İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 9 Şubat Cuma akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda verdiği konserini Avustralyalı şef Daniel Smith yönetti. Konsere Devlet Sanatçısı piyanist Gülsin Onay ve İtalyan piyanist Francesco Libetta solist olarak katıldı. Programda Wolfgang Amadeus Mozart’ın 365 KW. 10 numaralı Mi bemol Majör İki Piyano ve Orkestra için Konçertosu, Dimitri Şostakoviç’in Op.112, 12 numaralı “1917” başlıklı Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda Özgecan Günöz Kızılay vardı.
MÜZİĞİ HERKESE ULAŞTIRMAYA ÇALIŞAN ŞEF.
Bu hafta orkestrayı yöneten şef Daniel Smith, alanında oldukça tanınmış ve önemli işlere imza atmış bir isim. İDSO ile ilk kez konser veren Smith’in özgeçmişine baktığımızda UNESCO’nun Fitelberg Orkestra Şefliği Yarışmasında birincilik ödülü, Sir Georg Solti Yarışmasında İkincilik ödülü ve Luigi Mancinelli Uluslararası Opera Şefliği Yarışmasında kazandığı birincilik ödülü hemen gözümüze çarpan başarıları arasında. Amerikan Şeflik Akademisi ve Salzburg Mozarteum’da öğretim üyeliği de yapan sanatçı, bugüne kadar birçok önemli opera prodüksiyonuna da şef olarak görev yapmış. Aynı zamanda “Daniel Smith Gift of Music” derneğinin de kurucusu olan sanatçı, finansal yetersizlik, ölümcül hastalık, görme ve diğer fiziksel engellerinden dolayı konserlere gidemeyenler için yüzlerce bilet satın alarak, bu biletleri bağışlamakta.
Son dönemlerde özellikle yurt dışındaki konserlerini son hız sürdüren piyanist Gülsin Onay, bu akşamki konserde sahneyi İtalyan meslektaşı Francesco Libetta ile paylaştı. Besteci, orkestra şefi ve piyanist Francesco Libetta, bu akşam ilk kez İstanbul’da konser vermiş oldu. 32 Beethoven sonatının tamamını, Leopold Godowsky’nin Chopin’in 27 Etüdünü temel alan 53 Etüdü “Corpus Monstre”yi kayıt ederek önemli bir çalışmanın da altına girmiş. Kayıtları ile başta Altın Diapazon ödülü olmak üzere birçok ödülün de sahibi olan Libetta, bu akşam Gülsin Onay ile birlikte Wolfgang Amadeus Mozart’ın 10 numaralı iki piyano için konçertosunu seslendirdi.
İKİ FARKLI DÜŞÜNCE İLE MOZART.
Bu akşam sahnede iki ayrı piyanistle birlikte iki ayrı piyano da vardı. Steinway piyano ile Gülsin Onay çalarken, Francesco Libetta ise Bözendorfer piyanoyu kullandı. Karakterleri çok farklı olan bu piyanolarla çalarken ne hissettikleri konusunda konser öncesi yaptığım mini söyleşide Francesco Libetta, “Bunun aslında yoruma başka bir hava getirdiğini, iki piyanonun mücadelesi yerine iki farklı düşüncenin konuyu tartışması gibi duyduğunu” belirtti.
Konçerto 1779 yılında Salzburg’da bestelenmiş, hatta solistlerin Mozart ve kardeşi Nannerl’in olması beklenmişse de ilk seslendirilmesi 1781’de Viyana’da gerçekleşmiştir. Yapı olarak Mozart bu kez konçertoda üflemeli çalgılara daha fazla ağırlık vermiş, iki klarnet, iki trompet ve bir timpani eklemiştir.
Bu akşam konçertoda öne çıkan iki şey vardı: Bunlardan birincisi elbet solistlerin Mozart yorumu, ikincisi ise yukarıda belirttiğim Mozart’ın eklediği nefesli çalgıların bu konserdeki başarısı.
Solistlere öncelik tanıyalım: Gülsin Onay’ın yorumuna burada “yorum” yapacak değilim. Kendisini ilk kez dinlediğim Francesco Libetta’yı gerçekten yumuşak ve notaların içini doldurmayı başaran, her tuşesinde Mozart’ı hisseden bir yorumcu olarak buldum. İki piyano için yazılmış bir eserde uzun süre birlikte çalışmayan solistlerin anında uyumu yakalamasını beklemek biraz iyimserlik olur, bu konserde de iki solist de önemli icracılar olsalar da, bazı yerlerde beraberlik konusunda ufak tefek sıkıntılar yaşadılar. Ancak Gülsin Onay’ın özellikle Mozart yorumculuğu bu küçük nazarlıkları neredeyse kadife bir örtü gibi sararak, duymayı beklediğimiz Mozart yorumunu kulaklarımıza ulaştırdı. Kadanslar bu durumlar için en tehlikeli bölümler olmasına rağmen tam tersine bir kolaylıkla tınladı.
