Bu haftaki yazımı Cumhuriyet Bayramı’nı idrak ettiğimiz 29 Ekim günü yazdığım için tüm okuyucularımızın Cumhuriyet Bayramı’nı bir kez daha kutluyorum. Laik ve Modern Türkiye’nin kurulmasında emeği geçen, başta büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm arkadaşlarına ve bu uğurda savaş veren, şehit düşen halkımıza şükranlarımı sunuyorum.
İDSO’nun 28 Ekim Cuma akşamı Fulya Sanat Merkezinde verdi konserini Gürer Aykal yönetti. Cumhuriyet Bayramı temalı konsere soprano Nurdan Küçükekmekçi solist olarak katıldı. Konser programında Bülent Tarcan’ın 3. Süiti ve Muammer Sun’un Kurtuluş ve Cumhuriyet Film Müzikleri yer alıyordu. Koral bölümlerde ise Burak Onur Erdem yönetimindeki Devlet Çok Sesli Korosu yer alıyordu.
Açık konuşmak gerekirse bu yıl orkestranın konser verdiği mekânın dolup taşmasını beklerdim. Hele ki Beşiktaş Belediyesi’ne ait bir salona Belediyenin gençleri doldurup bu coşkuya ortak etmesini hayda hayda beklerdim. Ne yazık ki salon yeterince dolu değildi ve burada Cumhuriyet Bayramı’nı bir tatil olarak görüp erkenden İstanbul’u terk eden kitlenin bir etkisi var mıydı bilmiyorum. Göçebe edilen İDSO’nun dinleyicisi ne yazık ki giderek azalıyor. Daimi bir konser salonuna adapte edilemeyen dinleyici de yavaş yavaş konserlerden uzaklaşıyor.
Arada sırada hatırlatmak istediğim gibi, İDSO’nun genç dinleyicileri getirmesi gerek. Yaş ortalaması düşen dinleyici bir süre sonra yenileri eklenmezse kaybolacak. Bunun için üniversitelerle temasa geçilmesi gerektiğini, belirli bir kontenjan tanınıp öğrencileri konserlerle buluşturmak gerektiğini düşünüyorum. Geçmişte bunun uygulamaları yapılıyordu bildiğim kadarı ile.
SONUNDA TARCAN…
1993 yılından bu yana orkestranın konserleriyle haşır neşir olan biri olarak, orkestranın konserlerde Bülent Tarcan’ın eserlerine sık yer vermediğini görüyorum. Bana kalırsa bu büyük bir eksiklikti ve bu eksikliğin en azından Cumhuriyet Bayramı konserinde giderilmiş olması beni sevindirdi.
Çoksesli Türk Müziği’nin önde gelen isimlerinden biri olan Bülent Tarcan gibi çok yönlü bir bestecinin eserlerinin daha fazla seslendirilmesi gerekiyor. Doktorlar arasında sıkça yapılan bir şakada “doktorların aslında boş vakitlerinde doktorluk yaptığından” dem vurulur, kendilerinin esas işinin resim veya müziğin bir dalı olduğu söylenir. Doğru olmasa da doğruluk payı olduğu söylenebilir, zira çoğu doktorun ikinci ilgi alanı sanattır.
Konservatuar yıllarımda Bülent Tarcan’ın öğrencilerinden biri olma şansını yakaladığım için mutluyum; ancak onun ne kadar değerli bir besteci ve bilim adamı olduğunun geç farkına vardığım için de o kadar üzgünüm. Müzik tarihi derslerinde gerçekten sıkı bir hoca olduğunu öğrencisi olanlar yakından bilir. Yine de bugün müzik tarihi konusunda aklımda ne kalmışsa Tarcan’ın “sıkı” hoca olmasının büyük rolü vardır.
Gürer Aykal’ın disiplinli provalarını tahmin edebildiğim için bu hafta İDSO’nun performansının gayet iyi olacağını da tahmin ediyordum; ki tahminimde yanılmadım. Hem Tarcan hem de Sun’un eserleri günün önemine yakışır bir şekilde seslendirildi. Bülent Tarcan’ın 3. Süiti 1954 yılında bir bankanın açtığı yarışmada birinci olmuş ve ilk olarak Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından Gotthold Ephraim Lessing yönetiminde çalınmış.
