İDSO'nun 4 Aralık akşamı Fulya Sanat Merkezi'nde verdiği konseri Emin Güven Yaşlıçam yönetti. İspanyol obuacı Vincente LLimera'nın solist olarak katıldığı konserde Ralph Vaughan Williams, Richard Strauss ve Antonin Dvorak'ın eserleri yer alıyordu.
Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi Vaughan Williams'ın Serenat adlı yapıtından bir bölüm olan Andantio - Appasionato'yu saymazsak, konseri iki ağır top, Strauss ve Dvorak'ın arasında geçen bir maç gibi düşünebiliriz.
2013-14 sezonunda da seslendirilen Richard Strauss'un Re Majör Obua konçertosunun bu yıl da programa girmiş olması aslında sevindirici bir durum. Normal şartlarda hem solist hem de orkestra için zorlayıcı pasajlara sahip konçertonun sık bir şekilde orkestranın repertuarında olması, orkestranın performansını yüksek tutması için güzel. Ancak konu Richard Strauss olunca dinleyicinin sıkılıp sıkılmadığını düşünmek gerekiyor.
Her ne kadar adında Strauss olsa da Valslerin Efendisi Strauss familyası ile yakından uzaktan benzer olmayan eserler veren Richard Strauss, bir bakıma Senfonik Şiirlerin Efendisi desek yeridir. Bu tarz senfonik şiirler yapı itibarı ile dinleyiciye konuyu hayal etmek bakımından ilginç gelebilir. Ancak konçerto formuna gelince işler biraz değişiyor.
Başlayan ve bölümler arasında ara olmadan (aslında yeni nesil dinleyicinin bölüm arasında alkışlama ofsaytına düşmesini engellediği için teşekkür etmek gerek) biten konçertonun ne hissettirdiği konusunda düşünmek gerekiyor. Strauss hayranları beni kınamasınlar ama söz konusu obua olunca bir keman, bir piyano kadar popüler olmayan bu çalgının Strauss'un dur durak bilmeyen notaları arasında kaybolmayı pek sevmiyorum.
Obuanın ses formu barok ve romantik dönemlere daha yakışıyor gibi geliyor bana.
Daha önce Fatma Dağlar'ın performansı ile dinlediğimiz konçertoyu Vincente Llimera'nın performansı ile karşılaştırırsak, milliyetçilik yapmadan Dağlar'ın performasında konçertonun hak ettiği yorumu bulduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ne yazık ki Llimera'nın Cuma akşamki performansı doğru notaların sıralanması gibi geldi. Yorum? En azından ben hissedemedim.
Strauss gibi geç romantik, erken modern dönem bestecilerini yorumlamak klâsik ve romantik dönem bestecilerini yorumlamaktan daha fazlasını gerektiriyor. Çünkü iki arada bir derede kalan bu dönemin "bu, bu şekilde yorumlanır" diye bir genel havası yok. Adı üstünde, "yorum" olunca bize de bizi o döneme kim doğru şekilde taşımışsa onu beğenmekten başka bir çare de kalmıyor. Sözün kısası, dün gece Llimera'nın en azından beni Fulya Sanat Merkezi'nden öteye götüremediği aşikâr.
Ve gecenin kazananı...
Dvorak'ın 7. Senfonisi 8 ve 9. Senfoniler düşünülürse en az "Dvorak" olanı kanımca. Dvorak'ın alıştığımız romantik, zengin ve parlak nefeslileri yerine daha karamsar, koyu bir senfoni ile karşı karşıya kalıyoruz. Her ne kadar Dvorak kendi tarzını "Halk müziğinin etkisinin, ulusal senfoni geleneği ile zengin bir karışımının etkili kullanımı" olarak tanımlasa da, onun geç romantik havası bizi yaşadığı diyarların üzerinde dolaştırdığı kesin.
İşte bu karışım her zaman Dvorak'ın gizli karışımı gibi geliyor bana. Ve bu nedenle de bence gecenin galibi Dvorak'tı...
Bu arada zor pasajlarla bezenmiş senfonide özellikle korno ve trombon partilerinin cam gibi tınlaması nedeni ile gruplara teşekkür etmek lazım. Orkestrayı bir takım gibi görürsek, maça hazırlanma aşaması her takım için önemli. Şefler de teknik direktör olarak o takımın başında olan sorumlu kişi doğal olarak. İyi teknik direktör iyi takım yönetir düsturu da her zaman geçerli olamıyor maalesef. Orkestra ve şef arasında duygusal olarak bir bağ kurulamamışsa, şefin istediklerini orkestra, orkestranın istediklerini de şef yansıtamıyor.
Cuma akşamki konserde biraz bu hissedildi gibi. Yemek güzeldi ama tuzu eksik kalmıştı sanki?
Konserin başında çalınan Ralph Vaughan Williams'ın Andantino Appasionato başlıklı eseri, sakin ve iddiasız bir eser olarak görünse de aslında eserin iki kahramanını da alkışlamadan geçmeyelim. Obua soloları yapan Damla Tuncer ve klarinet sololarını yapan Ayşegül Kirmanoğlu.
Bazı maçlarda maçı çeviren oyuncular vardır. İşte bu konserin "maçı çeviren isimleri de" bana kalırsa onlardı.
Son olarak, orkestra yönetiminin bu yıl program kitapçıklarında yaptığı olumlu değişiklikten bahsetmekte fayda var. Yıllar boyu "Devlet Senfoni Orkestrası" tanımlamasında yer alan o "Devlet" kelimesini program kitapçıklarının kapağında gördük.
Ciddi ve soğuk...
Şimdi ise orkestra müdürü Sezai Kocabıyık ve yönetim kurulu üyesi Evrim Güvemli'nin doğru kararları neticesinde programda yer alan bestecilerin dönemlerinden ressamların eserleri program kapakçığını süslüyor. Program kitapçığının arka bölümünde ise o ressam ve eseri hakkında kısa bilgi yer alıyor. Birbirini tamamlayan işler yani.
Bu nedenle bu olumlu gelişmeyi tebrik ediyorum. Benim gibi program kitapçıklarını biriktirme huyu olan kolleksiyonerler için kesinlikle estetik bir durum.
Telefonlarını açık unutan dinleyiciler için "nazik" bir uyarının da başta yer alıyor olması çok güzel. Keşke bu uyarıya bir de bölümler arasında gelen sabırsız alkışlar için de bir uyarı eklenmiş olsaydı.
Herkese müzik dolu bir hafta diliyorum.