İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 12 Mayıs Cuma günü Caddebostan Kültür Merkezi'nde verdiği konserde orkestrayı şef Antonio Pirolli yönetti. Piyanist Peter Jablonski konsere solist olarak katıldı ve Sergei Rachmaninoff'un Op.43, Paganini'nin Bir Teması Üzerine Piyano ve Orkestra İçin La minör Çeşitlemeleri seslendirdi. Programda ayrıca Aram Haçaturyan'ın Spartaküs Balesinden Süit ve Gayaneh Bale Süitinden seçmeler yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
İSVEÇ'Lİ TANIDIK PİYANİST.
İsveç ve Polonya kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jablonski, müzik eğitimine Malmö Müzik Akademisi'nde Piyano ve Vurma Çalgılar ile başladıktan sonra Londra Kraliyet Akademisi'nde Piyano ve Orkestra Şefliği üzerine çalışmış. Dokuz yaşındayken New York'taki Village Vanguard Festivali'nde sahneye çıkan sanatçı bu performansı ile dünyaca ünlü caz sanatçısı Miles Davis'in de övgülerini toplamış. Kraliyet Akademisi'ndeki son yılında Kraliyet Filarmoni Orkestrası ile albüm yapmak üzere Vladimir Ashkenazy'nin davetini almış.
Özet olarak biyografisi yaşına göre inanılmaz işlerle dolu olan Peter Jablonski ülkemizde de tanınan solistlerden biri ve bana göre piyanodaki hakimiyeti gerçekten takdire şayan. Bu akşam verilen konserde seslendirdiği Rachmaninoff'un Paganini'nin Bir Teması üzerine çeşitlemeler de tam olarak ondan dinlemek isteyeceğiniz bir eser.
Söz konusu Paganini ve Rachmaninoff olunca ortaya gerçekten ilginç bir karışım çıkıyor. Bir tarafta şeytanla anlaşması olduğuna inanılan bir Paganini, bir tarafta Rusya'nın hem piyanist hem de besteci anlamında gerçekten devrimsel yapıya sahip ismi Rachmaninoff. Bana kalırsa Rachmaninoff'un bu meydan okuması sadece Paganini'ye değil, aynı zamanda bu sulardan geçen Liszt'e de olmuş. 6 Etüdle Paganini'nin kemanda yarattığı dahice ustalığı piyanoya taşıyan Liszt'ten sonra Rachmaninoff'un 24 numaralı kaprisi baz alarak yarattığı bu çeşitlemeler hem bir meydan okuma hem de bir saygı duruşu niteliğinde olmuş.
1934 yılında tamamlanan ve aynı yılın sonbaharında Leopold Stokowski yönetimindeki Philedelphia Orkestrası tarafından Baltimore'da seslendirilen eser, yapı olarak Paganini'nin 24 numaralı kaprisi üzerinde gezinse de Rachmaninoff'un karakteristik özelliklerini doyasıya dışa vurmuş. Yer yer piyano konçertolarının havasını hissederken, bir anda Gershwin'in caz eserlerinden esintiler bile hissedebildiğimiz, solistin göğsünü gere gere tekniğini konuşturabildiği bir eser.
Jablonski'nin yorumunda her şey o kadar dengeli yansıdı ki mikrofonlara, yumuşak tınlaması gereken pasajlarda kaybolmadan, forte pasajlarda olması gerekenin üzerine çıkmayan ve kafaya kafaya vurulmayan tuşesi ile bana göre bu sezonun en iyi performanslarından biri gerçekleşti. Eserin sonunda gelen yoğun alkışlar üzerine yeniden sahneye gelen Jablonski, dinleyiciye Claude Debussy'nin 24 Prelüdünden 24 numaralı Livre II Feux d'artifice seslendirdi.
DUYGUSAL BİR VEDA
Konserin ikinci yarısı biraz hüzünlü bir veda ile başladı bu gece; ikinci keman grubundan Sayın Mürüvet Atahan orkestraya bu gece veda etti. Kısa ama bir çok şeyi çok güzel özetlediği konuşmasında gözyaşlarını tutamayan Atahan, orkestraya ve dinleyiciye duygusal anlar yaşattı. Biz de kendisine gelecek hayatında başarılar ve mutluluklar diliyoruz.