Anadolu temalarının ön planda olduğu eser içinde keman, viyolonsel ve fagot soloları gayet güzel tınladı. Ancak bu konserde fagotçu Recep Gümüş biraz daha ön plandaydı ve soloyu sadece seslendirmedi, olması gerektiği gibi de yorumladı. Geçen hafta da yazdığım gibi, nefesli çalgı çalmak maalesef tehlikeli bir iş ve aksilik olması durumunda spotlar bir anda oraya dönüyor.
Gelecek yıllarda umuyorum daha fazla Tarcan eseri dinleyebiliriz.
CUMHURİYET’İN MÜZİĞİ…
Konserin ikinci yarısında Muammer Sun’un Kurtuluş ve Cumhuriyet Film müzikleri yer alıyordu. Ara verilmeyen konserde arka bölümde bekleyen Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Devlet Çok Sesli Korosu eser için konsantre olmuştu. Koroyu bu konserde Burak Onur Erdem yönetiyordu. Koronun performansından önce hanımların kıyafetlerinin içindeki kırmızı fonun konserin bütünlüğüne çok yakışmış bulduğumu söylemem gerekiyor. Doğru bir seçim olmuş.
Muammer Sun hocamız için daha önce yazdığım detaylı yazıyı eski yazılarımda bulabilirsiniz. Bu nedenle eser üzerine bir şey yazmak istemiyorum. Soprano Nurdan Küçükekmekçi hatasız bir yorum yaptı ve sesi gerçekten eserin istediği soprano tınısına sahipti.
Gürer Aykal’ın dinleyici ile diyaloğu gerçekten hoştu; hatta eserin bir bölümünde karışan partitur nedeni ile durup baştan başlamadan önce dinleyiciye dönerek: “Şefler de hata yapar” demesi hem güzel bir nükte hem de eser konsantrasyonu için olumlu bir manevraydı.
Provalar sırasında salona yansıyan sesi kontrol ettiğimde orkestra-koro balansını beğenmedim. Evet, Muammer Sun’un müzikleri insanı ister istemez daha coşkulu çalmaya itiyor. Ancak orkestranın koroyu bastırmaması gerekiyor, hele ki üst partilerde zorlanan insan sesi karşısında keşke nüans biraz daha düşseydi. Burada en önemli sorun gerek belediyelerin kültür merkezlerinin gerek ise başka komplekslerin bu tip orkestra ve koro performansı için tasarlanmamış olmasından kaynaklanıyor. Doğal olarak bu iş için tasarlanmamış bir salondan ne doğru bir akustik performans alabilirsiniz ne de o performansı verecek topluluğun o sahneye sığmasını bekleyebilirsiniz.
Konserin aralıksız olması ve eserlerin coşkusu nedeni ile konserin bitmesini istemeyen dinleyici doğal olarak arka arkaya bis için ısrarcı oldu. Orkestra da bu ısrarı Onuncu Yıl Marşı ve Muammer Sun’un eserlerinden bölümlerle karşılıksız bırakmadı.
Bu arada sosyal medyada paylaşılan bir videoda aynı saatler içinde Hakan Şensoy yönetimindeki İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın da Muammer Sun’un Kurtuluş Film Müziklerini seslendirdiğini gördüm. Buradan Hakan Şensoy başta olmak üzere tüm sanatçıları kutluyorum. İşte bu nedenle ara başlıkta “Cumhuriyetin müziği” demeyi tercih ettim çünkü bana göre Muammer Sun, kuruluşundan günümüze cumhuriyetimizin müzikle tanımını yapabilen ender bestecilerimizden biri…
Sonuca gelirsek, tüm yolların Roma’ya çıktığı gibi İstanbul’un devlet sanat kurumlarının da bir an önce yerleşik düzene geçmesi lazım. Sanatseverler bu konuda kamuoyu baskısı oluşturmadığı sürece bu göçebe düzenin “alışagelmiş düzen” haline gelmesi çok uzun sürmeyecek.
Cumhuriyetin her kurumuna sahip çıkmamız gerekiyor. 1923’ten günümüze 93 yıl geçti. Elbet 93 yıl içinde çağa ayak uydurmamış kurumları modern hayata uydurmak gerekiyor. Hantal kalmış devlet yapısını onarmak ve iyileştirmek elbet gerekli. Ancak sanat kurumlarına sahip çıkılmazsa Cumhuriyetin aydınlık, çağdaş yüzü olan bir değeri kaybederiz. “Sanatsız kalan bir milletin can damarlarından biri kopmuş demektir” lafının anlamını bir kez daha düşünmeniz dileği ile…