İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 16 Mart 2018 Cuma günü Caddebostan Kültür Merkezi’nde verdiği konserini Jessica Cottis yönetti. Konsere klarnetçi Ayşegül Kirmanoğlu, viyolacı Raphael Aurby ve kemancı Roman Fedchuk solist olarak katıldı. Programda Özcan Sönmez’in Keman Konçertosu, Max Bruch’un Op.88, Klarnet ve Viyola İçin Mi minör İkili Konçertosu ve Ralph Vaughan Williams’ın “Bir Londra Senfonisi” başlıklı 2. Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Özgecan Günöz Kızılay vardı.
DAHA FAZLA ESER.
Yazının başlığından da anlaşılacağı gibi, bu akşam İDSO’nun konserine ilk seslendirilişler damgasını vurdu. Keman konçertosu Türkiye’de ilk kez seslendirilirken, Vaughan Williams’ın 2. Senfonisi ise bir Türk orkestrası tarafından ilk kez seslendirilmiş oldu. Konser arasında rastladığım orkestra müdürü Sezai Kocabıyık’a ilk seslendirimlerin hâla programda olmadığını sorduğumda, keman konçertosu için bu ibarenin yazıldığını söylese de ben program kitapçığının herhangi bir yerinde bulamadım.
Bu akşam konserin ilk eseri Özcan Sönmez’in keman konçertosuydu. İlk olarak, keman partilerinin redaksiyonlarını da yapan Roman Fedchuk tarafından 19 Haziran 2015 tarihinde “Yeni Müzik Günleri Festivali” kapsamında Moldovya Ulusal Filarmoni Orkestrası eşliğinde Kişinev’de seslendirilen eser, Türkiye’de de ilk kez bu konserde seslendirilmiş oldu.
Özcan Sönmez ile maalesef tanışma fırsatı bulamadım, ancak koro düzenlemeleri, nefesli çalgılar için eserler ve tabii ki bu gece seslendirilen keman konçertosu gibi eserleri bulunan Sönmez, ilk kez dinlediğim bu konçerto ile gerçekten dikkatimi çekti. Alt başlıkta yazdığım “daha fazla eser”den kastım aslında tam da buydu. Türk bestecilerin konçerto, senfoni, oda müziği alanında daha fazla eser üretmeleri, orkestra ve solistlerin de bu eserlere daha fazla yer vermesi gerekiyor.
Bu gece Roman Fedchuk’un seslendirdiği konçerto bana Karol Szymanowsky’nin havasında ve Bela Bartok’un milliyetçiliğinde bir duygu hissettirdi. Keman için teknik olarak güzel pasajlar açarak, solisti ön planda tutan, orkestrasyon olarak nefesli-yaylı dengesini yerinde kullanan bu konçertonun, gelecekte yurt dışında şansı olduğuna inanıyorum. Kaldı ki, konçertonun ilk seslendirilişini yapan Fedchuk, hem yorumculuk hem de teknik olarak sağlam kemancılardan biri.
İDSO eşlik konusunda ilk bölümün ortasına kadar biraz sallanarak geldi. Gruplar arası denge biraz zayıf kalsa da, ilk bölümün ortasından eserin sonuna kadar denge daha iyi kuruldu.
Eser bitiminde şef Jessica Cottis, Özcan Sönmez’i sahneye davet ederek dinleyiciye takdim etti.
KADİFE BRUCH.
Gecenin ikinci eseri Max Bruch’un Op.88, Klarnet ve Viyola İçin Mi minör İkili Konçertosuydu. Klarnetçi Ayşegül Kirmanoğlu ve viyolacı Raphael Aurby ikilisinin seslendirdiği bu eser, 1911 yılında bestecinin dört çocuğu içinde tek müzisyen olan klarnetçi Max Felix Bruch’a ve viyolacı Willy Hess’e ithaf edilmiştir.
Klarnet ve viyolanın tınılarını mükemmel bir biçimde sentezleyen Bruch, 20. Yüzyıl başında kaleme almışsa da, eserde romantizmi tam anlamıyla hissetmek mümkündür. Bu gece, hem Ayşegül Kirmanoğlu hem de Raphael Aurby’nin tonlarına yakışacak tek kelime “kadife” olduğu için bu alt başlığı seçtim.
Kirmanoğlu’nun İDSO’daki sololarını, konserleri takip edenler için yazmama gerek olmadığı gibi, oda müziği konserlerinden takip edenler de bana hak verecektir, sağlam tekniği ve usta işi yorumları ile her zaman beğenerek dinlediğim bir sanatçıdır. Ensemble Mendelssohn’a misafir sanatçı olarak katıldıkları dönemde tanışan ve birlikte de müzik yapmaya başlayan Kirmanoğlu-Aurby ikilisi, bu eseri seslendirmeye geçen yıl karar vermişler. Daha önce Türkiye’de dört kez bu eseri seslendiren Kirmanoğlu, provalar sırasında çok eğlendiklerini ve fikir üzerine fikir ürettiklerini söyledi.
Raphael Aurby hem viyolacı hem de kemancı olarak, özellikle oda müziği alanında çok başarılı işlere imza atmış bir isim ve bu akşam Bruch’ta viyoladan çıkardığı ton ile gerçekten dinleyiciye keyifli anlar yaşattı.
