İDSO'nun 6 Mayıs 2016 tarihinde Fulya Sanat Merkezi'nde verdiği konseri Theodore Kuchar yönetti. Ukraynalı kemancı Solomiya Ivakhiv'in solist olarak katıldığı konserde ayrıca Gökçen Koray-Seval Irmak yönetimindeki İstanbul Senfoni Orkestrası Korosu ve mezzo soprano Aylin Ateş yer alıyordu. Programda Bedrich Smetana'nın Satılmış Nişanlı Operası Uvertürü, Antonin Dvorak'ın Op.53 La minör Keman Konçertosu ve Sergei Prokofiev'in Op.78 Alexander Nevski Kantatı yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda çoğu kez olduğu gibi Ayşe Özbekligil oturuyordu.
ABARTISIZ UVERTÜR.
Konserin hazırlıklarını yaparken bu hafta kafamdan geçen düşünceler aşağı yukarı şöyleydi: "Smetana, Dvorak ve Prokofiev bu hafta orkestrayı zorlayabilir."
Smetana'nın Satılmış Nişanlı Operası Uvertürü ilk olarak 1866 yılın Mayıs ayında Prag'da seslendirilmiş. Neşeli temaları ile bestecinin en sevilen eserlerinden biri olan opera bestecinin "Vatanım" senfonik şiirinden sonra akla gelen ikinci eser olması ile de bilinir.
Yaylılar ile nefesliler arasında güzel bir çekişmeye sahne olan uvertürde İDSO sorunsuz bir yorum yaptı diyebiliriz. Prokofiev'in hazırlığı bir şekilde nefesli grubunu bu hafta formda tutmuş. Smetana ve Dvorak'ta bu performansı gördük. Bu nedenle eserin üzerinde fazla durmadan konserin kemancı solistine geçmekte fayda görüyorum yarar var.
GÜZELLİK ALDATICI OLABİLİR.
Konserin Ukraynalı solisti kemancı Solomiya Ivakhiv özellikle Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya'da verdiği konserlerle tanınmış. Konser verdiği merkezlere baktığımızda Carnegie Hall, Curtis Institute-Philedelphia, Pickman Hall gibi Amerika Birleşik Devletleri'nin önemli salonlarını görüyoruz. İki albümü de bulunan sanatçı ilk konserini de 12 yaşında vermiş. Stony Brook Üniversitesi'nde müzik doktorasını yapan Ivakhiv çalışmalarını Pamela Frank ve Philip Setzer ile sürdürüyor.
Kemancı Solomiya Ivakhiv Konser'de Çek besteci Antonin Dvorak'ın Op.53 La minör Keman Konçertosunu çaldı.
Eser ile ilgili yoruma geçmeden önce konservatuardan bu konçertoyu çalarak mezun olduğumun altını çizerek, La minör konçertonun hayatımda ne kadar önemli bir yer tuttuğunu söylemek isterim. Bu nedenle konser kaydına gelirken içimde ayrı bir heyecan duyuyordum.
Ivakhiv gerçekten güzel bir kadın, sahne kıyafeti de çok şıktı. Erkek solistler için çok değişik kıyafetler söz konusu olmasa da hanım solistler kıyafet konusunda daha çok seçeneğe sahipler ve günümüzde eleştirmenler sadece yorumlara değil sahne kıyafetlerine de bakıyor.
Dvorak'ın Keman konçertosu teknik açıdan Brahms-Beethoven-Çaykovski gibi üç büyükler liginde yer almasa da romantik ve armonik yapısı ile yorumcuların tercih ettiği konçertolar ardasındadır. Yer yer çok sağlam teknik isteyen pasajları da yorumcuların kendini gösterme fırsatı verir, özellikle şakacı yapıdaki son bölüm bunun için biçilmiş kaftandır.
Ivakhiv konçertoya başladığı anda arpejlerde sallanmaya başlayınca "ne oluyor?" dedim. Bu konser geçmişi ile Dvorak konçertoda bu tarz sallanmalar ancak heyecan belirtisi olabilir diye düşünmek istediysem de maalesef konçertonun geri kalanı da aynı amatörlükle devam etti.
Her zaman yazdığım gibi, ilk defa dinlediğim bir solisti tek konserle yerden yere vurmak haksızlık olur. Yine de Dvorak konçertonun hayatımda tuttuğu yer nedeni ile bu sefer biraz istisna yaparak soliste yüklenmek zorunda hissediyorum.
Öncelikle konçerto temkinli bir tempo ile çalındı ki bu tip yorum ancak konservatuardan mezun olmamış yorumcuların tercih edebileceği can simitlerinden biridir. Arpejlerin çoğu rahmetli hocam Nuri İyicil'in deyimi ile "Allahlık" çalındı. İkinci bölümün romantizmi ise deşifre sınavındaki bir öğrencinin endişesini yansıttı. Son bölüm ise yine ayaklarına bağlanmış bir taş varmışcasına sürüklenerek gitti.
