Doğrusu, 16 Ocak 2016 akşamı, Bilkent'e bu yılın ilk konserine giderken biraz merak içindeydim. Acaba 2011'den beri radarımın içinde bulunan ve hakkında birkaç kez yazıp Türk orkestralarının da kendisini dikkate almalarını istediğim Önder Baloğlu (d.1988) başkemancı ve şef olarak nasıl bir etkinlik çıkaracaktı?
İki yıl önce 8. Türkiye Gitar Buluşması'nın onur konuğu olan ve hârika bir resitalini dinlediğimiz Çek gitarist Pavel Steidl (d. 1961), bu kez barok bir konçertoda nasıl çalacaktı?
Önce Pavel Steidl'den başlayalım. Gitarında olduğu kadar, mim sanatında da bir usta olan Steidl hakkında Classical Guitar Magazine “Müzikle gülmeyi ve güldüğü espriyi dinleyicileriyle paylaşmayı bilen bir gitarist. Ancak bizi eğlendiren bu adam, aynı zamanda ciddi bir sanatçı...” diye boşuna yazmamıştır.
2014'de kendisiyle ilgili şöyle yazmıştım: “ Pavel Steidl, ufak tefek, küçük elli bir adam. Kolları da boyuyla uyumlu , kısa... Ama bu fiziksel özelliklerini dikkate alarak kendine özgü bir çalma tekniği geliştirmiş. Tertemiz bir tını, inanılmaz bir virtüozite...”
İnsan olarak sahnede âdeta bir “scherzo” olan Steidl, İtalyan besteci Mauro Giuliani’nin (1781 – 1829) La majör 1. Gitar Konçertosu'nu yorumlarken, sadece 24 kişilik yaylı topluluğun çaldığı bölümlerde âdeta yaylıları kendi yönetiyormuş gibi davrandı. Programı okumamış dinleyici, orkestrayı onun yönettiğini zannedebilirdi.
Solo ve orkestrayla birlikte çaldığı bölümlerde, geliştirdiği üstün tekniğiyle birlikte gene mimiklerini de konuştururken, esere bazı eklemeler ve süslemeler de yaptı. Örneğin eserin özgün partitüründe bulunmayan, tırnaklarıyla gitarınin yan tahtasına vurarak üç yerde kastanyetimsi bir eşlik yaptı yaylılara! Müthiş alkış alan Steidl, yaptığı iki bis ile nasıl usta bir virtüoz olduğunu, eski müzik bilgisiyle kendi modern doğaçlamalarını nasıl birleştirdiğini sergiledi. Steidl, eseri konçertonun yazılıp ilk kez bestecisi tarafından seslendirildiği Viyana'da, o dönem kullanılan değerli bir gitarın kendi yaptırdığı replikasıyla çaldı.
Arada, 2014'teki ustalık sınıfı çalışmasına katılmış genç gitaristler solist koridorunda bitiverdiler. Kutlamaya gelenler arasında Bilkent rektörü Prof. Dr. Abdullah Atalar ile Steidl'i Türkiye'ye ilk davet eden kişi olan gitarist, MSSF Dekanı Kağan Korad da vardı.
BALOĞLU “BAL” GİBİ...
Konserdeki konzertmeister ve şef Önder Baloğlu , lise öğrenimini Prof. Ferhang Hüseyinov ile Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nda tamamladıktan sonra, lisans eğitimi için Almanya'ya gitti. Lisansüstü ve solistlik diplomalarını Essen'deki Folkwang Sanat Üniversitesi'nde tamamladı. Henüz 24 yaşındayken Duisburg Filarmoni Orkestrası'nın açtığı 3. başkemancılık sınavını kazandı. Düsseldorf-Duisburg Alman Ren Operası'na da servis yapan ve 4 başkemancısı bulunan bu orkestrada, bir yılın sonunda asil kadroya alındı.
G. Puccini'nin (1858-1924) kendine ait çeşitli sahne temalarından yararlanarak bir yaylı dörtlü olarak besteleyip, sonra yaylı çalgılar orkestrasına uyarlanan “Krizantem” başlıklı eserinde Baloğlu'nun piyano taburesinde oturarak kendisine hareket yeteneği kazandırdığını, topluluğa komutları çalmadığı zaman başıyla, çaldığı zaman ise göz ve baş hareketleriyle verdiğini gördük. Konçertoda eşlik, benzeri biçimde devam etti.
Ama esas sınav, P. İ. Çaykovski'nin (1840-1893) Floransa Anıları başlıklı eserinde verilecekti. İlk iki bölümü tam İtalyan havasını yansıtan, sonraki ikinci bölümde Rus duyguların daha çok hissedildiği bu zor eserde Baloğlu, bu kez ayakta çalıp vücudunu da kullanarak topluluğu yönetirken, kendi sololarında da temiz bir tını yansıttı. Enerjik bir seslendirmeydi bu. Yaylı topluluğun 12 keman, 6 viyola, 4 viyolonsel ve 2kontrabasla dolgun tutulmuş olması ve topluluğun da asılarak çalmasıyla hayli büyük bir ses elde edildi.
Baloğlu, teknolojik gelişmelere de ayak uydurduğunu, kağıt nota yerine ayak kumandalı bir tablet kullanarak gösterdi. Bu yöntemi piyanist olarak AyşeDeniz Gökçin'in, kemancı olarak Erkin Onay'ın daha önce kullandığına tanık olmuştum.
Salonda oturan dinleyiciler bunu farkedememiş olabilirler, özellikle çektiğim bir fotoğrafla durumu yansıtıyorum. Nota sistemi yeni ama Baloğlu hayli eski bir İtalyan kemanıyla çalıyor. Albert-Eckstein Vakfı tarafından kendisine tahsis edilen 1720 tarihli, Venedik yapımını bir "Francesco Gobetti” bu...
Floransa Anıları başlıklı eserde keman ile viyolonselin karşılıklı konuşmaları ve viyolonselin solosu önemli yer tutar. Aynı biçimde yer yer sadece yaylı dörtlü çalar. Bu uygulamalar da başarıyla yapıldı. Özellikle viyolonsel sololarda Serdar Rasul, başkemancının soyadı gibi bir tını elde etti.
Bu konserde salonda her zamankinden hayli farklı bir dinleyici kitlesi vardı. Sürekli klasik müzik dinleyicisinin uyduğu kurallardan habersiz, festival dinleyicisi gibi bir dinleyici. Bilkent programlarında bir önlem olarak dinleyicinin alkışlaması gereken yerler alkış logosuyla işaretli. Böylece bölüm aralarında, sanatçıların yoğunlaşmasını bozan alkışlar önlenmek isteniyor. Ama yeni dinleyici bu mesajı da algılamıyor olmalı ki, hem konçertoda, hem de ikinci yarıdaki eserde her bölüm arasında bastılar alkışı...
Konser sonrasında sohbet ederken Şermin Savaşçı, “Bunun önü nasıl alınabilir?” diye sorunca, “Bence çare, her konserden önce sahneden bir yöneticinin çıkıp açıklamalı biçimde ve programı da göstererek isteneni anlatması. Buna salona pet şişe sokulmaması ve çantalarda varsa bunların çıtırdatılmamasının istenmesi de eklenmeli” yanıtı verdim. İnanıyorum ki, bu anonstan, genel kurala zaten uyan dinleyiciler rencide olmayacaklardır.