OKULUMUZDA VE KAPALI ALANLARDA OYNADIKLARIMIZ
1950’lerde ben Onuncu Yıl İlkokulu, İltekin İlkokulu ve Cebeci Ortaokulu öğrencisi iken, haftada bir saat olduğu için dörtgözle beklediğimiz Bedeneğitimi ya da Jimnastik derslerimiz vardı. Sıcak ve ılık günlerde okulun bahçesinde yapılan bu ders, yağmurlu ve soğuk havalarda, varsa okulun kapalı salonuna, yoksa dersliğe alınırdı. Jimnastik dersi,
öğretmenin yönetiminde topluca yapılan birkaç hareketten sonra, türlü oyunlarla sürer, çabucacık geçip giderdi. Daha çok ilkokullarda iken şarkılarla oynadığımız “ Yağ satarım,bal satarım / Ustam öleli ben satarım /Yağlıca, ballıca dayak atarım”, “ Şu hendekte bir tavşan uyuyordu /Tavşan bana baksana/Yakışmıyor bu sana/ Tavşan kaç-Tazı tut “, “Aç kapıyı bezirganbaşı /Kapı hakkı ne verirsin/Arkamdaki yadigar olsun”, “ Kutu kutu pense /Elmamı yerse/Arkadaşım …./Arkasını(önünü) dönse”, “ Kürkünü giy a benim canım kürkünü giy/Kürküm yok/Alsana/Alamam/Param yok/Çalsana/ Çalamam/Asarlar keserler şu güzeli seçerler” gibi oyunların ayrıntılarını hatırlamayı yaşıtlarımın düşgücüne bırakıyorum. Kız-erkek karışık olarak oynadığımız “Mendilim köşe köşe/Bizden size kim düşe”, “ Körebe “, “ Köşe kapmaca “ gibi oyunlar, karşı cinsten ilgi duyduklarımıza kendimizi fizik olarak hissettirmeye çalıştığımız oyunlardı. Daha sonra geçilen “Çuval yarışı “ , “Bayrak yarışı”, “Orta sıçan”, “Yakantop”, “Hentbol”, potalar varsa “Basketbol” ile ders sona ererdi. Bu oyunların kimini mahallemizdeki oyun alanlarına ya da sokak aralarına taşıdığımız da olur, okullarında daha çok oyun öğrenenler haklı olarak böbürlenirlerdi.
Tam gün okuyanlarımız kimi öğle tatillerinde, ortaokulda iken boş geçen derslerde, bazı “uyutucu derslerde” kaçamak olarak, kalem-kağıt gerektiren oturmalı oyunlarla vakit geçirirdik. “Amiral battı”, “Adam asmaca”, “Tren”, “Kutu-kutu”, “Şehir-İsim-Dağ-Nehir”, “Para maçı” bu oyunların en bilinenleriydi. Saymakadın’dan Gazi’deki Onuncu Yıl İlkokulu’na giderken yaptığımız uzun ve molalı tren yolculuklarımızda mahallemizden birkaç çocuk bir kompartmanı işgal ederek “Yattı-kalktı”, “Yutturmam”, “El kızartmaca”, “Uçtu-uçtu”, “Kulaktan kulağa” gibi yine oturmalı oyunlar oynar, bazen de müzik derslerimizde öğrendiğimiz şarkıları söylerdik. “Kızmabirader”, “Fırdöndü”, ”Tombala” ve “Salonda at yarışları”, sıcak sobanın küllerinde pişirilen patates ya da üzerinde patlatılan mısır ve kestane eşliğinde oynanan, daha çok yılbaşı gecesine özgü oyunlardı.
A Ç I K A L A N L A R D A K İ
O Y U N L A R I M I Z
Mahallelerimizde o zaman hayli bol olan açık alanlar ile sokak aralarında mevsimlere göre oynanan oyunlarımız vardı. Kışın kızak kaymak, kartopu, kardan adam yapmak ; ilkbaharda çiğdem kökü çıkarmak, uçurtma uçurmak ; sonbaharda ceviz, topaç gibi mevsimliklerin yanı sıra her mevsimde oynadığımız oyunlar da vardı. Kız-erkek karışık olarak çift ip ya da ip atlar, saklambaç ve kukalı saklambaç oyununda “çanak-çömlek patlatır”, seksek’de tüm hünerlerimizi gösterir, adını “kipi-nos” gibi hatırladığım ve seksek alanında oynanan oyunda ebenin çizgi üzerine basmasını “siii” nidalarıyla belirlerdik. İstop, bir konserve kutusunun taşla uzaklaştırılması olarak tanımlayabileceğim kuka, üst üste dizilen kiremit parçalarının top ile devrilmesini amaçlayan dalya ya da yedikule, artistik pozlar takındığımız güzellik-çirkinlik , “üçtaş-beştaş-dokuztaş”, yakantop ve vole-vole(ağsız voleybol), karşı cinsle ortaklaşa diğer oyunlarımızdı. Biz erkeklere özgü birdirbir, uzuneşek, güvercin takla daha çok yaz tatillerinin oyunları idi.
