Kimilerine “boş söz” gelir, biliriz ya kulak asmayız. Çünkü onların hangi değirmene su taşıdıklarını da biliriz; kanıtlı belgeli… Ali Yüce’nin de yaşamını düşünüp, hangi namuslu bilinç sahibi aydın, Türk Devrimine, Dil Devrimine ulaşmaz, hayranlığını yinelemez, yenilemez.
Evet, Hataylı Usta Ozan Ali Yüce de köy enstitülüydü; Düziçi Koy Enstitüsü’nü bitirdi. Onlarca köy enstitülü usta yazar gibi Ali Yüce de düşünür yanı olan bir yazardır. Yüce’nin ilk kitabı “Şiirin Dili, Yapısı, İşlevi”dir (1975). Romanının adı “Şeytanistan”dır (1976). “Halk Çağı” (1981) adlı şiir kitabı 1980 Nevzat Üstün Şiir Ödülü’nü, 1982 Yeditepe ve 1982 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülünü; “Şiir Sıcağı” (1984) adlı şiir kitabı 1985 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülünü; “Olmaca” başlıklı şiiriyle 1994 İtalya Akdeniz Şiir Ödülünü kazandı.
Ali Yüce’nin İngilizce öğretmenliği yaptığı dönemden dostlukları başlayan Eğitimci-Yazar Abdullah Özkucur’un tanıklıkları, Ali Yüce’nin kişiliğine ilişkin belirlemeleri belki de en iyi başvuru kaynaklarındandır. Özkucur, söyleşisinin Ali Yüce’yi anlattığı bölümünün bir yerinde şöyle söyler:
“Ali Yüce’yi düz yazıyla anlatma, tanıtma olanaklı değildir. O bir şairdir; şiir yazar, şiir okur, şiir söyler. Şiir, öykü değildir. Öykü olmadığı için de düz yazıyla anlatılamaz. Şiir okunur, algılanır, yaşanılır, şiirle olgunlaşılır.
Ali Yüce ışıktır. Işık anlatılamaz. Işık enerjidir, aydınlatır. Şiir; şairin enerjisiyle, ruh gücüyle yüklü sözcüklerin ustalıkla uyumlu bir biçimde bir araya getirilmesiyle oluşur. Ali Yüce bunu yapan kişidir. O, her türlü duyguyu, düşünceyi, çoşkuyu; insanları ilgilendiren derdi, tasayı, sevinci-kıvancı kendi ışığıyla, enerjisiyle, ruhu ile yoğurur, sözcük haline getirir. Bu sözcüklerle oynaya oynaya dizeler, dörtlükler, yapıtlar oluşturur. Ali Yüce’nin sanatı budur.” (Erdal Atıcı, “Anadolu’da Aydınlanma Ateşini Yakanlar” 3, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yayınları, Ekim 2012, s. 179, 180, 181).
Ali Yüce, Türkçeye özel önem verir, sevgisini, bağlılığını yapıtlarına bilinçle yansıtır. Şiirinde, tüm yazılarında duru, öz Türkçe kullanmasının yanı sıra şiirinin “alaycı” yaklaşımını, dil yozlaşmasına neden olanlara karşı da kullanır. Örneğin “Dil Savaşları” I başlıklı şiirinde Türkçeye saldırıyı nasıl da somut şiirleştirir:
TV, TBK’ya
Sınav imtihanıyla
Spiker alınacaktır
Ön elemede adaylarda
Türkçeyi bozuk konuşma
Kabiliyet yeteneği aranacak
Başvuru müracaatları
Islıkla yapılacaktır
-Müdüriyet-
Dün gece sabaha karşı
İngilizce sözcük taburları
Ankara Atatürk Bulvarına
Paraşütle atladılar
Saldırdılar tabelalara
Binlerce Türkçe sözcüğü
İşgal altına aldılar
Bugün akşam üzeri
Hava karardıktan sonra
Atatürk ve laiklik karşıtı
Fesli sarıklı agelli
Arapça Farsça sözcükler
Nara ata ata yürüdüler
Binlerce Türkçe sözcüğü
Sürdüler okul kitaplarından
Yakarak öldürdüler
Karşı Devrim Alanında
Yarın bir tören düzenlenip
Saldırgan sözcüklere
Teşekkür edilecek
Madalya takılacak göğüslerine
Ödüller armağanlar aferinler
Şükran plaketleri verilecek
Karşı Devrim Sarayında
Bir de şölen verilecek
Ağırlanacak kirli sözcükler
Bu gece sabahlara dek
Safsata yenilip içilecek
Barış miyavlayacak kediler
Atlar demokrasi kişneyecek
1994
Cuk oturduğuna bakmayın, o yılda henüz “saray” yok! Tümüyle rastlantıdır.
“Dil Savaşları” 2 başlıklı şiiri de oluşturan “The Şiirmatik”, “The Şiirburger”, “The Kültür ve Sanat”, “Hani Ya Memed’e Bir Alkış” başlıklı şiirler, daha başlıklarından başlayarak alaysı biçimlerini duyuruyorlar.
Ali Yüce, halk ekininden beslenmekle birlikte, doğrudan beslenmemiş, bu kaynağı, birikimi dönüştürmüştür. Özgün yaklaşımıyla işlemiş, yoğurmuştur.
Yüce’nin “Postmodern Dünya” şiiri, ilkelliğin yüceltisine, övgüsüne dayanan bu çürük anlayışı en iyi çözümleyen yazılardan sayılmalıdır:
Bana bak uygar insan
Ben artık bundan böyle
Top gibi yuvarlak değil
Tepsi gibi yassıyım
Bana yuvarlak diyenin
Alnını karışlarım
Galilei’ye inanmam ben
Kulak asmam Bruno’ya
Yeter kendimi yorduğum
Yerimden kımıldamam artık
Dönmem batıdan doğuya
Bana dönüyor diyeni
Meydanlarda diri diri yakarım
Varsın doğmasın güneş
Karanlık doldursun her yanı
Yeri göğü buzullar kaplasın
Bana mı düştü tasası
Tanrıya bıraktım o işleri
Nasıl bilirse öyle yapsın
Bana bak günahkâr insan
Ben artık bundan böyle
Uzayda muzayda değil
Bir öküzün boynuzunda
Tanrıdan başka kimsenin
Bilmediği bir yerdeyim
Beni bulmaya kalkanın
Derisini yüzerim
Unutma modern insan
Ben artık bundan böyle
Ölçüsüz bir ölçü
Santimsiz bir metreyim
Uzun sözün kısası
Ben artık bundan böyle
Postmodern bir dünyayım
Ciltler dolusu toplumbilim kitabı, bu değin çarpıcı ve doğru açıklayamaz postmodernizm saçmalığını. Gerçekten de yeryüzünün günümüzde gelip dayandığı kıyım ortamı bu soysuz kafanın sonucu, ürünü değil mi. Ali Yüce’nin şiir üzerinden, anılan çözümlemesi, “barbar uygarlık” çözümlemesini tamamlar; iki yaklaşım anlamı bir bütün oluşturur.
Usta Ozan Ali Yüce, Türkçenin dupduru ozandüşünürü, ancak minik bir bölümüne değinebildiğimiz yapıtlarıyla her zaman aramızda olacak; gelecekte yaşayacak.
Işıklar içinde yat Ali Yüce; “ozan dede”si Türkçenin.