Zaman zaman yayıncılık / yayımcılık işinde ilginç olaylar yaşanıyor. En güncel, etkileri süren olayın ise Antoine de Saint-Exupéry’nin “Küçük Prens” adlı tanınmış yapıtının hızla ve çok sayıda basımının, “çeviri”sinin yapılması olduğunda sanırım görüş birliği var.
Yasal koşullara göre bir yazarın ölümünün ardından yetmiş yıl geçmişse, yapıtın “telif” bağı, zorunluluğu kalmıyor. 2014 yılının arkada bırakılmasıyla sözkonusu durum oluştu. Koşullardaki değişim Türkiye yayın dünyasına, yazarın en yaygın kitabı “Küçük Prens”in baskılarının pıtrak gibi çoğalması biçiminde yansıdı.
“Küçük Prens”te çocuk gözüyle yetişkinlere, yetişkinlerde simgeleşen, kök salmış çıkarcı anlayışa eleştiriler yöneltilir. Düşünsel bir yapıttır. Uzaydan, bir uzak gezegenden gelen “Küçük Prens”, Dünya’da, bozulan uçağıyla zorunlu iniş yapmış pilotla karşılaşır. Aralarındaki söyleşi derinleşir, boyutlanır.
“Küçük Prens” Dünya’ya yolculuğu sırasında başka gezegenler uğramıştır. Altı ayrı gezegen… Bu gezegenlerle simgelenen kimi yetişkin anlayışlarının eleştirisine girişilir. Kral, sanatçı, esrik, işadamı, fenerci, coğrafyacı bilim adamı. Her birinin bir gezegeni var ve tümü de sorunlular!
Dünya’da ise öze değil, biçime, giderek giysiye önem verilmektedir. Bu bağlamda biz Türkleri ilgilendiren bir ayrıntı var; Türk astronom öyküsü. Kitaptaki bu öyküye göre yeni bir astroidi, Küçük Prens’in yaşadığı asteroid B 612’yi bulan Türk bilim adamı, 1909’da doğulu giysilerle, fesle, şalvarla sunumunu yaptığında kimse ilgilenmez, ciddiye almaz. Ne ki aynı astronomun, bir “diktatör”ün Türk halkına Avrupalı gibi giyinmeyi emretmesinin, aykırı giyinmeyi yasaklamasının, uymayanları cezalandırmasının ardından, 1920’de, batılı giysiler içinde yaptığı bilgi sunumu benimsenir, ilgi uyandırır. Bu bölüm şöyledir:
“Bir süre sonra bir Türk diktatörü herkesin Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu kılmış, hatta buna uymayanları ölümle cezalandıracağını söylemiş de 1920 yılında aynı gökbilimci etkileyici ve şık bir giysiyle Asteroid B-612yi tanıtabilmiş.”
(Günümüzde keşfedilen birçok asteroide “Küçük Prens”le, Exupéry’yle ilgili adlar verilmiştir.)
“Diktatör” sözcüğü çok az sayıdaki çeviride kullanıldı. Birçok çevirmen ya da yayınevi, diktatör sözcüğü yerine başka sözcükler (yönetici, önder…) kullanmayı yeğledi.
Bu küçük ayrıntıyla ilgili tartışma yazıları yayımlandı. Anlaşılacağı gibi bu yazıların bir bölümünde iş, Mustafa Kemal Atatürk’ün “diktatör” olduğunu kanıtlama çabasına, giderek Vahdettin’in hain olmadığını savlamaya değin vardırıldı. İnanılmaz değil mi. Garip ama gerçek. Oysa Türkler bile bilmezken, tanımazken Exupéry’nin Atatürk’ü tanıması, Türk Devrimini bilmesi beklenemez.
Kaldı ki burada Exupéry’nin amacı ayrıdır. Amacı önyargıları, salt biçimciliği, giderek ikiyüzlülüğü eleştirmektir.
Atatürk’ü tanıyan az sayıdaki Türk de bilir ki Atatürk böylesi durumlarla ilgili de çok hoşgörülüdür. “Bozkurt” adlı kitapla ilgili yasağı kaldırması anımsanmalıdır.
“Küçük Prens”e dönersek inceleyebildiğim basımlarında sözcüklerin çok kötü kullanıldığı söylenemezse de Türkçe tümce kuruluşunda, yer yer de sözcük seçimlerinde sorunlar olduğu; Fransızcadan çevirmen bir dosttan öğrendiğime göre eksik tümceler bulunduğu belirtilmelidir.
Nesnel olmak gerekirse (ki her zaman gerekir) “Küçük Prens”in başarısında, kitabın içeriğindeki izleksel buluşların, çarpıcılığının, düşünsel yanının büyük payı var. Örneğin tilkiyle kurulan bağ bölümü. Dostluk sorumluluktur! Kuşkusuz önemli, güzel bir kitap “Küçük Prens”. Yaygınlığında tecimsel tasarıların etkisini de yabana atmamalı…