Siz hiç bugüne kadar, elindeki Stradivarius’dan, Guarnerius’dan veya diğer meşhur İtalyan ustaların yaptığı sazlardan memnun olmayıp sürekli şikayet eden yaylı çalgılar virtüözü gördünüz mü? Ben görmedim. Ha, enstrüman diye aslında astronomik rakamlara el değiştiren tarihi bir eser çalıyor olsa dahi, bir ustanın başyapıtını bir diğer ustanınkine tercih edene rastlamak her zaman mümkün. Örneğin Guarnerius’un koyu tonlarını Stradivarius’un parlak tonlarına tercih edenleri biliyoruz. Piyano dünyası yaylı çalgılar dünyasından daha farklı. Yaylı çalgılara kıyasla gelişimini çok daha geç bir dönemde tamamlayıp ‘mükemmelliğe’ ancak geçtiğimiz yüzyılda ulaşabilmiş bir çalgı piyano. Düşününüz ki, bugün her biri birer başyapıt olarak görülen Stradivarius’lar ve Guarnerius’ların üretildiği 1700’lerin başı piyanonun henüz emekleme çağıydı.
Pek çok bileşenden oluşan piyano belli ki çalanı memnun etmesi daha zor bir çalgı. Buna rağmen Steinway firmasının geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren özellikle konser salonlarını domine ettiği biliniyor. Günümüzde dünya üzerindeki konser salonlarının yüzden doksan sekizinin Steinway marka konser piyanolarını tercih ettiği söyleniyor. Bu ezici hükümranlığına rağmen Steinway’den hazzetmeyip başka piyano markalarına meyleden yıldızlar da yok değil. Örneğin büyük piyanist Sviatoslav Richter geç döneminde Yamaha’nın tınısından çok hoşlanır, her konserinde bu markanın piyanolarını kullanırdı. Alfred Brendel, Andras Schiff gibi yıldızlar ise biraz da yoğunlaştıkları dönemin gereği olarak Bösendorfer veya Bechstein gibi, Viyana klasisizmini daha otantik biçimde tınlatan markalara meylediyorlar. Daha gençlerden Angela Hewitt ise, en yeni global piyano markası konumuna yükselen Fazioli’nin gönüllü tanıtım elçisi gibi çalışıyor adeta. Fazıl Say da Yamaha’yı severek çalıyor.
Ama bir piyanist daha var ki, günümüzde yapılan piyanoların hiçbirinin çıkardığı ses onu tatmin etmediğinden dolayı, uzun yıllardır bu alanda sürdürdüğü araştırma-geliştirme çalışmalarını sonunda kendi adını taşıyan bir piyano markasına dönüştürdü. Bu mucit piyanistin adı Gergely Boganyi. 1974 doğumlu Macar piyanist Boganyi, kariyeri üstün başarılarla dolu bir sanatçı. Ülkesinin kuzeyinde bulunan Vác şehrinde doğan Boganyi Budapeşte’deki ünlü Liszt Akademisi’nde okuduktan sonra ailece taşındıkları Helsinki’deki Sibelius Akademisi’nde eğitimini sürdürmüş. Bloomington, Indiana’da György Sebök ile de çalışan Boganyi Beethoven yorumlarıyla ünlü yurttaşı piyanist Annie Fischer’den uzun yıllar boyu dersler almış. 1996 yılında Liszt Yarışması’nda kazandığı altın madalya, sanatçının en büyük yarışma başarısı. Franz Liszt’in başını çektiği, 19’uncu yüzyıldan itibaren Macaristan’dan çıkmakta olan büyük piyanistler zincirinin günümüzdeki son halkalarından biri olan Boganyi, ne ilginçtir, günümüzde bu geleneğin en önemli temsilcileri arasında başta gelen Andras Schiff ve Zoltan Kocsis kadar iyi tanınmıyor. Halbuki, şimdiye dek kaydettiği Chopin ve Liszt albümleri dinlendiğinde Boganyi’nin teknik ve sanatsal ifade yönünden son derece yetkin bir sanatçı olduğu gerçeği gün gibi ortaya çıkıyor. Teknik alandaki yetkinliğinin yanı sıra, efsanevi yurttaşını andıran fiziği sayesinde ‘Franz Liszt’in Reenkarnasyonu’ ismi de takılan Boganyi’nin Türkiye’ye son yıllarda birkaç kez gelip konser vermişliği var.
