İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı 3 Kasım 2017 tarihinde Fulya Sanat Merkezinde verdiği konserinde Ukraynalı şef Natalia Ponomarchuk (1969) yönetti. Yine Ukraynalı kemancı Dima Tkachenko konsere solist olarak katıldı ve Piotr İliç Çaykovski’nin Op.55 Re Majör Keman Konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca Ludwig Van Beethoven’in Op.67, 5 numaralı do minör “Kader” senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Özgecan Günöz Kızılay vardı.
TANE TANE ÇAYKOVSKİ.
Ukrayna’nın önde gelen şefleri arasında yer alan Natalia Ponomarchuk, Dniprepetrovsk Senfoni Orkestrası’nın sanat yönetmeni, orkestra şefi ve ayrıca Ukrayna Ulusal Senfoni Orkestrası’nın daimi şefi olarak görev yapıyor. Bugüne kadar uluslararası alanda İspanya, İtalya, Yunanistan, Çin, Meksika gibi ülkelerde başarılı konserlere imza atmış.
Konserin solisti Dima Tkachenko yine Ponomarchuk gibi Ukrayna doğumlu bir sanatçı. 6 yaşında keman ve piyano eğitimine başlamış. Ukrayna Ulusal Müzik Akademisi’nden Bogodar Kotorvych ve Jaroslava Riviniak’ın öğrencisi olarak mezun olduktan sonra, 1998 yılında Guidhall Müzik ve Drama Okulu’nda Yfrah Neaman’ın sınıfına kabul edilmiş. Sanatçı buradan üstün başarı ile mezun olduktan sonra katıldığı Carl Nielsen, Lysenko Yarışması ve Wronski Solo Keman Yarışması gibi uluslararası yarışmalarda çeşitli ödüllerin de sahibi olmuş. Solistlik kariyerinin yanı sıra Ukrayna Ulusal Müzik Akademisi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Uluslararası yarışmalarda jüri üyeliği de yapan Tkanchenko, Londra’daki Benjamin Britten Uluslararası Müzik Yarışması’nın yardımcı kurucusu ve sanat yönetmeni.
Konserde seslendirilen iki eser de (Çaykovski ve Beethoven) klâsik dönemin sarsılmaz iki eseri olarak tarihte yerini bulmuştur. Bu nedenle eserlerin hikayelerini bu haftaki yazımda değinmemeyi tercih ediyorum.
Çaykovski keman konçertosu denilince, kulaklarımızda (en azından benim kulağımda) Oistrakh’ın yorumu perçinlenmiştir. Doğal olarak 20. Yüzyılın sayılı solistleri en az Oistrakh kadar Çaykovski’yi olması gerektiği gibi yorumlasa da tercihimi her zaman David üstattan yana kullandım.
Genel olarak bu zor ve göreceli uzun konçertoyu solistler iki türlü yorumlamayı tercih eder: Bunlardan birincisi (eğer teknik olarak yeterli bir kemancı ise) hızlı ve gösterişli, bir diğeri de tabiri caizse “yedire yedire” diyebileceğimiz, ağırca bir tempo ile tane tane yorumlarlar. Bu akşam Tkachenko, ikinci tür soliste örnek bir yorum sergiledi.
Açık konuşmak gerekirse bu derece uluslararası başarıları olan bir kemancı için bana kalırsa biraz teknik sakatlıkları olan yorum oldu. Ağırca bir tempo seçmek sizi teknik pasajlarda bir derece rahatlatsa da, entonasyon ve o pasajların açık açık duyulması nedeniyle sizi hedef tahtasına koyar ki bu akşam mikrofonlarıma yansıyan yorumda da bu aksaklıkları (çift seslerin tınlamasında , yay hakimiyetinde ve tel geçişleri arasındaki istenmeyen tınlamaların duyulması gibi) çok net duydum.
Canzonetta bölümü (ikinci bölüm) açık ara konçertonun en iyi tınlayan bölümü oldu. Bu arada hazır gündemdeyken, 6 Kasımda yıkılacağı haberleri dolaşan Atatürk Kültür Merkezi’nin sanatçılar için aslında ne kadar önemli bir mekân olduğu konçertonun bu bölümünde bir kez daha kafamın içinde yankılandı. Sebebi ise, orkestranın konser verdiği Lütfi Kırdar Kongre Merkezi, Caddebostan Kültür Merkezi, Haliç Kongre Merkezi gibi mekânlar içinde akustiği ve sahnesi en ehven sayılabilecek Fulya Sanat Merkezinde bile sahne şartlarının aslında ne kadar zor olduğunun farkına vardım. İkinci bölümde nefesli grubunun akortlarında farklılıklar ortaya çıkınca nedenini merak ettim. Salonun sıcağına sahne ışıklarının sıcağının eklenip, bir de sahne arkasından esen soğuk havayı da düşünürsek, enstrüman değiştirmek zorunda kalan nefeslilerin soğuk enstrümanla sıcak enstrüman arasında akort farklılığı yaşaması kaçınılmaz oluyor hali ile. İşte sadece bu hava akımı bile bir orkestranın sahne alacağı mekânın nasıl incelikle tasarlanması gerektiğinin kanıtıdır. Ne olacak canım yaparız bir konser salonu demekle olmuyor bu işler işte...
