Müzik dünyamıza yeni bir süreli yayın dâhil oldu: Partisyon dergisi. Müziği yazmak kadar müzik üzerine yazmayı da önemseyen düşünce insanlarının varlığı, bu karanlık ortamda bir parça umut ışığı yakıyor. Bununla birlikte müzik üzerine yazmak daima eksikli bir çaba olarak kalmaya mahkûmdur. Zira hangi açıdan ele alınırsa alınsın (tarihsel, psikolojik, sosyolojik, yapısal, vb.) müziğin belli özeliklerini ortaya çıkartmaya çalışarak onun hakkında yazmak, ister istemez yabancı bir dili başka bir dilden tarif etmeye benzer; bir dilin bir diğerine asla tercüme edilemeyen bir kısmı kalır. Müzik üzerine yazmak o nedenle, o tercüme edilemeyen, sözcüklerle betimlenemeyen özü yakalayamamayı peşinen kabullenmeyi gerektirir. Ancak bu, müziği salt zanaat olarak gören teknisyen zihniyetin varmak istediği metafiziği yüceltmemizi de gerektirmez. Tersine, müziği bir düşünsel etkinlik olarak görebilmenin koşulu, onun hakkında yazmayı göze almaktır.
Partisyon dergisi, bu zorlu çabaya, amatör bir heyecan ve akademik bir titizlikle yaklaşıyor. Çoğu zaman bu tür yayınlarda gördüğümüz serbest derleme yaklaşımı yerine, belli bir tema etrafında toplanan düşün ürünlerini yayınlamayı tercih eden dergi, hafif, pop, kolay okunur bir yayın olma kolaycılığının yolundan gitmiyor. Bu anlamda, eğer yayın yaşamında yeterince istikrarlı olabilirse, akademik üslûbu ve tavrı olan bir dergi kazanmış olacağız. Partisyon’un ilk sayısının konusu “Müzikte ‘Yeni’” olarak belirlenmiş. Birbirinden ilginç, yetkin kalemlerin ürünü on makale, müzikte yeni kavramını irdeliyor. Çeviri metinler kadar, derginin bu ilk sayısı için yazılmış esinleyici makaleler de var. Müzik araştırmacıları arasında saygın bir yeri olan Ahmet Say’ın “Çağdaş Müzik Üzerine” başlıklı makalesi, modern çağda Avrupa müziğinin evriminin ana hatlarını çizerek, çağdaş müziğin hem tarihsel diyalektiğinin altını çiziyor hem ‘çağdaş müzik’ kavramını tanımlamanın güçlüğünü vurguluyor. Bu anlamda, Say’ın makalesi, zihin açıcı, derginin temasının çerçevesinin muğlâklıktan kurtarılması açısından çok yerinde bir başlangıç özelliğini taşımaktadır. Mohammed Ansari’nin “20. Yüzyılda Müzikte Ana Akımlar” makalesi çağdaş müzik başlığı altında toplanan akımların güzel bir özetini sunuyor. Ardından bu kez Mehmet Can Özer, yeni müzik ya da müzikte yeni olgusunu bestecinin besteleme pratiği açısından, özellikle Adorno’nun düşünümü üzerinden tartışıyor. Özer’in makalesinde bestecinin, piyasanın dinamikleriyle belirlenen bir müziğe ciddi anlamda nasıl bağımlı olduğunun altı çiziliyor. Ancak asıl sorun enformasyon toplumuyla birlikte gelen yayılma etkisidir. Diğer sanatlar için bir kazanç olan sanal etkileşimi, Özer bestecinin müzik yapma koşullarının yok oluşu olarak değerlendiriyor. Partisyon’da önemli bir söyleşiye de yer verilmiş: Çağımızın en tanınan bestecilerinden bir olan Arvo Pärt, yenilik anlayışına açıklık getiriyor. Yeni kavramına en az gereksinim duyan akımlardan biri olan minimalizmin simge isimlerinden Pärt, müziğinin ruhuna hâkim olan döngüselliğin felsefi temellerini, yenilik ile olan ilişkisini ayrıntılı bir şekilde açıyor. Ayşe Canan Erden’in “Yeni Müziğe Eleştirel Bir Bakış” adlı makalesi, çağdaş müziğin ilerlemecilik düsturuyla yakınlığıyla vurgulayıp müzik ve alışkanlık ilişkisine değiniyor. Çağdaş müziğin dilinin yadırganmasında bestecinin, toplumsal beklentileri yeterince dikkate almayan tavrının da etkili olduğunu iddia eden Erden, daha ayrıntılı bir şekilde bu meseleyi tartışsaydı belki olası yanlış anlamaları engelleyebilecek kapsamda bir eleştiri de yapmış olurdu. Çağımızın en önemli düşünürlerinden Michel Foucault ve onun müzikteki eşdeğeri olarak kabul edilebilecek Pierre Boulez’in “Çağdaş Müzik ve Toplum” başlıklı söyleşisini okumak, Michelin yıldızlarından kolye yapmış bir lokantanın