SPARTAKÜS VE GAYANEH.
Konserin ikinci yarısında Aram Haçaturyan'ın eserlerine ayrılmış programın ilk eseri Spartaküs Balesinden derlenmiş süitlerdi.
Sovyet Devrimi'nden sonra yeniden şekillenen Rus müziğinin önemli isimlerinden biri olan Haçaturyan, Sosyalist Parti'ye de üye olarak Sovyet politikasına sıkı desteği ile de tanınmıştır. Prokofieff ve Şostakoviç tarafından "şekilci" olmakla suçlanan Haçaturyan'ın gerçekten Sovyet politikasının yarattığı bir besteci mi olduğu yoksa halkın içinden çıkarak, Ermeni ve Kafkas folklorünün bestecisi mi olduğunu söylemek bana düşmez. Yine de Şostakoviç'in yaşadığı baskıları yaşamadığını düşünüyorum. Kaldı ki bu akşam konserde seslendirilen ikinci eseri olan Gayaneh Balesi tam da Sovyet rejiminin istediği tarzda, rejime uymayanların ihbar edilmesi üzerine yazılmış bir eser olması ile dikkat çeker.
Enteresan bir şekilde, Komünizmi yüceltmeyi amaçladığı İkinci Senfonisi tam tersi bir tepki almış ve halk ve rejim karşıtı olmakla suçlanmış Haçaturyan...
Ne olursa olsun, Haçaturyan'ın melodilerini çocukluğumdan bu yana hep tanıdık ve sıcak bulmuşumdur. Sahne müzikleri bir şekilde film müzikleri ile ortak özellikler taşıdığı için babamın plâklarından dinlediğim, gözümü kapayarak kendi filmlerimi yarattığım melodiler olduğu için de olabilir.
Bu gece Antonio Pirolli orkestrayı hem eşlikte, hem de Haçaturyan'ın eserlerinde kusursuz yönetti. Nefesli grubu bu akşamki konserde üzerine düşeni fazlası ile yaptı. Sololarda hata olmadan giden konserin solisti de muhteşem olunca bu konseri kaçıran dinleyiciler için üzüldüm diyebilirim.
Kayıt sırasında orkestra üyelerinin yüzlerine baktığımda çaldıklarından keyif alan insanlar vardı ki işte bu bir konserin en önemli motivasyon noktası bana göre. Mürüvet ablamızı emekliliğe uğurlarken aslında çok önemli bir gerçeği yaşadık; giden sanatçıların yerine yenilerini, yeni yetişen genç sanatçılara da daha fazla imkânı vermek zorundayız. Ancak şu anda ülkemizin kültür politikası maalesef bilinmezlerle dolu ve hiç kimse geleceğe kültür-sanat açısından umutla bakamıyor.
Uluslararası sanat alanında her gün genç bir sanatçımızın kazandığı başarıları okurken ne kadar gururlanıyorsak da, gelecekte o gençlerimizi başka ülkelere kaptırdığımızda aslında geleceğimizi yetiştirecek insanları da kaybettiğimizi bilmek ve onlara sahip çıkmak zorundayız. Aksi takdirde bugün gururlandığımız gençlerimiz gelecekte kendilerini yetiştirecek insanların olmaması nedeni ile tükenip gidecek.
Bu haftaki yazımla birlikte sizlerden bir süre ayrı kalacağım. Bugüne kadar yazılarıma göstermiş olduğunuz ilgiye çok teşekkür ediyorum. Haftalık yazı yazmam konusunda bana verdiği cesaret için Sayın Şefik Kahramankaptan'a ayrıca teşekkür ederim.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın değerli üyelerine bana göstermiş oldukları hoşgörü için hem teşekkürlerimi hem de sevgilerimi sunuyorum. 23 yıl süren dostluğumuzda hem müzik alanında hem de sahne arkasındaki sohbetlerimizle çok şey öğrendim.
Sanata desteğinizi eksik etmeyin. Sanatın ve sanatçının olmadığı yerde insan da olmaz.
MEHMET SUNGUR
12 Mayıs 2017