Kayıt anlamında benim için tek sıkıntı, viyolanın yumuşak tonunun forte pasajlarda biraz altta kalması ile kayıt dengesinin sıkıntıya girmedi oldu. İşte burada Tonmayster dediğimiz kişiler devreye girer ve kayıt sonrası işlemlerde bu dengeyi mümkün olduğu kadar düzeltir. Bu işler stüdyo ortamında çok kontrollü yapılmasına rağmen, canlı konser kayıtlarında bu denge anlık değişebilir.
JESSICA COTTIS’İN İDSO İLE 2. RANDEVUSU.
Jessica Cottis’i İstanbul dinleyicisi geçen yıl yine Caddebostan Kültür Merkezi’nde İDSO’nun verdiği konserle tanıdı. Geçen yılki konseri oldukça başarılı geçen Cottis, bu konserde de iddialı bir programla karşımıza çıktı. Daha önce yönetmediği bir konçertonun eşliğini Türkiye’de ilk kez yapmak ve İDSO ile Vaughan Williams’ı ilk kez seslendirmek, Cottis’in bu iddiasını haklı çıkarır nitelikte.
Ralph Vaughan Williams’ın 1912-13 yılları arasında bestelediği, ilk olarak 27 Mart 1914’te Londra Queen’s Hall’da Geoffrey Toye yönetiminde çalınan eser, daha sonra bestecinin yeniden gözden geçirmesi ile 4 Mayıs 1920’de bu şekli ile seslendirilmiştir.
Başlığı “Bir Londra Senfonisi” olan 2. Senfoni, tam senfonik şiir havasında tınlayan bir eser. Konser öncesinde Jessica Cottis ile yaptığım söyleşide kendisinin de bahsettiği gibi, eserde Londra’nın Thames nehri kıyısından, Covent Garden pazarına, arka sokaklarından Big Ben’e uzanan masalımsı bir havayı solumak mümkün.
Nefesli çalgıların soloları ile birlikte yaylı çalgılara dağıtılmış sololar, her bir tasviri notalara aktarma konusunda Vaughan Williams’ın ustalığını ortaya koyuyor. Orkestra içinde sololar başarılı bir şekilde tınladı, ancak ikinci bölümde hata kabul etmeyen korangle solosu ile Simla Efe ve viyola solosu ile Evrim Baştaş’ı ayrıca kutluyorum.
Üçüncü bölümün nefesli soloları, nefesli grubunun dikkatli takibi sayesinde kusursuz tınladı diyebilirim. Keman grubunun senkronu bu hafta çok daha iyiydi, bu da viyola ve viyolonsel grubunu pozitif olarak etkiledi. Bu nedenle üçüncü bölümde yaylı-nefesli geçişleri de tam dengesinde oldu. Bu bölümdeki performansları ile bakır nefesliler, entonasyon ve birliktelik anlamında cam gibiydi.
Son bölüm yapısal olarak ilginç tınılara sahip bir bölüm diyebilirim. Nefesli grubuna yazılan paralel partiler yer yer organum (beşli ve sekizli aralıkların paralel hareketi ile yazılan ilk çoksesli armoni) havası ile Orta Çağ İngiltere’sini hissettirirken, hemen arkasından gelen romantik dönem müziği ile adeta çağlar arası yolculuğu ışık hızı ile yapmış hissine kapılıyorsunuz. Yine bu bölümde, İDSO’nun bakır nefeslileri başarılı iş çıkardı ve bana göre eserin keyfine bu bölümde daha fazla vardılar diyebilirim. Bu arada, arpın Big Ben’in meşhur notalarını tınlattığı o bölümün arkasından gelen armoniler, bugün uzay filmlerine müzik yapan çağdaş bestecilerin kimlerden esinlendiğini de ortaya çıkarmış oldu. Finalde gelen keman solosu ile bu akşamın başkemancısı Özgecan Günöz Kızılay, zarif finalin örneğini verdi.
ŞEFLİKTE BAZILARI DAHA EŞİTTİR.
Yazımın sonunda şef Cottis’in de parmak bastığı bir konudan bahsetmek istiyorum. Maalesef kadın şefler uluslararası alanda hâla olmaları gereken yerde değiller. Hâtta, kadın-erkek şef diye ayrım yapmak büyük yanlış, şefin cinsiyeti olmamalı... Ülkemizde daha çok görmeye başlasak da, kadınlarımız orkestra şefliğine henüz yeterince ilgili değiller. Kadınların orkestra şefliği bölümünü seçmemelerinin başında ise, yönetecek orkestra sayısının azlığı ve sistemin hala erkek egemen olması geliyor.
Dedikleri gibi, herkes eşittir, ancak bazıları daha eşittir.
Bu hafta Caddebostan Kültür Merkezi’ni dolduran dinleyici güzel ve yoğun bir konser dinlemiş oldu. Kadıköy dinleyicisi uzun zamandır bölüm aralarında alkışlamayarak benden artı puan alıyordu, ancak bu hafta sanırım heyecanlı dinleyici sayısında biraz artış oldu ki her bölümde alkıştan kurtulamadık. Yazılarımı okuyanlardan ricam, tonmaystere acımıyorsanız, lütfen kaydedilen esere acıyın.
Gelecek haftaya kadar herkese sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
17 Mart 2018