olağanüstü lezzetlerinin tatmak gibi bir deneyim olarak kabul edilebilir. Düşüncenin bu titiz uç beyleri arasındaki beyin çarpışmasını özetlemek onlara ayıp olur. Alban Berg’in 1924 tarihli “Schönberg’in Müziğini Anlamak Neden Bu Denli Zor?” başlıklı ünlü makalesi ise, çağdaş müziğin yönü, müzikal dilinin, konformist kulaklara neden ‘zor’ geldiğini yetkin bir dille, üstelik teknik ayrıntılarına girerek açıklıyor. Mohammed Ahmedizadeh’nin “Sanat Akımları Çerçevesinde Müzik ve Minimalizm” makalesi, ‘yenileme’ ve ‘yineleme’ arasındaki köprüyü hem inşa eden hem dinamitleyen minimalizm hakkında derli toplu bir ufuk turu niteliğini taşımaktadır. Abdullah Onur Aktaş “Hayatta ve Sanatta ‘Yeni’” başlıklı makalesiyle, konuyu felsefi düzleme yaklaştırarak yenilik fikrinin bir modernlik ilkesi olduğunu vurguluyor. Özgürlüğün yeniyle özdeşleştirilmesi ise bu bakış açısının ürünüdür. Oysa sanatın asıl gücü yenilikten ziyade özgürlüğe dair bir kapı açabilmesidir. Müzikte yeni pastasının kiraz şekeri ise Ahmet İnam’ın “Varlığın Kendini Açışı Olarak Müzik” makalesi olsa gerek. Müziğin yarattığı ‘sarsılma’ etkisinin, insanın, kendi varoluşuyla ve evrenle karılaşması deneyimini mümkün kıldığını ortaya koyan üstad, müzikte yeni konusunu en anlamlı noktada hem kapatıyor hem sonuna kadar açık bırakıyor. Son olarak, Kezban Adam tarafından hazırlanmış “Modernizm Serüveninde Sanat ve İnsan” başlıklı bir ek var. Fotoğrafın icadından günümüze 2003’e kadar olan bir süreçte siyaset, ekonomi, sanat arasındaki paralellikler zamandizinsel olarak gösterilmiş. Bütün bu özenli çalışma için Partisyon’u var edenlere, ama özellikle editör Yılmaz Anıl Baskı’ya, bu ‘yeni’yi sanat dünyamıza hediye ettiği için ne kadar teşekkür etsek azdır. Dergi künyesinde kendisini “bölgesel süreli hakemli yayın” olarak tanımlamış. Umarız uluslararası nitelikte atıf kaynağa haline gelebileceği bir aşamaya ulaşır.
Müziği yazmak daima eksikli kalmaya mahkûm bir çabadır. Konuşulan dil söz konusu olunca bu farklar bir şekilde aşılabilir; çünkü her dilin benzer durumları karşılayan deyimleri, söyleyiş biçimleri, kalıpları vardır. Kelime kelime tercüme edemediğimizi yine dilin olanaklarını kullanarak, daha dolaylı da olsa ifade edebiliriz. Ancak müziğin dili ciddi bir farklılık arz eder: Müziğin dili, hiçbir konuşma dilinde olmayan bir hayal gücünü harekete geçirme becerisine sahiptir. Sözcüklerin kuşkusuz çok öznelden çok toplumsala uzanan bir çağrışım ya da gösteren olma özellikleri vardır. Ama sonuçta konuşmanın birimleri, anlamı, muğlâk bir düzlem üzerinde de olsa kesinleştirmeyi, sabitlemeyi hedeflerler. Aksi takdirde iletişim aracı olmaktan çıkarlar. Tam bu anlam yitimi özelliğini kullanarak, dilin anlamsızlığından yeni bir estetik yönelim yaratan sanat akımları oldu; bununla birlikte bunların amacı dili, asıl var oluş amacı olan anlam aktarmadan uzaklaştırarak bir çeşit karşı-dil oluşturmak ya da mevcut burjuva estetiğini yerle bir etmekti. Diğer bir deyişle, dili bozan sanat akımları, esas itibariyle siyasi bir tavrın olanaklarını araştırdılar. Sonuçta müzikal ifade, kendine özgü bir anlam üretme gücüyle, seslere, ancak hayal gücünü besleyen yönde bir çoğulluk ve belirsizlik ekler. Müziği basit gürültüden ayıran temel özellik, insanın ona yüklediği iradilik vasfıdır. Bu ise, müziği salt teknik bir beceri alanı olmaktan çıkarıp düşünsel bir etkinlik haline getirir. İşte o nedenle müzik üzerine yazmak gerekli bir etkinliktir. Çoğu müzikseverin sandığı gibi, müzik üzerine yazmak onun değerini düşürmez; onu daha anlamlı kılar. Bununla birlikte müziğin dile gelmez kendine özgülüğünün hep etrafında dolaşmak zorunda kalan yazı, sürekli bir arayışa mahkûm olur; ayrıcalığı da budur zaten. Partisyonu yazmak kadar, ‘Partisyon’da yazanı okumak da müzik deneyiminin vazgeçilmez bir parçasıdır.