım Hikmet yıllarca hapis yatarken, çağın en yakıcı savaşlarına tanıklık ederken, araya zamanın girmesine, soğumasına izin vermeden, etkisi diriyken, yakıcıyken yapıtlara dönüştürdü. Böyle yapmasıyla yapıtlarının niteliğinin azaldığı, güçsüz düştüğü ileri sürülebilir mi? Ayrıca tersini yapsaydı sonuç ne olurdu? Nâzım Hikmet’in, etkilenimlerini neredeyse anında “insan manzaraları”na dönüştürmesi şiirinin niteliğini düşürmediği gibi, içtenliğini, etkisini artırmıştır. Tersini yapsaydı da onun geniş birikimi, insan sevgisi, yeteneği ve yetkinliği üstün yapıtlar yaratmasını sağlardı. Ne ki Nâzım Hikmet’in namuslu, olağanüstü duyarlı, coşumcu yapısı başka bir anlayış taşımasına olasılık bırakmıyor. Kuşkusuz Nâzım Hikmet adına başka örnek adlar da eklenebilir.
Bu sorun aynı zamanda, dolaylı da olsa, bir aydın sorununu çağrıştırıyor. “Birinden yana, diğerine karşı olmak” tam anlamıyla bir engeldir. Seçenekler bunca dar olamaz. Kuşkusuz birinden yana olunacağı durumlar da olabilir. Ne ki tümüne karşı, tümünden (doğru bunan bölümler bağlamında) yana gibi seçenekler aydının tanımından, doğasından gelen düşün genişliğini, seçenek, olasılık, olanak alanlarını gösterir.