Küçüklüğümüzde topraktan yapılma mavi ve kahverengi boyalı iken daha sonraki yıllarda camları da üretilen “bilye-cicoz-misket” adları verilen cam yuvarlaklar ile neler neler oynamazdık ki ? Müselles, kaptan, çukur, kafa-karış, hangi babuş(baluç) gibi. Az bulunanları daha kıymetli olan gazoz ve sigara kapakları(Diplomat, Yeni Harman, Uludağ, Sipahi gibiler Yenice, Bahar,Kulüp gibilerden kıymetli idi) ile benzer bir oyun oynanırdı. Bu kapaklara 1’lik, 5’lik, 10’luk(Belki de bu nedenle oyunun bir adı da “lik” idi) gibi değerler verilir, her oyuncu aynı değerdeki kapaklarını bir daire içine yerleştirir, bu kapaklar bir çizgi gerisinden atılan yassı taşlarla daireden çıkarılmaya çalışılırdı. Kuru incirin bir tür şekerleme ile kaplanıp, üzerinde “artist-hayvan-futbolcu-bitki-bayrak” resimlere sarılması, üretici firmanın adı olduğunu sandığım “zungla” adlı bir başka oyun yaratmıştı. Tanesini 1 kuruş olarak hatırladığım bu tatlılar yendikten sonra, numaralı olan kağıtları düzeltilerek iki kişi ile “alt-üst”, üç kişi ile “alt-üst-orta” oynanır, numarası büyük olan diğer(lerin)in kağıtlarını “üter”di. Bu kağıtlarla bir de satıcının torbasından çekilen şekerlemelerden büyük olanının kazandığı “çekişme” adlı oyun da oynanırdı. Uzaktan attığımız yuvarlak taşımızla rakibimizin taşını vurmaya çalıştığımız “10-20” ve “Sırta binmece” oyunlarında vurmamız halinde o mesafeyi sırtta taşınmayı hak ederdik. Daireli ya da çukurlu olmak üzere iki tür çelik-çomak(ya da “met”) oynardık, boyalı “aşık” atardık. Kendi imalatımız olan bilye tekerlekli trotinet(biz tornet de derdik)’lerimize binerdik. Varlıklı olanlarımız aynı işi paten kayma şeklinde gerçekleştirirlerdi. Bisiklet henüz harcıalem olmamıştı, ancak Cebeci Çayırı’nda kiralanarak binilebilirdi. Tel arabaları yapardık. Tüm tekerleklerine renkli elektrik kabloları saran, taksi ya da kamyon biçimini verip üzerine bir de damper oturtan becerikli arkadaşlarımızın tel arabalarını gıpta ile seyrederdik.
Atçılık oynardık. Bizden yaşça küçük olan birini atımız yapar, onun koltuk altlarından geçirdiğimiz ipi yular olarak kullanır, kamçımızı da ihmal etmezdik. Böyle at bulamayanlarımız ayçiçeği sopalarına binmekle(!) yetinirlerdi. O yılların Pekos Bill ve Oklahoma adlı çizgiroman kitaplarından esinlenerek “Tayfun” adını verdiğimiz atımızla(!) kovboylar gibi “”yippeee” diye bağırır, Amerikan filmlerindeki soygunculara özenerek ağzımızı ensemizde bağladığımız bir mendil ile örterdik. Yine NATO’ya girdiğimiz o ilk yıllara özgü oyunlarımızdan biri de “Komen, eller yukarı !”da ya tahtadan yapılma, ya mantar ya da su tabancalarımızı konuşturur, hatta işi yanki-kızılderili çatışmalarından esinlenerek taşlı-sopalı mahalle savaşlarına kadar vardırırdık. Futbol topu bir yana genelde lastik topumuz bile olmazdı. Kullanılmış paçavraları ya da kağıt parçalarını iplerle sıkıca sarmalayarak ürettiğimiz toplarla futbol maçı yapardık. Maçlarımız her zaman, FB’lilere karşı GS-BJK Karması şeklinde oluşturduğumuz takımlar arasında olurdu.
Son iki-üç neslin çocuklarından acaba ne kadarı yukarıda sıraladığım oyunların adını duymuş ya da oynamıştır ? Bu oyunları oynama şansı yakalamış olan bizlerden kaç “yaşlanmaz çocuk” kalmıştır ? Bu oyunlar kimlerin burnunda tütmektedir benim gibi ?