İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 8 Ocak Cuma akşamı Fulya Sanat Merkezinde verdiği konseri Oğuzhan Balcı yönetti. Viyolonselci Yılmaz Bişer'in solist olarak katıldığı konserde Oğuzhan Balcı'nın Balkan Uvertürü, Eduard Lalo'nun Re minör Viyolonsel Konçertosu ve Kara Karayev'in 7 Güzel Bale Süiti yer alıyordu. Başkemancı her zaman olduğu gibi Ayşe Özbekligil'di.
BALKANLARDAN GELEN GÜZEL HAVA.
Oğuzhan Balcı (D.1977) hem Klâsik Batı Müziği hem de Geleneksel Türk Müziği üzerine eğitim almış ve bu iki tarzı içinde iyi kaynaştırmış bir isim. Çocukluk döneminden bugüne kadar gerçekten önemli öğretmenlerden eğitim alan Balcı, bana kalırsa 90 Kuşağının şanslı isimlerinden. Nedenine gelince: Başta Prof. Cenan Akın olmak üzere, Prof. Ayhan Turan, Yavuz Özüstün, Prof. Mutlu Torun, Demirhan Altuğ, Prof. Kâmran İnce gibi isimlerle çalışmak (kaldı ki bazı isimler maalesef artık aramızda değil) her müzisyen için "şans" sayılacak deneyimlerden...
Oğuzhan Balcı bu şansı bana kalırsa iyi değerlendirmiş ve kendini hem besteci hem de orkestra şefi olarak güzel yetiştirmiş. Konserde ilk seslendirilen Balkan Uvertürü, 2013 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası'nın 7 Balkan Ülkesine yapacağı turne için sipariş edilmiş. Kendi sözleri ile "Makedonya'da bir sabah ile başlayan..." eser, Balkan'ların genel havası ile devam etmekte ve ana temanın tekrar duyulması ile sona ermektedir.
Çok Sesli Türk Müziği adına bu tarz eserlerin bestelenmesini destekliyorum. Şu anda Dünyada çağdaş hatta artık neredeyse "deneysel müziklerin" bestelendiğini düşünürsek, konsere gelen ve bu kadar "çağdaş" müziği henüz içine sindirmeyecek dinleyiciye de hitâp edecek müziklerin orkestraların repertuvarlarında olması bence önemli.
Bunun dışında ilk defa dinlediğim bu uvertür, bana bir film müziği etkisi verdi ki Oğuzhan Balcı'nın bu konuda da deneyimi var. Türk Sinemasının son 30 yılını saymazsak, TRT arşivlerinden filmin konusuna uygun ne eser varsa o plâklar alınıp filme montajlandığı dönemleri yaşadık. Gerçi bu sayede Türk Sinema izleyicisinin kulakları Şostakoviç, Prokofieff, Haçaturyan, Çaykovski ve benzeri birçok besteciye aşina oldu o başka... Bunun için Kara Murat filmlerine özellikle teşekkür etmek lâzım.
Sinema ve müzik konusunu başka bir yazıya bırakalım ve konsere geri dönelim...
HEM ÇALIŞKAN, HEM MÜTEVAZI
Uvertürden sonra sahneye viyolonselci Yılmaz Bişer geldi ve Edouard Lalo'nun Re minör Viyolonsel Konçertosunu seslendirdi.
Yılmaz Bişer (d.1983) eğitimine Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarında Tufan Tolga ile başlamış. Daha sonra Şahin İzzet Nazlıaka'nın öğrencisi olan Bişer, mezun olduktan sonra Antalya Senfoni Orkestrası'na misafir sanatçı olarak kabul edilmiş. Yurtdışında çeşitli etkinliklere katılan ve ülkemizde de oda müziği çalışmaları ile kendini geliştiren Yılmaz Bişer, 2011 yılında Hande Küden, Çağlar Haznedaroğlu ve Öykü Koçoğlu ile birlikte kurdukları Lepidus Quartet ile Yaşar Üniversitesi 3. Uluslararası Oda Müziği Yarışmasında birincilik ödülünü kazanarak İngiltere ve İtalya'da konser vermeye hak kazanmışlar.
Genç yaşına rağmen İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'nın 2008 yılında açtığı sınavı kazanarak çalışmalarını bu kurumda devam ettiren Bişer, 2011 yılında viyolonsel grup şef yardımcılığı ve 2015 yılında da viyolonsel grup şefliğine yükselmiş.
Geri plânına baktığımızda hem solist, hem oda müziği sanatçısı hem de orkestra sanatçısı kimliği ile sahnede olan Yılmaz Bişer, geçtiğimiz yıl konseri ertelenmek zorunda kalmasa idi Max Bruch'un Sol minör Keman Konçertosunu viyolonsel ile yorumlayarak ülkemizde az duyduğumuz bir performansa imza atacaktı.
Keman çalan her sanatçının aslında içinde bir yerde viyolonsel de çalmak istediğini düşünmüşümdür. Viyolonsel ton olarak insan sesine yakınlığı ve olması gerektiği gibi çalındığında insan ruhuna da en çok etki eden çalgılardan biri olduğundan mıdır nedir Klâsik Müzikten, Rock Müziğe kadar birçok alanda müzisyenlerin gözdesi olmuştur.
