Bugün köşenin sahibi,
Ankara’nın ozanlarından A.Kadir Paksoy’un son kitabı.
Ankara’dan uzakta geçirdiğim şu uzun dönemde, doğup büyüdüğüm şehirden söz etmem gerektiğinde şöyle bir şeyler çıktı ağzımdan: “Benim için Ankara, ODTÜ demektir, ODTÜ ruhu demektir. ODTÜ ruhu ise yeşilin yerine yapılar kondurmak değil; tersine, bozkırı yeşillendirmektir...” Bizler Ankara’da yarışmayı değil, dayanışmayı öğrenerek yetiştik.
“Ötelerde
Omuz omuza
Altındağ tepeleri
Ne kadar da benziyorlar
Bu kentin şairlerine
Şimdi bu şiiri yazarken
Nasıl anmam
Muzaffer İlhan Erdost’u
Ali Yüce’yi
Bir kenti kent yapan
Biraz da şairleri değil mi?”
Ankara’nın ozanlarından Abdülkadir Paksoy, ozan Ümit Sarıaslan’la 1996’da yayınlanan ortak şiir kitapları Başak ve Asma’da böyle diyordu.
Tam da Ankara için duygularım coşmuşken Paksoy’un yenice bir kitabı çıktı karşıma: Ocak 2016’da yayınlanan Bozkır Gemisi (Ankara Şiirleri)...
İstanbul’un bir semtini bile sevmeye bir ömrün yetmeyeceğini haklı olarak düşünen Yahya Kemal’in “Ankara’nın nesini seviyorsunuz?” sorusunu “İstanbul’a dönüşünü” diye yanıtlamasını biraz talihsiz bulurum: O dönemin milletvekiline yakıştıramam: milletvekili olarak geldiği Ankara’nın neyi simgelediğinin farkında değilmiş!
Güzele vurulmak kolaydır. Mavi-yeşil bir kenti sevmek de öyle... Ya Ankara’yı?
“Korkarım yanlış anlaşılmaktan
Ne öyle ne böyle
Nasıl sevilirse soylu bir kadın
Çirkinliğiyle birlikte
Hani bin türlü acı verir de
Onsuz edemezsiniz
Öyle sevilmeli derim
Soylu bir kent de”
demişti A.Kadir Paksoy 1996’da yayınlanıp yeni kitabında da yer alan Ankara Güzellemesi şiirinde. Bu kez şöyle yazıyor:
“Niçin sevilir bir kent
Ekmeği suyu insanı için mi
Yoksa uğultusundaki
o sürekli derinlere kaçan
eskil renkten mi
Yoksa gizlediği için mi suçlarımızı
gökyüzünden kırlardan
Niçin sevilir bir kent
Bilmem ki
Ama artık zamanı geldi
İtiraf etmeliyim
Seviyorum bu kenti ben de
Bir kadını sever gibi
İçim içimi yiyor kimi zaman
Kızıyorum gördükçe hafifliklerini
Ama çıkıp baktığımda tepelerinden aşağılara
İnip yitirdiğimde kendimi
o buğulu sokaklarda
Anlıyorum onsuz edemeyeceğimi
Niçin sevilir bir kadın
Bilmem ki
Ankara
Ey aziz kentim benim
Bana kimliğimi kişiliğimi verdin
Zor günlerde sen emzirdin şiirlerimi
Ey güzeller güzeli
Mustafa Kemal’in gelini
Göğe atılırken taş kesilmiş
Çift başlı bir Hitit kartalı gibi
Bakarken Anadolu’ya
Asıldım ayaklarına
Boynumda Midas’ın armağanı
Gümüş bir gemi çapasıyla
Dolaşıp duruyorum
Ay ağılı dolamlı
Düş çanağında”
Ankara, ozanımız gibi, “Hatti, Hitit, Frig, Roma, Selçuk, Osmanlı; on bin yıllık Anadolu uygarlıkları zincirine Anka ile Ra’nın birleşerek Türkiye Cumhuriyeti halkasını ekledikleri yer” olarak algılanınca sevilir.
