11 Aralık Cuma akşamı İDSO'nun Caddebostan Kültür Merkezi'nde verdiği konseri Theodore Kuchar yönetti. "İsmet İnönü'yü Anma" başlığını taşıyan konserin solisti Kore asıllı piyanist Andrew Pae'ydi. Beethoven 5. Piyano konçertosu ve Schumann'ın 2. Senfonisinin seslendirildiği konserde kazalar ön plândaydı.
Konserin başında sahneye İsmet İnönü'nün kızı Özden Toker Hanımefendi çıktı ve orkestraya teşekkürlerini bildirdi. Çok sesli müziği her zaman destekleyen ve kendisi de viyolonsel çalan merhum Cumhurbaşkanı'mız Sayın İsmet İnönü'yü biz de buradan saygı ile anıyoruz.
Theodore Kuchar İDSO'nun sevdiği şeflerden biri ancak başarısı konusunda biraz temkinli olmakta fayda var. Kendisinin sıcakkanlı ve orkestraya ile iyi ilişkiler kurduğu konusu tartışılmaz ancak doğru şef olduğu konusu tartışma konusu.
Konserin piyanisti Andrew Pae yetenekli ve teknik konularda oldukça başarılı bir piyanist. Amerika Birleşik Devletleri'nde aldığı eğitim konçertoyu yorumlarken hissedilmedi değil. Ancak Beethoven'in 5. Piyano konçertosu gibi başlığında "İmparator" olan bir konçertoyu yorumlamak için piyanonun önünde birazcık "İmparator" olmak gerekiyor.
1988 Los Angeles doğumlu Pae eğitimini Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ve Kore'de almış. Özgeçmişine baktığımızda çok ciddi eğitimciler ve okullarda çalıştığını görüyoruz. Ancak bu eğitim ne kadar önemli ise bir o kadar da yaşanmışlık ve zaman kavramı var ki, yorumculuğa giden yolda bunları erkenden almak maalesef Allah vergisi. Bu nedenle deha olarak gördüğümüz isimler bu zorunlu parkurları erkenden atlatabiliyor. Diğerleri için ise zaman ve yaşanmışlık zorunlu parkur.
Andrew Pae'nin seslendirdiği 5 numaralı konçerto ciddi bir sınav niteliğindeydi. Beethoven'in sağırlığının had safhalarında olduğu bir dönemin ürünü olması yanında gerçekten sağır bir bestecinin bunun gibi yaratılar vermesinin aslında ne kadar mucizevi şeyler olduğunun da bir ispatı.
Bir çok yorumcunun kaçırdığı nokta bana kalırsa aslında bu. Neyi yorumladığının idrakına varmak. Kulağınızla duymadığınız bir şeyi yazarken bunu ancak ruhunuz ve beyniniz ile duyabilirsiniz. Böylesine bir konçertoyu sadece notaları çalınarak seslendirilmesi, yazılmış notaları ard arda çalmaktan öteye gidemiyor.
Andrew Pae notaları seslendirme konusunda başarılı bir piyanist, hatta teknik olarak da başarılı diyebiliriz. Yine de Beethoven'in yazdığı partisyonların bir bölümünü es geçtiğini düşünürsek bu konserde bizi etkileyecek bir piyanist olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Kazaların Beethoven'i başlığını yazarken ne yazık ki bu konserin büyük bir bölümünün solist ve şef kazalarına kurban gittiğini söyleyebilirim. Öncelikle Andrew Pae hızlı pasajların çoğunu yuttu. Tekniğiniz ne kadar iyi olursa olsun çalacağınız piyanoda antrenman yapmanız önemlidir.
Piyanist olmanın kötü tarafı konser verirken karşınıza çıkacak piyanoyu seçme şansınızın çok düşük olmasıdır. Konser verdiğiniz yerde piyanoya ne kadar çabuk alışabilirseniz başarı şansınız da o kadar fazla olacaktır. Kayıt hazırlığı sırasında gördüğüm, Pae'nin genel prova dışında egzersizlerini kulisteki piyano ile yaptığı şeklindeydi. Doğal olarak sonuç pek parlak olmadı.
Konçertonun ardından gelen bis parçası yine Beethoven'in Sol Majör Rondo Capriccioso'suydu. Beethoven'den çok Mozart havasında olan bu sevimli ancak teknik eser bir kez daha Andrew Pae'yi küçük çapta salladı diyebiliriz. Baştan sona hızlı gamlarla dolu eserde yine duyamadığımız nota sayısı hatırı sayılır durumdaydı. Yine de konçertodan daha iyi olduğu kesin.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen şunu da belirtmeden geçemeyiz, tek bir konserle bir solisti eleştirmek ne kadar doğru olur orası tartışılır. Bu nedenle piyanist Andrew Pae'nin kötü bir zamanına denk gelmiş olabiliriz. Umuyorum ki bir başka konserde tekrar dinleriz ve ona göre yukarıda yazdığım şeylerin sadece "konser kazası" olduğunu anlarız.
Kaza demişken, konçertonun final bölümünde şef Theodore Kuchar'ın orkestrayı erken vuruşla ofsayta düşürmesi maalesef kabul edilecek bir yönetim şekli değildi. Genelde bunu orkestradaki heyecanlı müzisyenlerin yapması beklenirken bu hareketin şeften gelmesi üzücü oldu.
DERTLI SCHUMANN
Neyse ki Schumann, Beethoven'in akıbetine uğramadı ve olabildiğince kazalardan uzak kaldı.
Besteciler içinde bazı isimler vardır ki onların başına gelenler gerçekten her insanın kaldırabileceğinden çok fazlasını çekmişlerdir. Schumann da bu isimlerin arasında yer alır. Ruhsal sıkıntılar, intihara kalkışmalar, halüsinasyonlar ve yaratıcılığın kısıtlanması...
Bütün bunları yaşayan Schumann, kısa süre de olsa iyileşme dönemine girmiş ve bu dönem onun en verimli dönemlerinden biri olmuş. Dördüncü çocuğunu henüz bebekken kaybetmesi besteciyi yine o buhranlı döneme sokmuş ve bu sıkıntılı dönemde 2. Senfonisi tamamlanmış.
Yaşadığı onca acıya rağmen senfoniyi dinlediğimizde aslında koyu ve karamsar bir hava yerine daha görkemli ve umut dolu bir havayı hissedebilirsiniz. Belki de Schumann tüm o acıları notalar yoluyla derinlere gömerek, olmak istediği ruh halini senfoniye aktarmıştı kim bilir?
İDSO'nun tüm iyi niyeti ile elinden geleni yapmaya çalıştığını ve içlerindeki enerjiyi her hafta sahne arkasından önüne kadar görebiliyorum. Ancak bazen doğru şef ve doğru solist kombinasyonu denk gelmezse, konserin tüm enerjisi yok olup gidiyor.
Bu enerjinin oluşması için o kadar etken var ki, bunları burada sıralamak işin politika kısmına girmek olur ki, buna gerçekten kalkışmaya niyetim yok. Zira sonu olmayan ve herkesin durmadan dile getirdiği sorunlar bunlar.
Dileğim, öncelikle Atatürk Kültür Merkezi'nin bir an önce açılabilmesi ve senfoni, opera, bale ve tiyatronun "evlerine" kavuşmaları. Yukarıda bahsettiğim enerjinin en önemli temeli bu. Diğeri ise maddiyat, bu da işin politik kısmı...
Gelecek hafta bir başka yazıda bulununcaya kadar, müzikle kalın.