İşte böylesi üstün meziyetlere olduğu kadar mütevazı kişiliğe de sahip olan sanatçı 20 Ocak 2015 tarihinde enstrüman dünyasını deyiş yerindeyse ‘salladı’. O gün öğlene doğru Budapeşte Müzik Merkezi’nde (Budapest Music Center) uluslararası basına yönelik hazırlanan lansmanda yerlerimizi aldık ve günlerdir üzerinde konuşulan Boganyi Piyanosu’nun üzerindeki örtünün kaldırılmasını nefeslerimizi tutarak beklemeye koyulduk. Örtü kaldırılmadan önce birbiri ardından sahneye çıkan Attila Bolega, Peter Uveges, Jozsef Cs. Nagy ve Gergely Boganyi’den oluşan yaratıcı ekip bizlere az sonra ne türden bir piyanoyla karşılaşacağımız hakkında ipuçları veren kısa konuşmalar yaptı.
Konuşmaların ardından nihayet örtü açıldı. ‘Karşımızda daha önce hiçbir yerde görmediğimiz türden bir piyano belirdi’ gibi iddialı bir söz etmeyeceğim çünkü piyano tasarımı alanında bugüne kadar yapılan iddialı işlerden az çok haberdarız. En azından her yıl Frankfurt ve Şangay müzik fuarlarında görücüye çıkan -daha çok gösteri amaçlı dizayn edilen- ilginç tasarımlı piyanolar bu tip sıra dışı tasarımların şok edici özelliğini ortadan kaldırdı (Piyano tasarımı tarihi, her dönemin geçerli modasına göre şekillenen, incelemesi hayli zevkli bir alandır).
Ama hakkını yemeyelim; kült mimar Zaha Hadid’in son dönemde konser salonlarını da şekillendiren dalga formundaki hatlarının kullanıldığı, karşıdan bakıldığında uçuşa hazırlanan bir kuşu andıran, son derece çekici bir tasarıma sahip, Boganyi Piyanosu. Ama, öncelikli olarak tasarımı değil, ürettiği özgün tını ve sonoriteyle isminden söz ettirmeyi amaçlayan bir piyano aynı zamanda. Mucidinin kendi sözleriyle, ‘zengin, temiz, net, saf, zarif, güçlü bir ses’ çıkıyor piyanodan. Ama daha önemli bir ayrıntı var. Bu, aynı zamanda Gergely Boganyi’nin neden böyle bir çaba içine girdiğini de anlatıyor. Piyanistin nihai hedefinin, 20’inci yüzyılın ilk yarısının ‘şarkı söyleyen’ efsanevi piyanolarını günümüzde yeniden canlandırmak olduğunu öğreniyoruz. Bahis konusu tınıyı günümüzde üretilen piyanolardan duymamız artık mümkün değil. O muazzam çalgılar da tıpkı bir zamanların ‘Altın Çağ Piyanistleri’ gibi tarihe karıştı. Ama Gergely Boganyi pek çoğumuz gibi ümitsizliğe kapılmak yerine 1994’de yani bundan tam yirmi yıl önce araştırmaya başlayıp, zihninde ve ruhunda yer eden o tınının peşine düşmüş.
