Bir haftalık gecikmeyle Sanatta Yansımalar portalindeki köşeme dönmüş bulunuyorum. İDSO yeni sezonu geçen hafta verdiği konserle açmış ve bu konserle ilgili yazıyı da Sayın İsmail Hakkı Aksu kaleme almıştı. Kendisine de buradan bu eksiği kapattığı için teşekkür ederim.
FULYA'DAKİ GELİŞME
Konserle ilgili yazıya geçmeden önce Beşiktaş Belediyesi bu yıl Fulya Sanat Merkezi'nin girişini değiştirmekle önemli bir iş yapmış. Daha önce alışveriş merkezinin içinden girişi olan Sanat Merkezi, daha sonra bu girişi özel bir hastanenin spor merkezine kaptırmış ve konsere gelen dinleyiciler kulağını tersten göstermek zorunda kalırcasına gereksiz bir dolaşma ile salona girebilmekteydi. Şimdi en azından alışveriş merkezinin otoparkı içinden asansörle salona girilebilmekte ve göreceli olarak daha konforlu giriş sağlanmakta. Umuyorum gelecek günlerde belediyenin sorumluları asansörün baktığı caddeye yürüyen merdiven koyarak sadece otoparktan değil, cadde tarafından da giriş yapmayı başarırlar.
Sezonun yeniliklerinden biri de bu yıl da göçebeliği devam eden orkestranın konser mekânlarına yeni bir salonun daha eklenmiş olması. Yapılması tartışmalara neden olan Beyoğlu Emek Sineması yeni yüzü ile bu yıl orkestranın konser vereceği salonlardan biri. Henüz akustik olarak nasıl bir sonuç verecek bilemediğim salon, orkestra için de bir soru işareti. Bakalım, sonucu 4 Kasım tarihli konserde hep birlikte göreceğiz.
AYRINTI TİTİZİ BİR ŞEF
Bu haftaki konseri Kanada doğumlu Stanley Chia-Ming Dodds yönetti. Keman ve piyano eğitiminin ardından şeflik eğitimi alan ve alanında çok önemli isimlerle çalışma olanağı bulan Dodds'un eğitim aldığı isimler arasında Claudio Abbado, Sir Simon Rattle gibi ustalar bulunuyor. Provalar sırasında gösterdiği titiz çalışma tarzı kendisinin detaylara önem veren biri olduğunu da ortaya koydu. Berlin Senfoni Orkestrası'nın şefi olan Dodds aynı zamanda Berlin Filarmoni Orkestrası'nın da yönetim kurulu üyeliğini yapmakta.
Konser programına baktığımızda bu hafta ilginç bir repertuvar görüyoruz. George Gershwin, Alberto Ginastera, Arturo Marquez, Leonard Bernstein'ın eserlerinden oluşan repertuvar bizi bu hafta Amerika kıtasının çeşitli bölgelerine götürdü diyebiliriz.
Gershwin'in Küba Uvertürü ile başlayan konser daha sonra konserin solisti olan Fransız Arpçı Marie-Pierre Langlament'in seslendirdiği Ginastera'nın Op.25 Arp konçertosu ile devam etti.
ÇIPLAK AYAKLI ARPİST
Küba Uvertürü ile ısınan hava Arp konçertosunun ilk tınıları ile iyice sıcaklaştı. Arpçı Langlament henüz 17 yaşında Nice Opera Orkestrası'nın Arp grup şefliğine getirilmiş. 20 yaşında ise James Levine yönetimindeki Metropolitan Opera Orkestrası'nın Arp grup şef yardımcısı olmuş. Bugüne kadar birçok önemli orkestra ile konserler veren sanatçı aynı zamanda Fransa'nın kültür alanındaki en önemli ünvanlarından biri olan Sanat Şövalyesi ünvanın da sahibi olmuş.
Marine-Pierre Langlament konçertoyu büyük bir ustalıkla seslendirdi. Yazılması 9 yıl sürdüğü için besteci tarafından "en zor bestelediği eser" olarak nitelendirilen konçerto gerçekte bestecinin yorumlanması en zor eserlerinden biri olduğu da açık.
Langlament'ın eseri yorumlarken dikkati çeken hareketlerinden biri de konçertoyu yalın ayak çalması oldu. Eserde çok fazla pedal hareketi olduğu için çıkacak sesi minimuma indirme adına yaptığı bu hareket kaydı yapan kişi olarak en çok beni mutlu etti tabii ki. Bu da yorumculuğun sadece eseri seslendirmek olmadığı, her şeyiyle bir bütünü temsil ettiğini göstermek adına İstanbul dinleyicisine güzel bir örnek oldu kanımca.
Teknik zorluklarla dolu eserin eşliği ise dinleyiciye yansımayan ancak mikrofonlarıma gelen ufak tefek aksaklıklar haricinde iyi oldu diyebilirim. Eserin sonunda alkışlar devam edince Langlament dinleyiciyi kırmadı ve yine Ginastera'nın 1937 yılında piyano için bestelediği 3 parçadan Op.2 La Danza de La Moza Donosa "Zarif genç kızın dansı" başlıklı piyano parçasının Arp düzenlemesini seslendirdi.
ALKIŞIN GARANTİSİ
Konserin ikinci yarısı Arturo Marquez'in 2 numaralı Danzon başlıklı eseri ile başladı. Küba müziğinde eşli bir dans biçimi olan Danzon Küba'da unutulmuşsa da Meksika'da varlığını sürdürmeye devam etmiş ve Marquez, Meksika Devlet Üniversitesi'nden aldığı siparişi bestelerken bu formu tercih etmiş. İlk seslendirilişi 1994 yılında Francisco Savin yönetimindeki orkestra ile Mexico City'de gerçekleşmiş.
Eserin genel yapısı Copland, Gershwin ve Bernstein hatta yer yer Piazzola havasında olsa da tamamına bakıldığında Marquez'in otantik havayı koruduğunu söyleyebiliriz.
Gecenin son eseri olan Batı Yakası Hikayesi'nden Senfonik Danslar kuşkusuz Leonard Bernstein'ın en önemli eserlerinden biri. Dinleyiciyi hemen hikayenin havasına sokan temaları ile müzik tarihine Senfonik Caz formunu perçinleyen eser, konserin finalinde büyük bir alkışında garantisi oluyor doğal olarak.
Orkestranın bu hafta şef Stanley Dodds ile iyi prova zamanı geçirdiğini düşünsem de sanırım İDSO'dan her zaman daha iyisini bekliyorum. Mesela genel olarak bu haftaki konser göreceli olarak hatasız olarak geçse de artık notaları doğru seslendirme çabası yerine, daha yoğunlaşmış bir yorum duymak istiyorum. Tabii ki senkron bu işin en önemli noktası, orkestranın birlikte milimetrik senkron çalımına daha fazla eğilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak bu hafta hem zevkli hem de güzel bir konser dinledi İstanbul dinleyicisi. Umuyorum gelecek konserlerde daha da güzel yorumlarla birlikte olacağız.