Konçertoya geri dönersek, Tkachenko üçüncü bölümde biraz daha konçertonun ana temposuna yakın durarak, kulaklarımızdaki yoruma geldi diyebilirim. Son pasajlarda oktav notalarda entonasyon sıkıntıları duyulsa da, kendine has yorumunun ilginç olduğunu söyleyebilirim.
Konçerto sonunda gelen yoğun alkışlar üzerine yeniden sahneye gelen sanatçı, performansının yüksekliğini sergilercesine ünlü kemancı Nathan Milstein’in Nicolo Paganini’nin 24 numaralı kaprisine yaptığı “Paganininia” başlıklı düzenlemeyi seslendirdi. Benim ilk defa dinlediğim bu düzenleme gerçekten Paganini üzerine yapılmış en iyi düzenlemeler arasında yer alır. Hem bir Paganini zorluğunda, hem de bestecinin diğer kaprislerinden de esinler taşıyan bu düzenlemeyi bir yerlerde dinlemenizi tavsiye ederim.
Sonuç olarak her zaman ilk defa dinlediğim bir solistin ardından yazdığım gibi Tkachenko için de aynı şeyi yazacağım. İlk defa dinlediğiniz birini şöyleydi böyleydi diye eleştirmek doğru değil. Ancak Çaykovski seviyesinde bir konçerto ile sahneye çıkıyorsanız beklediğiniz bir seviye de oluyor. Tkachenko teknik ve yorumcu olarak önemli bir sanatçı, yine de klâsik bir esere yeni yorumlar getirmeye çalışırken dikkatli olmak gerek, bazı şeyler ne yazık ki yeniliği kaldıramayabiliyor.
UKRAYNALI BEETHOVEN.
Konserin ikinci yarısında yer alan Beethoven’in 5. Senfonisi klâsik müzik dinleyicisinin ezbere bildiği senfoniler arasında yer almakta. Bu nedenle aynı Çaykovski gibi Beethoven’in bu senfonisi de yeniliği kaldırması şüpheli eserlerden biri.
Doğal olarak karakterini ispatlamak isteyen şefler bu tip eserlerde bazı ilginç yorumlara girmeyi tercih ediyor. Natalia Ponomarchuk da bu şeflerden biri olarak gözümüze çarptı. Daha ilk notada tercih ettiği (o meşhur ta ta ta taaa bölümünden bahsediyorum) ritmik kalıp bana biraz Karajan-vari gelse de, istenilen yorumun oturması 4 gün içinde pek mümkün olmuyor. Bu nedenle konuk şeflerin bu tip deneyleri kendisinin sürekli yönettiği topluluklarda uygulaması bana göre daha mantıklı. Yıllarca klâsik yorumu benimsemiş bir orkestraya yepyeni bir yorum getirmeye çalışmak, azıcık iyimser bakış açısı gerektiriyor.
Deneysel yorumu (aradaki ilginç duraklamalar gibi) bir kenara bırakırsak, Ponomarchuk bu hafta İDSO ile yorucu bir prova süreci geçirmiş gibi geliyor. Yaylı grubu arasındaki senkron sorunu nispeten daha az duyulsa da, kemanlar ile viyolonseller arasında hâlâ bir sıkıntı var. Nefesliler ikinci yarıda ortama daha alışmış enstrümanlar sayesinde birinci yarıda yaşadıkları akort farklılığını yaşamadılar. Nefesli soloları da hatasız seslendirildi. Nedense son bölümde timpani bana bir parça net tınlamıyor gibi geldi, belki de kulaklarım tahta bagetleri aradığından olabilir. Orkestradan dinlediğim yorum ilginç olmakla birlikte, şefin isteklerinin orkestrayı biraz geri çektiğini hissettim.
Sonuç olarak İDSO bu hafta saha avantajını ve repertuar avantajını iyi kullanarak 3 puanı aldı diyebiliriz. Dinleyicinin oldukça ilgili olduğu bu haftaki konsere her zaman olduğu gibi bölüm aralarında gereksiz alkışlar damgasını vurdu. Bazen Amerikan stand up komedilerinde yapıldığı gibi bir yönetmen ve alkışlanacak yer geldiğinde yanıp sönen “alkışlayın” yazılı bir uyarı panosu mu koysak diye düşünmüyor değilim...
Gelecek haftaya buluşuncaya kadar sanat dolu günler diliyorum.