Yazarlar / sanatçılar sıradan insanlar değillerdir. Bu nedenle onlardan beklentilerin yüksek tutulması da doğaldır. Örneğin dili özenli kullanmalıdırlar, yaşamlarının hemen her anı sanatlarına özgülenmelidir, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmelidirler, saygınlıklarını aşındıracak davranış ve eylemler onlara göre değildir, tutarlı olmalıdırlar, sözleriyle yaşamları birbirini desteklemelidir…
Yazarlar çeşitli nedenlerle, zaman zaman bildiriler sunarlar, açıklarlar. Nedenler çeşitlidir; öykü günü, şiir günü, alınan ödül bildiriler için gerekçe oluştururlar. Bu bildirilerin aynı zamanda yazarların dünyaya, olaylara, kavramlara bakışını da gösterdiği; dolayısıyla ayrı ayrı anlamlar taşıdığı açıktır.
Anımsayalım, Orhan Pamuk’un 2006 yılında, Nobel Yazın Ödülünü aldığında yaptığı konuşma “Babamın Bavulu…” başlığını taşıyordu. Bu “tarihsel” konuşmada babasıyla ilişkilerini yazın üzerinden irdelemeye girişiyordu; ayrıntılarıyla, yer yer duygusal satırlarla. Herkesin kulak verdiği, dikkat kesildiği, odaklandığı bir ödül konuşma metni yerine bir yayında yayımlansın diye yazılan yazı olsa öykü tadı olduğu, genelde güzel bir yazı olduğu bile söylenebilirdi. Ne ki bu Nobel Yazın Ödülü konuşmasıydı ve Pamuk, babasının bavulundan söz ediyordu. Hakkını yememeli, neden yazdığı sorusunun sorulduğunu varsayarak şöyle yanıt veriyordu:
“Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul'da, Türkiye'de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum. Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya tıpkı bir rüyadaki gibi bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum.”
Kuşkusuz zorunlu değil ama gerekçelerin arasında yeryüzünün acımasız insan ilişkileri, sömürü ilişkileri, eşitsizlik, tutsaklık, savaşlar… yok. Kan gölü içinde yüzen çaresiz insanlığın çırpınışı yok. Bu yakıcı sorunlardan en azından rahatsızlık bildiren tek satır yok. Oysa ne demiştik, dünya kulak vermiş onu dinliyor!
Adını vermek gerekmez, bir diğer tanınmış yazarımız bildirisinde,
“Öykünün geleceği sözün geleceğidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, sözü, meselesi, estetik kaygıları olan edebiyat, insanın aklını, ruhunu zenginleştirmeyi, içini güçlendirmeyi, her tür karanlığına direndiği dünyayı güzelleştirmeyi ve okuruna ancak iyi edebiyatın verebileceği hazzı vermeyi sürdürecektir.”
sözleriyle seslendi. Kuşkusuz daha derinlikli, daha kaygılı. Yine de yeterince cepheden bir karşı duruş değil. Özellikle “…her tür karanlığına direndiği dünyayı…” vurgusunu daha da açıklamalı, o karanlığı doğrudan hedefe koymalıdır.
Bir de Prof. Dr. Afşar Timuçin Öğretmenin 21 Mart 2015, Dünya Şiir Günü bildirisine bakalım:
“Şiirin ölüm kalım savaşı verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Gerici güçler gerçek bilimi, gerçek felsefeyi, gerçek sanatı boğma yolunda bütün çabalarını ortaya koyarken, ince, bilge, kırılgan şiir gökdelenlerin, siyasetlerin, çıkarların, markaların, adaletsizliklerin, tankların altında eziliyor. Bir kazanma hırsıyla dünyayı ele geçiren sermaye herkese ileri teknoloji ürünleri pazarlarken, şiiri de bütün gerçek değerlerle birlikte yok etmek istiyor. İletişim araçlarının yetkinliğine karşın yanlış bilinç üretmeyi görev bilenler yüzyılların getirdiği değerleri geçersiz kılmaya, parayı Tanrı sayan bir uydurma değerler dizgesini yaşama geçirmeye çalışıyor. Evrensel cahillik her gün biraz daha yaygınlaşıyor, kurumlaşıyor, kökleşiyor, saldırganlaşıyor. Hiçbir değer tanımama konusunda kararlı görünen dünya sermaye güçleri bu amaçlarını gerçekleştirme yolunda adım adım ilerlerken demokrat görünen demokrasi düşmanlarından, ahlak değerlerini her şeyin üstünde tutar görünen ahlak düşkünlerinden, devrimciliği kimseye bırakmayan kurulu düzen yardakçılarından alabildiğine destek görüyor.
Bu yüzden şiire bugün daha çok gereksinimimiz var. Kurtuluşun yalan yanlış tasarılarda, köksüz temelsiz düşlerde, ikiyüzlü ya da çokyüzlü ilişkilerde, basit ve bayağı siyasetlerde olmadığını, güçlünün eline bakmanın onursuzluk olduğunu bilenler dünyanın ancak şiirle, şiiri yaratanlarla ve şiiri özümleyenlerle kurtulabileceğini de biliyor. Şiir bize daha da insan olma yolunda neler yapmamız gerektiğinin öngörüsünü sağlıyor. Şiir bize kim olduğumuzu, insan için ne yapmamız gerektiğini, insana adanmanın nasıl bir şey olduğunu öğretiyor. Şiir kimseyi öldürmüyor, kendi için bir şeyler elde etmek istemiyor, insanlığı üçe dörde beşe bölmeyi düşünmüyor, insana güzelin yüceliğini duyururken, aç yatan çocuklar için, işsiz babalar için, acılı anneler için daha doğru bir dünya kurmaya çalışıyor. Şiir, insan olmanın ve insana adanmanın bilincidir. Şiir ışıktır umuttur savaştır inanıştır arayıştır. Şiir ün değildir, unvan değildir, zenginlik değildir, bir köşeyi tutmak, bir yeri ele geçirmek ve orada cahilliğin ve çıkarcılığın saltanatını kurmak değildir. Kendilerini şiire adayanlar, yüce duyguların gerçek savaşçıları, gelin hep birlikte dünyayı şiirle kurtaralım; çünkü bugünkü koşullarda şiirden başka hiçbir şey bize aydınlıkların yolunu açacak gibi görünmüyor.”
(Birkaç bölümünü alıntılayacaktım, ayrımında olmadan konuşmanın tümünü almışım). Bildiriler arasındaki ayrım açıklıkla görülüyor. Afşar Timuçin bilge bir insan; düşünür, düşün (felsefe) bilgini, ozan, yazar. Şiirin yakıcı insanlık kaygıları, çatışmaları içindeki olması gereken işlevini ne güzel belirliyor. Öğrenmemek olanaksız. Bu gerçekten tarihsel bildirinin vurguları, ayrıntıları üzerinde kesinlikle durulmalıdır.