‘Geçmişle bugünü kaynaştıran bir piyano’ şeklinde tanımlıyor Boganyi, ismini verdiği çalgıyı. ‘100-150 yıl öncesinin sıcak ve insani tınısını bugüne taşımak istedim. O çağdaki piyanolar bambaşka renklere ve ‘ruh’a sahipti. İçinde yaşadığımız modern çağda üretilen piyanolar ise öncelikle; ses gürlüğü, teknik mükemmellik ve perküsif karakteriyle ön plana çıkıyor. Perküsif karakteri elde etmek kolay ama şarkısallığı elde etmek son derece güçtür.’ Boganyi 1850-1900 yılları arasında üretilmiş piyanoların tınısı için başka bir tabir daha kullanıyor: ‘Peri masalı’. Günümüzde gerçeğe dönüştürmek istediği alaşım o zaman şu: Peri masallarını andıran rengarenk ve lirik bir tınıya sahip, şarkısal karakterde, ama aynı zamanda, ürettiği sesi günümüzün en büyük konser salonlarının en uzak köşelerine dek ulaştırabilen kudrette bir piyano.’ Carnegie Hall gibi devasa bir salonun bile en uzak köşelerine kadar sesini duyurabilen günümüzün tam kuyruklu konser piyanolarının ürettiği ses gürlüğünün de ötesine geçmeyi hedeflemiş Boganyi.
Lansman sırasında salonda bulunanlara harika bir performans sunan Amerikalı caz piyanisti Gerald Clayton da solosunun ardından Boganyi Piyanosu hakkındaki düşüncelerini basınla paylaştı. Piyano başından ayrılmak istemediğini salondakilere sezdiren hayli uzun performansı sırasında kendisini adeta bir ‘uzay mekiğinde’ hissettiğini söyledi Clayton. Boganyi’den çıkan sesin piyanisti anında terk etmediği, bir süre daha sahnede kalarak piyanisti çevrelediği gibi ilginç bir yorumda da bulundu. Her çaldığında piyanonun sesinin açıldığını vurgulayan Clayton buna rağmen o gün çalışından kaynaklanan tüm olumsuzlukların piyanoya değil kendisine ait sayılması gerektiğini söyleyecek kadar da, Boganyi’nin kalitesine yürekten inanmış bir sanatçı portresi çizdi.
Boganyi, adını taşıyan yeni piyanosunda kullanılan ses tahtasının, bu alanda geleneksel olarak kullanılan ladin ağacı olmadığının altını özellikle çizdi. Peki nedir ladin yerine kullanılan ağaç? ‘Materyal’ desek daha doğru olacak zira ladinin yerine, enstrüman yapımında her geçen gün daha fazla kullanıldığına şahit olduğumuz karbon fiber tercih edilmiş Boganyi Piyanosu’nda. Bu malzeme, dayanaklılığı ve maliyet düşüklüğü sebebiyle günümüz yaylı çalgılar yapımcılarının da yeni gözdesi. Boganyi’ye, bu malzemeyi piyano ses tahtası olarak ilk kez kendilerinin mi kullandıklarını sorduğumda aldığım cevap, daha önce başka yapımcıların da kullandıkları ama Boganyi Piyanosu’nda bu kullanımın birtakım yan elementlerle birlikte çok daha tatmin edici bir sonuca yol açtığı yönünde oldu. O yan elementlerden biri de, daha önce denenmemiş, üzerinde özgün rötuşlar yapıldığı vurgulanan köprü. Boganyi Piyanosu’nda yayların ses tahtası üzerindeki dizilim tarzı, piyanistin daha az enerji harcayarak daha geniş bir ses skalası elde etmesini sağlamış. Bazı piyano eserlerinin 90 tuş gerektirmesinden yola çıkılarak klavyeye eklenen 2 ekstra bas tuşunu da unutmayalım. Bu sayede daha zengin bir bas tını elde etmek mümkün hale gelmiş. Geleneksel piyano üretiminde geçerli olan toplam 17 uygulama Boganyi Piyanosu’nun üretim sürecinde çeşitli modifikasyonlar geçirmiş. Piyanoda kullanılan toplam parça sayısı 18 bin. Bu parçaların bir kısmı Macaristan’da tasarlandıktan sonra, günümüz piyano üreticilerinin en önemli çözüm ortaklarının başında gelen Alman Renner firması tarafından üretilmiş. Geri kalan tüm parçaların üretimi ise Macaristan’da yapılmış.