Heyecanını dizginleyemeyen şef Theodore Kuchar Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki yönettiği konserde olduğu gibi yine bir kemancıyı ofsayta düşürmeyi başardı ve boşlukta bir "La" notası sallanıp durdu.
Solisti bir kenara bırakırsak İDSO Dvorak eşliğinde gerçekten soliste rağmen düzgün bir eşlik yaptı. Özellikle nefesliler ve sıkça eleştirdiğim Korno grubu çok temiz bir eşlik yaptı.
BU SEZONUN AĞIR TOPU.
Konserin ikinci yarısında Sergei Prokofiev'in Op.78 Alexander Nevsky Kantatı seslendirildi. Dönemin ünlü sinema yönetmeni Sergei Eisenstein'in aynı adlı filmi için bestelenen eser daha sonra Prokofiev tarafından yedi bölüm olarak tekrar düzenlenmiş ve kantat ilk olarak 1939 yılının Mayıs ayında kendi yönetimindeki orkestra ile Moskova'da seslendirilmiştir.
Söz konusu eser hem koro hem de orkestra için icrâ edilmesi zor bir eser. Bu nedenle koro şefleri olan Gökçen Koray ve Seval Irmak'ın geçmişi çok fazla olmayan İstanbul Senfoni Korosu'ndan nasıl bir performans çıkaracağını merak etmedim değil.
Gökçen hoca ile konservatuar yıllarından bu yana çalışan biri olarak kendisinin disiplinden taviz vermez yapısını çok iyi bilirim. Bu nedenle Gökçen hoca bu eserin selameti için koroyu epeyce hırpalamış olabilir. Koro üyeleri de bu hırpalanmanın sonucunda elde edecekleri başarıyı düşündükleri için konsantrasyonlarını bu yöne vermişlerdir diye düşünüyorum.
İstanbul Senfoni Korosu artıları da eksileri de olsa Türkiye'de olması gereken "Senfoni Orkestrası Korosu" eksiğini kapatan korolardan. Kalabalık bir koro yönetilmesi zor korolardandır. Onca ses kaynağı içinde mutlaka"solo" seslerin bulunabileceği ve bunların elemine edilerek homojen bir koro yapısına kavuşması için zaman gerekir. İstanbul Senfoni Korosu için bu zamanın henüz yeterli olmadığını söylemem gerek. Koronun kuruluşunun bir kaç yıl öncesine dayandığını düşünürsek Gökçen ve Seval hocaların koro yapısı (en azından çekirdek kadro) için biraz daha uğraşacağı ortada.
Ancak bildiğim bir şey varsa 36 yılını korolara veren Gökçen Koray kolay pes etmez. TRT İstanbul Gençlik Korosu kökenli koro üyeleri ile çekirdek kadro kuran ve bunu bu işe gönül vermiş dışarıdan yeni üyelerle destekleyen Koray, sanırım bir kaç yıl sonra sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da önemli Senfoni Korolarından birini yaratabilir.
Alexander Nevsky Kantatı adından da anlaşılacağı gibi Rusya'nın 13. Yüzyılda yaşamış ve önemli zaferlere imza atmış hâttâ Ortodoks kilisesi tarafından Aziz ilân edilmiş bir kahraman üzerine yazılmış kantat. Hâl böyle olunca eserin heroik tarafı ile Eisenstein sinemasının karanlık yapısını birleştirirsek, günümüz film müziği bestecilerinin temel olarak Prokofiev ve Shostakovich'ten esinlendikleri de hissedebilirsiniz.
Eser içinde yer alan mezzo soprano partisi kısa da olsa eserin aslında oyun değiştiren bölümlerinden biri olduğu için Aylin Ateş'in performansına da değinmemiz gerek. Mezzo soprano partisini dinlediğiniz zaman yapısal olarak o kadar lirik ve o kadar yumuşak ki bunu yorumlarken hataya yer vermeyecek kadar da naif bir yapısı var. Sonuç olarak Aylin Ateş bu kısa ancak vurucu bölümü gerçekten insanların gözü kapalı dinleyeceği bir yorumla seslendirdi.
Sonuç olarak İDSO ve İstanbul Senfoni Korosu kusursuz bir yorum yapmasa da eserin ruhuna uygun bir performans gerçekleştirdi. Maalesef bu tip eserler için gerçekten uzun bir prova süresi gerekiyor ki daha önce de yazdığım gibi İDSO yönetiminin bir şekilde bu plânlama sorununu çözmesi ve bu eserlere gerekli prova zamanını vermesi gerekiyor.
Bu konseri 8 Haziran Çarşamba akşamı saat 20.00'de TRT Radyo 3'te yayınlanacak Bir Konser programında dinleyebilirsiniz.