“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
4
5000 YILLIK DERBENT ŞEHRİ
“
Kaleye çıkan merdivenlerin yanındaki duvara oturdum. Önümde ufuk çizgisi bulanık, mavi bir Hazar boydan boya… Ardımda görkemli bir kale… Korna çala çala bir araba çıktı Uçitil Orta Kapı’dan (Orta Kapı sokağından) yukarı. Sonra sağa sapıp gitti; sola sapsaydı kaleden içeri girerdi… Ezan okunmaya başladı: ikindi vakti… Saat 15:35… Yoldan aşağı inekle buzağısı koşup Orta Kapı’dan içeri doğru gözden kayboldular. Geride evlenmek üzere olan iki çift, beyazlar içinde gelinlerle damatlar, kalede fotoğraf çektirmeye geldiler. Kale kapısının dışında beyaz bir limuzin bekliyor…” Bu satırları Ekim 2011’de Derbent Kalesi’ni arkama alıp otururken yazmışım defterime. Derbent’e gidişim çok kolay olmamıştı. 2008’de Kafkasya’ya, Azerbaycan, Gürcistan ve bugün Rusya Federasyonu’nun bir parçası olan Dağıstan’a yolculuk yapmayı düşündüm. Bakü’ye uçak biletimi aldım. Oradan Gürcistan’a ve Dağıstan’a geçebileceğimi umuyordum. Dağıstan’a gidebilmek için Rusya Konsolosluğu’na vize istemeye gittim. Beni Rusya’ya turlar düzenleyen bir özel seyahat şirketine yönlendirdiler. Seyahat şirketindeki kişi ise, ülkede ayrılıkçı terör olaylarının yaygınlığı nedeniyle Dağıstan’a gitmenin yüksek risk taşıdığını söyledi. Ailem, zaten, yabancı basından o günlerde özellikle izlediğimiz bu olaylardan tedirgindi; yemin billâh Rusya’nın bu karışık bölgesine gitmemi engellediler. Ancak 2011’de, Bakü’ye ikinci kez gitme fırsatı buldum. Annem Fatma Haydaroğlu Alpengin, akrabası olması nedeniyle, Hacı Zeynel Abidin Tagiyev’in Azerbaycan’daki ilk laik kız okulunu açmasının 111. yıldönümüne davetliydi. Onun adına ben katıldım davete. Orada, tarihçi dostum “Adalet Muallim” (Adalet Tahirzade) beni Derbent’te yaşayan Solmaz Memedova ile tanıştırdı. Onun koltuğu altında Dağıstan’a gidebileceğimi düşünmüştü. Yanılmıyordu…Solmaz doğma büyüme Dağıstanlı değildi. O da bir “kaçgın”dı, yani göçmendi: 1980’lerin sonunda Dağlık Karabağ’da patlak veren olayların ardından ülkesi Ermenistan tarafından işgal edilince, ailesiyle birlikte kaçmak zorunda kalıp Dağıstan’a yerleşmişti. Bir Ekim günü öğlen saatlerinde, Dağıstan’dan Bakü’ye bavul ticareti için gelmiş Dargin ulusundan iki kadınla birlikte Solmaz ve ben, Lezgi ulusundan bir sürücünün kullandığı son model otomobile doluştuk. Ünlü bir Ermeni pop şarkıcının olabilecek en yüksek perdeden çalınan –nakaratı Ermenice, sözleri Rusça; müziği oryantal, Kafkas ve Rus ezgilerinin bileşimi- oynak “Kayfuyem” (“Keyfim yerinde”) şarkısının eşliğinde, dümdüz otoyollarda uçarak bir süre yol aldık. Sürücümüz arasıra birden hız kesiyordu! Bu davranış Türkiye'den tanıdık geldi bana: anladım ki, radarla hız denetimi yapılan noktalardan geçiyorduk! Otoyolun iki tarafından göz alabildiğine uzanan ovalardaki tek yükseltiler petrol kuyularının atbaşı pompalarıydı. Yollar daralıp kıvrılmaya başlayınca, açık alanlar ağaçlık alanlarla yer değiştirince Dağıstan’a yaklaştığımızı anladım. Derken, demiryolunun yanıbaşından ilerlemeye başlayan yolumuz bizi Rusya Federasyonu sınırına ulaştırdı. Bakü’de bindiğimiz otomobil meğer bundan ötesine gitmeyecekmiş. Otomobilden inip yaşamımda ilk kez bir ülkenin sınırından çıkarak bir başka ülkenin sınırına yürüdüm: o sırada sığınmak amacıyla bir başka ülkeye gidenler geçti aklımdan. “No man’s land” (hiç kimseye ait olmayan toprak) sayılan ağaçların gölgelediği birkaç yüz metrelik toprak alanda bavullarını, torbalarını çekiştiren kalabalığa karışıp bir kulübenin önündeki kuyruğa girdik. Rus bayrağı ve Rusça yazılar karşıladı bizi. Yola çıkmadan öğrenmeye kalktığım Rus harfleriyle yazılanları sökmeye başlamam gerekiyordu artık.Azerbaycan ile Dağıstan arasında bavul ticareti nedeniyle azımsanmayacak bir yolcu trafiği vardı; sınır kapısının önünde upuzun kuyruklar oluşuyordu. Ancak, bu iki ülkenin dışındaki bir ülkeden geliyorsanız iyice sorgu sualden geçiriliyor, bayağı sıkıştırılıyordunuz. Burada benim gibi “bir yabancı”nın sınırı aşmasının pek de kolay olmadığını sezinledim: turistlere çokça belge doldurtuluyor, epeyi bir kuşkuyla yaklaşılıyordu. Bizimle birlikte gelenlerin hepsi geçti, biz geride kaldık. Solmaz Memedova’nın sevimli konuşmalarını sabırla sürdürüp sınır memurlarını yumuşatması sayesinde en sonunda sınır denetimini aşıp, ağaçların gölgesinde, toprak yolda, bizi Derbent’e götürecek araçları bekleyeceğimiz yere doğru sürükledik bavullarımızı… Bu kez, tavuklarını kucaklarına almış, denklerini iplerle bağlamış güleç yüzlü şişman köylü kadınlarla birlikte külüstür bir arabaya sığışıp sık ağaçlarla çevrili dar yollardan kıvrıla kıvrıla Solmaz’ın yaşadığı Derbent’e vardık. Derbent’te görecektim ki, terörden çekinilen Dağıstan Cumhuriyeti’nde sanki Demir Perde çökmemiş gibi sıkı, kuşku dolu bir ortam vardı. Özen gösterilse, pası silinse, ışıldayacak bu küçük kentin “eski şehir” kesiminde, Haydar oğullarının izinde dolaşıp durdum. Başkent Mahaçkala’ya gidecek zamanım kalmadı. *Bu bölümün müziği belli: Kafkasya’da geçirdiğim sürece çok sık duyacağım Arsen Petrosov’dan Kayfuyem Konser kaydı (New York, 2008):https://www.youtube.com/watch?v=WmiP-NhuMlYDEVAMI YARIN
(Gelecek bölümde: “Rus doktoru hem sözüyle, hem oyunuyla mat eden nine”)“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”