Bu köşeyi birlikte ele geçiren dans ile sinema bana “Dansa Davet”iye yazdırdıktan sonra birbirlerinden güç alarak köşeyi kimseye bırakmamaya kararlıydılar; ama araya bir facia girince başlarını öne eğip önce ozanlara, sonra romancılara yer verdiler. Şimdiyse, bekledikleri yerden seslenerek: “Kömür madencilerini hiç aklından çıkarma; ama bizi de unutma” diyorlar. Bunun üzerine köşeyi yine onlara veriyorum: sinemacılarla dansçıların ağzından “Hayal”, “Sebat” ve “Feda”nın anlatılmasını istiyorlar.
Hem sanatta, hem bilimde, hem de hayatın her alanında önemli, üç kavram…
Düşlemek, diretmek, kendini gözden çıkarmak… Başarmanın, en iyiyi başarmanın ipuçlarının bu sözlerde yattığını SinemaDansAnkara Festivali yeniden gösterdi bizlere.
Önce hayal etmek gerekiyor.
Festivalin son günü gösterilen Veda (Farewell), Vefa (Fidelity) ve Vuslat (Fusion) filmlerinin yönetmeni Mehmet Şafak Türkel, Ankara’da böyle bir festivalin yapılmasını hayal eden kişi!... 2001’den bu yana 30’u aşkın bale, dans ve tiyatro yapıtının video tasarımını yapmış. Dans filmlerine yönelmesi ise Osman Ürper’in dans fotoğraflarını gördükten sonra olmuş. Dans filmlerine ilgisi onu uluslararası festivallerle, Hollanda’daki Cinedans’la tanıştırmış ve bir düş yapışmış yakasına.
Sonunda bu yıl SinemaDansAnkara olarak gerçekleşmiş düşü: yalnızca dans filmleri gösterimleriyle değil, sinema ve dans eğitimi gören üniversiteliler için atölyeleriyle, söyleşileriyle, tartışmalarıyla da kültür yaşamımıza katkıda bulunan bir Festival…
Kapanış programında gösterilen filmlerin sonuncusu, 5 gün boyunca dans atölyesinde yaşananları çeken sinema atölyesi öğrencilerinin Türkel gözetiminde yaptıkları film (Vuslat) idi. Filmin kaba kurgusu bir günde yetiştirilmişti.
Öte yandan, ödüllü filmi Festival’de gösterilen Boris Seewald, dört günde çektiği filmin kurgusunun çeşitli nedenlerle bir yıl sürdüğünü anlatmıştı. Söyleşisinde, gençlere sorunlar karşısında yılmamalarını, diretmelerini öğütlüyordu. “Yanlış yapmak iyidir, kötü bir film yapmak eğiticidir; yanlış yapmaktan korkmayın” diyordu. Sebat etmeleri gerektiğini, hemen yılmamalarını, ısrarcı olmalarını öğütlüyordu. “Filminizi göstermek için birçok yere gönderirsiniz; 150’sinden red yanıtı alırsınız, 50’sinden kabul görürsünüz, sonunda birinden ödül alırsınız” diyerek gençleri yüreklendiriyordu.
Festival’in kapanışında, film gösterimlerinin ardından, koreograf ve dansçı Ziya Azazi’nin tek kişilik dans gösterisi yer aldı. Soluğumu tutmuş, onu izlerken, yıllar önce Bejart Ballet’den hayranlıkla izlediğim Mevlevi ayinlerinden esinlenmiş bir koreografiyi anımsadım, o sırada “keşke bunu bizden biri yapsaydı” diye hayıflandığım aklıma geldi. Hatay doğumlu Ziya Azazi’nin kendinden geçercesine dönüşleri soluğumu keserken ise farklı bir mutluluk kaplıyordu içimi: bizden birinin evrensel düzeyde bir işini izlemenin mutluluğu…
Azazi, Festival sırasında Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nın öğrencileriyle Dervish in Progress (Farkındalık ve Beden Ekonomisi) atölye çalışmasını yapmıştı. Dönüş (sema) aracılığıyla dansçıların fiziksel-zihinsel- duygusal sınırlarına ulaşıp var oluşlarını daha derinden sorgulamalarını, kendileriyle yeni bir boyutta yüzleşmelerini ve bu yeni boyutu yaşamlarına yerleştirmelerini amaçlayan bir atölye çalışmasıydı bu.
Gösterinin ardından görüşme fırsatı bulduğumuz öğrenciler, beş gün içinde çok şey öğrendiklerini, unutamayacakları bir deneyim yaşadıklarını, “Ziya Hoca”nın onlara “kendinizi feda edeceksiniz, kendinizi kurban edeceksiniz” dediğini aktardılar. Sanatta yukarılara çıkabilmek için kendilerini sanatlarına adamaları gerektiğini, bunun için pek çok şeyden vazgeçmeleri gerektiğinin farkına vardıklarını dile getirdiler.
Bir Festival sona ererken genç sanatçı adayları, sebat etme, kendini feda etme gibi kavramlar üzerine eğilmiş, disiplinlerarası etkileşimi deneyimlemiş oldular. İzleyenlere de başarılı çalışmalar görmüş olmanın mutluluğu kaldı. Ama hep daha fazlasını istemeden olmaz:
Yerelden yola çıkıp evrensel olmayı başarmış Ziya Azazi, Avrupa ülkelerinden başka Brezilya’dan Çin’e, Kanada’dan Hindistan’a pek çok ülkede gösteriler sunmuş. Ayrıca, -Şefik Kahramankaptan'ın projelendirip librettosunu yazdığı; bestesini Can Atilla'nın, koreografisini Mehmet Balkan'ın yaptığı- Mevlana'nın Çağrısı balesinde de izleyenleri kendisine hayran bıraktı. Bu bale Devlet Opera ve Balesi'nin neredeyse tüm sahnelerinde sergilenip Çin turnesine gitti. Ancak, Ankaralı ve İstanbullu sanatsevenler, Azazi'yi ne Mevlana'nın Çağrısı'nda, ne de festivallerde izleyebildiler.Çalışmalarını Viyana’da sürdüren sanatçımızın ülkemizdeki festivallere daha çok çağrılmasını, böylece Türkiye’de daha çok izlenmesinin sağlanmasını diliyoruz.