Dünyanın (genel kuramsal, kılgısal bilinenlerin, anlayışların tersine) aydın ile yönetim (iktidar) birlikteliğinin belki de tek örneği olan Türk Devrimi, önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün ardından, çok kısa zaman içinde nasıl aydın düşmanı bir yola girebildi? (Kestirmeden, çözümleme yapmaksızın her kötülüğü cumhuriyete fatura etmeye yatkın kesime uygun dayanak sunan bir durum bu.)
Devrimden geri dönüş atağının en tipik örneklerinden biridir Usta Yazar Sabahattin Ali’ye yapılanlar. Benzerleri Nâzım Hikmet’e, Aziz Nesin’e, Yaşar Kemal’e, Şükran Kurdakul’a, A. Kadir’e, Orhan Kemal’e… de yapılmıştır ama Sabahattin Ali’nin uğradığı kötülük kuşkusuz en ağırıdır.
Babası subay olduğundan, Sabahattin Ali birçok ilde öğrenim gördü. İşgal, savaş, diğer deyimle yangın yıllarıdır. Parasız yatılı okudu. Öğrenimini tamamlayıp öğretmen oldu. Sınavda başarılı olunca Almanya’ya gitti. İki yıl Almanya’da öğrenim gördü. Bu iki yıl çok önemlidir. Dil öğrenmesinin yanı sıra belli ki yoğun anılarla, yaşanmışlıkla döndü. Almanya öncesinde bir yıl Yozgat’ta öğretmenlik yapmıştı. Dönüşte ise Orhaneli, Aydın, Konya öğretmenlik, Almanca öğretmenliği yaptığı yerler olur.
Cezaevine girdiği yıl 1932 yılıdır. Sözde Atatürk’ü eleştiren bir şiir okumuştur. Bereket, cumhuriyetin 10. yılı affıyla, 1933’te kurtulur. Kurtulmak sayılırsa… İleride yeniden hapse girecektir. Nedeni yazıları… Yeniden öğretmenlik yapma olanağı bulsa da (o dönemin özelliği mi saymalı, karşı olana da mesleğini yapma olanağı sağlanabiliyor, birikimini değerlendirme eğilimi gösterilebiliyor; devrim karşıtı süreç başlamış ama henüz ilk dönemi, tam diş geçirecek ilkelliğe ulaşmasına zaman var) baskıların, akçalı sorunların, palazlanan faşistlerin saldırılarının sonu gelmez.
“İçimizdeki Şeytan” adlı romanı, o üstün yapıtı çok yankı uyandırır; tepki çeker. Nihal Atsız’ın hakaretlerine dayanamaz; Atsız’a karşı açtığı dava, Sabahattin Ali’yi öğretmenlik mesleğinden de eder. Gazeteciliğe başlasa da yazdığı yayınlar Tan Matbaasına baskın olayı sırasında saldırıya uğrar. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile birlikte Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gülmece-düşün dergilerini yayımlar. Bu değin ad değiştirmenin nedeni bellidir; derginin habire kapatılması! Ardından gelsin soruşturmalar, davalar… 1948’de Paşakapısı Cezaevinde üç ay hapis yattı.
Bunca bunalınca, her tür darlığa düşürülünce yurtdışına gitmeyi iyiden iyiye düşünür oldu. Pasaport alamıyordu. Bulgaristan’a kaçmayı tasarladı. Gizli servisle bağı olduğu sonradan anlaşılacak, Ali Ertekin adlı bir kaçakçı-“görevli, sınıra giderlerken, Sabahattin Ali’yi, başını ezerek öldürdü. Cesedi 2 Nisan 1948’de bulundu. Sözde yargılandıysa da katil ceza almadı. Bir sava göre ise Kırklareli Emniyetinde, işkenceyle öldürüldü.
Günümüzde aydın düşmanlığının taşlarının 1940’lı yıllardan döşenmeye başlandığını söylemek çok mu yanlış olur? Hele de o dönemin diğer olaylarıyla birlikte düşünülürse… Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretmenlerine, Türkiye’de üniversitelerin temellerini atmış Yahudi kökenli Alman bilim insanlarına, Ankara Üniversitesi Rektörü Şevket Aziz Kansu’ya linç girişimleri anımsanmalıdır.
Atatürk döneminde aydına, ekine, bilime onca değer verilirken, 1940’lı yıllar yönetiminin tam tersi denebilecek siyasaya girişmiş olması çok belirgin bir ayrılıktır; üzerinde ne değin durulsa yeridir. Bunu dış dünyanın koşullarındaki değişimle açıklama olanağı yoktur.
Sabahattin Ali’nin değeri geçen zaman içinde daha çok anlaşılıyor. Yapıtları sürekli yayımlanıyor. Romanları “İçimizdeki Şeytan”, “Kürk Mantolu Madonna”, “Kuyucaklı Yusuf”; birbirinden yetkin öyküleri, şiirleri ulusun bilincince, yüreğinde kalıcı, sarsılmaz yer buldu. Yapıtların bugün kaçıncı baskılarına ulaştığına bakmak bile gereksiz. Yabancı ülke yayınevleri de Türk okurunun bu ilgisine kayıtsız kalmadı. Yapıtlarını çeviriyorlar.
Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan”da ustalıkla yansıttığı rezil, mide kaldırmaz tiplerin, daha çoğalmış “tür”lerini günümüzde gözlüyoruz.