Şimdi işin dedikodu kısmına gelelim: Çok şükür Türk icracılar içinde burnundan kıl aldırmayan yorumcu neredeyse yok gibi, ancak Gülsin Onay pozitifliği ile biraz daha ayrı yerde sanki. Her zaman gülen yüzü ile parmakları tuşlara gitmeden sıcaklığını piyanoya taşıyabilen yorumculardan. Bu nedenle bu geceki yorumda Gülsin Hanımın ve Francesco Libetta’nın Akdenizli sıcaklığı Mozart’ın iliğinde kemiğinde yer buldu diyebilirim.
Öne çıkan ikinci konu, yani nefesli grubunun uyumu ise bu akşam Mozart’a yakışır anlara sahne oldu. Klarnet ve Obualar hem entonasyon hem de yorum birliği olarak bu akşam kusursuz bir iş çıkardı.
Doğal olarak bu yorumla birlikte konçertonun sonunda dinleyicinin yoğun alkışını cevapsız bırakmayan Onay-Libetta ikilisi Antonin Dvorak’ın Op.72, 2 numaralı Slav Dansını ve Johannes Brahms’ın 5 numaralı Macar Dansını bis olarak seslendirdi.
İSTANBUL’DA İLK DEFA ŞOSTAKOVİÇ 12. SENFONİ.
Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilirler, Şostakoviç’in yerini her zaman ayrı tutmuşumdur. Orkestral yapılanması, ifadesi, karanlık duruşu, üslubu ile her zaman başka bir yerde duran Dimitri Şostakoviç, özellikle senfonik alanda Sovyet Devrimi’nin müzikteki yansımasıdır bana göre.
1 Ekim 1961’de Yevgeni Mravinski yönetimindeki Leningrad Senfoni Orkestrası tarafından Leningrad’da seslendirilen eser, Sovyet Rejimini yücelten yapısı ve bir nevi “Lenin”e övgü niteliğindeki geri planı ile doğal olarak başarıya ulaşmışsa da, Batı’da da “doğal” olarak içeriğinden dolayı geç tanınmış ve benimsenebilmiştir.
Senfoniye geçmeden önce İDSO’nun program kitapçıkları ile ilgili bir iki görüşümü belirtmeliyim. Öncelikle, Majör ve minör tonların kitapçıklarda yazımı bir müzisyen olarak dikkatimi çekiyor. Majör (Büyük) minör (küçük) tonlar, müzikal ifadede M ve m olarak yer alır. Bu nedenle bir bestecinin minör tondaki eserinden bahsederken, bunu Minör olarak yazmak müzikal olarak bir hatadır. Dinleyici için önemsiz bir detay olabilir ama müzikten bahsediyorsak bu küçük ama önemli bir detay.
İkinci konu ise, eserlerin ilk seslendirimi yapılıyorsa bu neden programlarda belirtilmiyor? Bu daha önceki yıllarda yapılıyordu, şimdi ise araştırmazsanız bunu bulmanız çok zor. Kaldı ki Şostakoviç’in 12. Senfonisini ben 25 yıldır kaydettiğimi hatırlamıyorum. Yukarıdaki alt başlıkta İstanbul’daki ilk seslendirilişi derken de çekincede kaldığımı da belirteyim.
Senfoniye dönersek, birinci bölüm “Devrimci Petrograd” adından da anlaşılacağı gibi St. Petersburg’un devrimden sonra değişen ilk adı. Lenin’in çocukluğunun geçtiği ve devrimin en önemli noktası olan bu şehir, bestecinin de senfoniye başlangıç olarak seçtiği yer olmuş. Karanlık ve kararlı yapısı ile dikkat çeken Şostakoviç’in imzasını attığı ilk bölümde nefesli, vurmalı ve yaylılar arasında bölüm bölüm değişen geçişlerle devrimin ayak izleri adım adım takip edilmiş. Bu bölümde klarnet, fagot, trompet ve trombon soloları başarı ile tınladı. Yaylılarda birliktelik ilk bölümde güzel tınladı diyebilirim, ancak şu pizzicato bölümlerde biraz daha dikkat gerekiyor, bugün hem Mozart’ta hem de Şostakoviç’in bu tip ofsayta müsait bölümlerde dinleyiciye gelmese de mikrofonlarıma bir kaç ofsayt tınladı maalesef. Kontrbasların bir ara birbirine girdiği kısım için bir şey diyemiyorum. Bunun nedeni şef mi yoksa dikkatsizlikten miydi bilemiyorum ancak genel olarak orkestrayı esere odaklı olarak görmek güzeldi. Senfoninin kalabalık yapısı nedeni ile gençlerle desteklenmiş orkestra bu akşam bana göre başarılı bir yorum sergiledi. Özellikle vurmalı çalgılarda bu desteği fazlasıyla gördük.
Bu akşam şef Daniel Smith’i çok başarılı buldum. Konçerto eşliğindeki yorumu ve orkestraya verdiği doğru giriş çıkışlarla, doğru bir eşlik yaptırırken, Şostakoviç’in bu zor senfonisini kısa sürede yoruma çevirmek konusunda da iyi iş çıkarmış. Özellikle Şostakoviç için mütevazı bir havayı benimseyerek, senfoniyi bir fanfara çevirmemesi ise tam bir usta işi olmuş diyebilirim. Dinleyici ise bu akşam bölüm aralarında alkışlamayarak benden bir teşekkürü hak etti.
Gelecek haftaya kadar sizlere sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
10 Şubat 2018