Doğal olarak her çalgı karşı tarafa doğru tınladığı sürece istenen hazzı verebildiği için, teknik zorlukları yenseniz bile, o çalgı ile bir bütün haline gelme süreci her zaman paralel ilerlemiyor. Bu nedenle bugüne kadar tekniği sağlam ancak yorumu kuru kalan hatırı sayılır ismi konuk etti sahnelerimiz.
Yılmaz Bişer'i tanıdığımdan bu yana çalışkanlığını hep takdir ettim. Orkestra provaları bitse bile sahnede kalıp çalışmasına devam etmesi, sahneyi kayıt için hazırladığım anlarda gözümden kaçmadı. Bruch konseri için çalışırken merakla o konseri bekliyordum. Konser ulusal yas nedeni ile mi iptal edildi yoksa ülkemizin yaşadığı başka bir olaydan mı kaynaklandı net hatırlamıyorum ancak Bişer için şanssızlık oldu. Bu nedenle yıllık programda konser vereceğini görünce başka bir şanssızlık yaşamamasını diledim.
Edouard Lalo'nun Re minör viyolonsel Konçertosu, orkestra ve viyolonsel için bir bütün olmaktan ziyade viyolonselciyi ön plânda tutan bir eser. Orkestra daha çok eşlikçi rolü üstlenmiş hatta bazı yerlerde aralarda dinleyiciye orada olduğunu hissettiren pasajlarla işi soliste bırakmış.
Hâl böyle olunca solistin ustalığı bu eserin seslendirilmesi için daha da önemli olmuş. Bazı konçertolar vardır ki solist sırtını orkestraya yaslayabilir ve ufak tefek kazaları kulaklardan gizleyebilir. Ancak Lalo'nun bu konçertosu o eserlerden değil. En ufak hatanın bile tabak gibi ortaya çıkacağı bir eseri seslendirmek gerçekten cesur bir seçim ve Bişer bu cesur davranışı ile doğru iş yapmış.
Özellikle eserin son bölümünde yoğunlukla hissedilen İspanyol müziğinin ruhu ile Yılmaz Bişer'in boğa ile yaptığı bu mücadelede "nazar boncuğu" sayılacak sıyrıkları saymazsak, boğa güreşinin kazananı Bişer oldu.
Yılmaz Bişer ile ilgili olarak, 2011 yılında beklenmedik şekilde aramızdan ayrılan viyolonsel sanatçısı Benyamin Sönmez'in 2008 yılında luthier Mehmet Yüksel tarafından kendisi için yapılan viyolonsel ile çaldığını aktaralım. Sahnede bu viyolonsel mi vardı bilmiyorum. Ancak maddi değerinden çok manevi değeri paha biçilemeyecek bu enstrüman Yılmaz Bişer'in tonu için ne kadar uygun, işte o konuyu kulaklarımda henüz sonuçlandıramadım. Sanki Yılmaz'a daha parlak tonlu ve onun çalgıya uyguladığı basınca daha fazla cevap verecek bir viyolonsel gerekiyor gibi geldi bana.
RUS KARMASI
Konserin son eseri Azeri besteci Kara Karayev'in Yedi Güzel Bale Süitiydi. Üzeyir Hacıbeyov başta olmak üzere Dmitri Şostakoviç gibi ünlü isimlerin öğrencisi olan Karayev, bu eserini Azeri şair Nizami'nin şiirinden yola çıkarak bestelemiş.
İlk Azeri bale müziği olması nedeni ile önem taşıyan eser 1952 yılının Kasım ayında Azerbaycan Opera ve Balesi tarafından Bakü'de sahnelenmiş. Süit ayrıca Azeri müziğinin Dünya tarafından tanınmasında önemli rol oynamış.
Eser seslendirilmeden önce orkestra şefi Oğuzhan Balcı tarafından dinleyiciye aktarılan kısa bilgilerde de olduğu gibi sahnelerimizde sık yer almıyor. 11 bölümden oluşan bu süit aslında Karayev'in aldığı eğitimin izdüşümü de diyebiliriz. Eserin genelinde Şostakoviç, Prokofieff, Haçaturyan (ikinci defa andık bu yazımızda) gibi isimlerin etkileri ağırlıkla hissediliyor. Bu nedenle bir Rus Karması diyebileceğimiz eser çeşitli güzellerin tasvirini dinleyiciye yansıtıyor. Doğal olarak müziğin içinde Rus bestecilerin etkisi dışında tasvir edilen Hint, Bizans, Slav, Mağribi ve Çin güzellerinin tınılarını da duyabiliyorsunuz.
Repertuvar olarak ilginç ve dinlemesi zevkli bir konser olduğunu söyleyebilirim. Bu konseri kaçırmış olan ya da tekrar dinlemek isteyen okuyucularımıza konserin 20 Ocak Çarşamba akşamı TRT Radyo 3'te Akşam Kuşağında yayınlanan Bir Konser programında saat 20.00'den itibaren dinleyebileceklerini hatırlatırım.
Gelecek haftaya kadar müzikle kalın.