2.60 metrelik boyuyla Boganyi Piyanosu, günümüzün diğer kuyruklu piyanolarının 2.80 metrelik boyu yanında dikkati çekecek ölçüde kısa kalıyor. Bu da, boyunun görece kısalığına rağmen Boganyi’nin, diğer üreticilerin piyanolarından daha gür ses çıkarabildiği yolundaki söylemin, strüktüründeki teknik üstünlüklere bağlı olduğu iddiasını güçlendiriyor. Boganyi’nin, geleneksel piyanoların uzak ucunda bulunan üçüncü ayaktan yoksun oluşu da üzerinde durulan noktalardan biri. Üçüncü ayağa tasarımda yer verilmeyişi; rezonansı artırmak ve sesin oditoryuma gitmesi yerine boş yere zemine aktarılmasının önüne geçmek olarak açıklanıyor.
‘Boganyi Piyanosu’ndan şu anda dünyada kaç tane var’ sorusunun yanıtı ise sadece ‘2’. Bu sayıya basın lansmanında tanıtılan bitmiş üründen önce geliştirilen prototip dahil. Yani Boganyi henüz seri üretime geçebilmiş değil. Şimdilik sadece görücüye çıkmış olan bir piyanodan bahsedebiliyoruz. Ama Gergely Boganyi, yeni bir piyano imal etmek için alan araştırması yaptığı yedi yılın sonunda kurduğu Zengafons Ltd. adlı şirket kanalıyla seri üretime geçmek için gün sayıyor. Bunun için de en az 7-8 aya ihtiyaç duyduklarını söylüyor. Boganyi, şirketi kanalıyla başvurduğu Avrupa Birliği’nden, prototip geliştirilmesi için gerekli olan 400 Bin Avro’nun yüzde 62’sini hibe olarak almayı başarmış. Geriye kalan yaklaşık 200 Bin Avro’luk kısmı ise Macaristan Merkez Bankası karşılamış. Prototipin bitirildiği tarih 31 Ağustos 2014. Lansmanda sunulan piyanonun üretilmesi için gereken destek ise Macar Milli Piyangosu ve Macaristan Kabinesi’nden gelmiş. Boganyi, seri üretime geçtikleri anda, diğer üreticiler gibi farklı modeller üzerinde çalışacaklarını söylüyor. Bir kuyruklu Boganyi Piyanosu’nun fiyatının piyasada en üst segmentte bulunan Steinway, Fazioli gibi piyanoların fiyatına eşdeğer olacağını da sözlerine eklemeyi unutmuyor.
‘Piyano üretiminde yeni bir çığır’ olarak tanıtılan Boganyi Piyanosu’nu ilk dinleyenler arasında yer alan şanslı bir yazar olarak piyano hakkındaki ilk izlenimlerimin son derece olumlu olduğunun altını çizeyim. Her parametreyi gözlemleme olanağına elbette sahip değilim. Profesyonel piyano yapımcıları ve bu alanda uzmanlaşan piyano değerlendirme uzmanlarının yazılarını okumayı merakla bekliyorum. İddia edildiği kadar gür bir sese sahip olup olmadığı ise, Budapeşte Müzik Merkezi’nin o şık ama küçük salonunda değil ancak büyük bir konser salonu ortamında test edilebilir. Konçerto eşliği de Boganyi için bu anlamda iyi bir sınav olacaktır. Bu piyanonun en ilginç özelliklerinden biri olarak öne çıkartılan aşırı sıcak ve aşırı soğuk havaya karşı dayanaklı olma özelliğini de tespit etmek öyle hemen kolay değil. Bunlar şu anda üreticisinin iddialarından ibaret. Ama Boganyi Piyanosu’nun lirik ve sıcak bir tona sahip olduğunu gayet rahatlıkla söyleyebilirim. Günümüz müzik endüstrisini iyi tanıyanlar, böylesi üstün özelliklere sahip olsa dahi, yeni bir piyanonun Steinway-Yamaha-Bösendorfer-Fazioli dörtgeni içinde dolaşıp duran konser salonları tarafından kabul görmesinin öyle çok da kolay olmayacağını tahmin edebilirler. Ama Boganyi’yi zihinde oluşan bir fikirden yola çıkıp büyük bir azimle yirmi yıl içinde bu noktaya getiren yaratıcısının onu konser salonlarına kabul ettirme uğrunda kolayca pes etmeyeceğini tahmin etmek hiç de güç değil.
Serhan Bali