Ankara, A.Kadir Paksoy’un şiirlerinde, çanağını çevreleyen tepeleriyle, aşağıda akan dereleriyle, Jülyanus sütunundan İstasyon’a anıtları ve yapılarıyla, Kays’tan Midas’a gelip geçenleriyle, “Konstantinus’u ya da Keykubat’ı bekleyen / Sabır taşına dönmüş işçileri”yle, “Varsıl evlere temizliğe giden / Kibele, Meryem Ana ya da Satı Kadın”la, Yıldırım Beyazıt’la ama en çok da Mustafa Kemal’le yaşar.
Ankara Kalesi şiirinden bir bölüm:
“Bilir misiniz
Kimlerin eseridir Ankara Kalesi
Kimler, ne zaman nasıl yaptılar
Nasıl yaklaştılar
göğe bu kadar
Tarih kitaplarına bakarsanız
Kanıt yok yeterince
Bilinmiyor kesin olarak
bütün bunlar
Bilinen bir şey varsa
O da taşların altında
arandığıdır gerçeğin
Bir kez olsun başlarını kaldırıp
Ellerini uzatsalar değecek göğe
sormuyorlar
Ben de onlardan biri
Nice bir zaman
Taşların altında aradım bu gizi
Frig’di Roma’ydı Hitit’ti diye dolandım durdum
Bir gün tam da umudumu kesmiş
Toprağa sırtüstü uzanmıştım ki
Duydum eteklerinin hışıltısını Kibele’nin
Nasıl da çarpmaya başladı
Hatmi güllerinin kokusuyla kalbim
Bir ana şefkati ile gülümsedi yüzüme
Tüm zamanların suskun tanığı gök
Elim giderken usulca baba harçlığıma
İçimden geçenleri okuyan bir çerçi bulut
Fısıldadı gerçeği eğilip kulağıma
Meğer Anka ile Ra / burada buluşmuşlar
Burada tutuşmuşlar karanlıkla büyük kavgaya
Sonra bir gün bir sabah
Anadolu aydınlığında
Yer ile gök birbirine uzanarak
Onlara bu kartal yuvasını kurmuşlar”
Ankara Aydınlığı şiirinden:
“Yalın sözün yalımından doğar Ankara aydınlığı
Dağılmışken umudun orduları
Kara bulutlar dolanırken yurdun göğünde
‘Ya istiklal ya ölüm’ der ya bir yiğit atılıp öne
İşte o sözden yayılan aydınlıktır Ankara aydınlığı”
A.Kadir Paksoy müzikten esinlenen şiirlerine bir yenisini katmış son kitabında. Carmina Burana’nın Hipodrom’daki seslendirilişi üzerine yazdığı Batı Yeli (Zefiros)’u (Bozkır Gemisi, s.36) okurken esintiden tüyleriniz ürperiyor. Keşke Paksoy’un Bozkır Gemisi de bir besteciye esin kaynağı olsa...
“Bir Ankara aydınlığında
Göğe salınmış çapamızı çekerek
Açılırdık kıyısız Bozkır Denizi’ne
Alkımlardan alkımlara geçerek
(..........................)
Şiirin ta kendisiydi Bozkır Gemisi
Şapka çıkarırdı yetmiş iki millet
Okuyunca bordamızda yazılı seçkin dizemizi:
‘Yurtta sulh / Cihanda Sulh’
Ama batırıldı Bozkır Gemisi
Yadsıyamaz kimse bu yalın gerçeği
Kovuldu çocuklar görmesin diye
Gençlik Parkı’ndan su perileri de
***
Ey Ankara’da deniz yok diyen sefiller
Kapayın yüzlerinizi
Hayal edecek çocuklar
Kıyısız denizlerde Bozkır Gemisini”
A.Kadir Paksoy, insanı yüreğinden yakalayan şiirleriyle Ankara sevdasını okurlarına paylaştırıyor. Yalnızca Ankara’nın güzelliğini değil; öylesine söylenivermiş izlenimi vermesi için ince ince düşünülmüş, süssüz dizeleriyle Türkçe’mizin güzelliğini de tattırıyor.