Sanat ile siyaset arasında dialektik bir ilişki vardır. İkisi birbirini etkiler. Genelde sanatçılar mevcut siyasete muhalif bir pozisyon alır. Bu da doğaldır; siyaseti denetleyen öğelerden biri de sanattır. Özellikle savaş, iç harp, dikta rejimleri içerisinde kıvranan bir toplumda sanatçılar seslerini en gür bir şekilde duyururlar. Bunun gereksinimini şiddetle hissederler.Bu bir reflekstir.
Sanatçılar her grupta olduğu gibi kendi aralarında da, yalakalar, suya sabuna dokunmayanlar, oportünistler, muhalifler, ideologlar, kanaat önderleri... gibi kategorilere ayrılıyor.
Benim konum başka. Mikro düzeyde, yani kendimle ilgili. Siyasetin sanat hayatım üzerindeki olumsuz etkilerinden şikayet.
Şu son on iki yılda hergün öyle önemli gündemler ortaya çıkageliyor ki... Her şeyden önce düzeni toptan değiştirme yolunda yürütülen operasyonları izlemek başımızı döndürüyor. Her bir operasyon ayrı bir travma. Bu geçen yıllar içerisinde siyaseten yapılanları izlemek, değerlendirmek, gidişatı kestirmek ve her şeyden önemlisi üzülmeye direnmek gibi uğraşlar vaktimi, enerjimi, dikkatimi sanat dışına çıkardı. Sanat yapmaya çok daha az vakit ayırabildim. Üretkenlik eskisi gibi değil.
Şöyle elimde rüya gibi bir kitap, uzanmışım nefis bir müziğin eşliğinde; uzak bir hayal oldu. Sevdiğim filmlere gitmek... Kaç tane film DVD'si aldım; hepsi öyle köşede duruyor. Açıp seyretmeye vakit yok. Ne o; siyasetteki gelişmeleri izleyeceğim; analiz edeceğim... Tuh!
Her zaman genel durumun bugünkünden daha kötü olacağından endişe ettim. Ve haklı çıktım, çıkıyorum. Ne kadar endişe etsem az. Bu korkularım tabii hem memleket için hem de bireysel düzeyde kendim için. Olanlar karşısında eli kolu bağlı kalmak da ayrı bir sıkıntı. Vücut tabii bütün bunları kaldıramayınca savunma mekanizmasını kuruveriyor; 'amaaan sen de, şurda kaç yaşına gelmişsin; daha ne kadar yaşıyacaksın; sana ne, senden sonrakiler düşünsün. Onlar bile senin kadar dert ediyorlar mı?' ... vs.
Sanat bu memleketten kovuluyor. Geleneksel sanatlar sözde teşvik görüyor. Geleneksellik bilindiği gibi yereldir; evrensel değil. Yerellikten evrenselliğe uçabilmek için evrensel standartları tuturmak gerekir. Evrensel ne demek? Tüm insanlığa hitap eder nitelikte olmak demek. Gerisi turistlere malzeme.
Galeriler faaliyetlerini kısıtlıyorlar; kimi kapısını sürgüleyip gidiyor. İstanbul, Ankara böyle; diğerlerini saymıyorum bile.
Tiyatrolar, opera...
İlgisizlik bir yana evrensel sanata düşmanlık artıyor. Aslında dava eskiye dönmek de değil; kalitesizliğin egemen olması. Kalitesizlik amansızca prim yapıyor Bu acaba kalite ile kalitesizliğin ebedi savaşımı mı? Sıra kalitesizliğin egemenliğine mi gelmiş?
'Dinle Küçük Adam!' (Wilhelm Reich), 'sen kendinle değil beylerinle, paşalarınla, liderlerinle övünürsün. Bir fikri ne kadar az anlarsan ona o kadar sıkı bağlanırsın. Kendini kendinle değil büyük bellediğin adamlarla özdeşleştirirsin....'
'Kişisel özgürlük diye bir şey olmadığını,mutluluğun kitleyle birlikte hareket etmeyle, kitleye biat etmekle sağlanacağını söyler muktedir. Aslında o da senin gibi küçüktür ama seni senden iyi bildiği için sana büyük görünmeyi başarmış bir kurnazdır....'
Reich'dan anladıklarım bunlar. İşte siz bunu küçük adamlık nitelendirmesinden kalitesizliğe çevirin, öyle okuyun.
Ekonomide bir ilke vardır; 'kötü para iyi parayı kovar'. Çürük elma da sepetteki tüm elmaları çürütür.
Henüz çürümemiş elmalarız.
7 haziran 2014 ankara monad balkan // İzlenimler