Toplum olarak hep “kendimize göre” konuları gündeme getirdiğimiz için, uluslararası kültüre ilişkin konulardan kimi zaman uzak kalabiliyoruz. Örneğin, Avrupa müzik kültürünün iki büyük opera bestecisi olan Richard Wagner ve Giuseppe Verdi hakkında bildiklerimiz çok sınırlıdır.
Bu iki besteci, “sanatçı kişilik” açısından birbirine karşıt gibi gözükür: Wagner’in dehâsında herkese karşı bir kişilik, Verdi’nin büyüklüğünde ise herkesle beraber olan bir kişilik vardır. Wagner, halkının ilgisini ancak yaşamının sonlarında kazanabilmiş, Verdi ise halkının sevgisini yaşamı boyunca görmüştür.
Romantik dönemin değerli bestecilerinden Robert Schumann’ın Wagner hakkındaki değerlendirmesi şöyledir: “Wagner’in kurnazlığı kadar keşke ezgisi ve sezgisi de gelişmiş olsaydı…”
Oysa Adolf Hitler’e göre, “Wagner, üstün Alman ırkının bestecisi”dir. Bu nasıl bir “üstün ırk” karakteriyse Wagner, dostlarından aldığı borçları ödemeyerek yıllar boyu bunu alışkanlık haline getirdiği için sıkça ülke değiştirmiş, ya da kaçamadığı zamanlar bu yüzden kısa süreli hapisler yatmıştır. Almanya’da 1848 Devrimi’nden etkilenen “üstün ırkın bestecisi”, bu kez sol bir örgüte üye olmuş, hakkında çıkarılan tutuklama kararından kurtulmak amacıyla Lizst’in yardımıyla İsviçre’ye sığınmıştır. Bu ülkede, sol görüşlerinden çark ettiği için, Almanya’da hakkında af çıkarılmış, sonra da ruh hastası olmakla tarihe geçen Bavyera Kralı II. Ludwig, besteciyi Almanya’ya çağırmıştır. Ondan ötesi, “Yürü ya kulum!..”
Besteci olarak Wagner’in getirdiği değerli katkıların başında, çağdaş armoniye yol açan yeni ve atılımcı kavrayış gelir. Wagner, şu kavramları da müzik dünyasına armağan etmiştir: Opera sanatının tanımı olarak “Bütün sanatların bireşimi”; “Leit-motiv” (kılavuz motif); ve “sonsuz ezgi”…
İtalyan besteci Verdi ise yaşamı boyunca “insan”ı öne almıştır. Onun şu sözünü unutmuyorum: “Şarkı, tek başına gerçeği yansıtmaz; ama şarkı, orada insanın olduğunu kanıtlar.”
İtalya’nın küçük bir kasabasında doğup büyüyen Verdi’nin besteciliğinde etkileyici kökleri arayanlar, onları İtalyan şarkılarında, çocukluğunda dinlediği köy ezgilerinde, bando müziğinde ve Rossini, Donizetti, Bellini gibi kendinden önceki İtalyan bestecilerin melodi birikiminde bulur. Besteciye ün kazandıran ilk opera eseri, 1842’de yazdığı “Nabucco”dur. “Zulme başkaldırı”yı simgeleyen bu eserde Verdi, ülkesinin içinde bulunduğu durumla Nabucco’nun konusu arasındaki benzerlikleri vurgulamış, eserin sahnelenmesi İtalya’da bir olay yaratmıştır. Sürdürdüğü ulusalcı ve bağımsızlıkçı tutumuyla Verdi, Maestro della revoluzione (Devrimin Müzik Ustası) diye nitelenmiş, yurtseverlerin simgesi olmuştur: VERDİ = Vittorio Emanuele Re d’İtalia.
Verdi’nin besteciliğindeki üstünlük, müziğinin sürükleyici niteliğinde belirginleşir. Bu müzik, yalın bir çizgi izler. Söz konusu yalınlık, esere derinlik veren “özgüven”den kaynaklanır. Onun için de halkla bütünleşen ilk operası olan Nabucco’da “Kurtuluş”u simgeleyen koro müziği, o gün bugündür İtalyanların ulusal şarkısı gibi benimsenmiştir.