Mithat Fenmen’i gençlik yıllarımdan başlayarak basından izlemişimdir. 1940’lı, 50’li ve izleyen yılların parlak bir piyanisti olarak gazetelerde adı geçerdi. 1974 yılında Fazıl’ın piyano öğretmeni olunca “insan” yönleriyle de onu yakından tanımaya başladım. Yaklaşık sekiz yıl, evinde her gün özel ders verdi Fazıl’a. İlk altı yıl, çocuğu ben götürüyordum. Böylece dersleri baştan sona izliyor, piyano öğretiminin sıfırdan başlayarak ne gibi aşamalardan geçtiğini görüyor, hocamızın ne gibi eğitsel yaklaşımları olduğunu bütün bu yıllar içinde yaşıyordum.
İlk dersi anlatayım:
Fazıl dört yaşındaydı. Telefonda söylediği saatte Karanfil sokaktaki apartmanın beşinci katına asansörle çıkmış ve zile basmıştım. Çok geçmeden kapı açıldı ve hocamız ağırbaşlı bir edâyla bizi içeri aldı. Sonra bir anda havası değişti:
Girdiğimiz geniş salonun şimdi ortasında duran Fazıl’ın karşısına geçip kahkahalar atmaya başladı. Çocuğu komik buluyordu, ama kendisi de komikti: Çocuğun karşısında diz çöküp iki elinin işaret parmaklarını Fazıl’ın karnına, göğsüne hafifçe dokundurmaya başladı. Bu sırada, ikisi de hemen aynı boydaydı. Gıdıklanıp gülmesi gerekirken çocuk nedense gülmüyor, bu yaşlıca adamın yüzüne şaşkın şaşkın bakıyordu. Sonunda Mithat Hoca ne yapıp etti, çocuğu güldürmeyi başardı! Çünkü kendisi de bir yandan kahkahalar atıyordu. Belli ki, bu yaşta bir öğrenci bulmuş olmak, onu sevindirmişti.
Sonra sorular sormaya başladı küçük öğrencisine:
“Sen piyano çalıyormuşsun, öyle mi?”
Fazıl, “evet” anlamında kafasını salladı.
“Bana da çalar mısın?”
Fazıl yine kafasını salladı.
Bu olumlu cevap üzerine kucaklayıp piyanonun önündeki tabureye oturttu çocuğu. Şu da var ki, tabureye önceden üst üste birkaç minder koymuştu.
Piyanonun yanındaki kendi iskemlesini biraz ileri çekip yanına oturdu, ciddî bir sesle “çal bakalım” dedi.
Fazıl bana baktı, ne demek istediğini anladım ve elimde tuttuğum takvimi ona verdim. Çocuk telaşlanmadan takvimi notaların konduğu çıkıntıya çabucak yerleştirdi. Ve “Ocak” yazan ayın üzerinde yazılı olan “Rameau” yazısını gösterdi hocasına, sonra hemen işine gelen parmaklarla Rameau’nun parçasındaki melodiyi çalmaya başladı. Bu parça bir buçuk dakikada bitince takvim yaprağını değiştirdi Fazıl. Orada Mendelssohn yazıyordu. Onu da otuz saniyede çaldı, arkasından gelen takvim yaprağında “Bach” yazılıydı. Onu da çaldı. Mithat Fenmen artık gülmekten çatlayacak gibiydi. Bir ara toparlanınca arkasına dönüp benim oturduğum koltuğa bakarak, “Okuma yazma biliyor mu?” diye sordu. “Hayır” dedim, yazıların biçiminden ve renklerinden parçaları ayırt ediyor…
“Bravoooo!” diye haykırdı Mithat Hoca ve “konser bitti mi?” diye sordu.
“Hayır” anlamında kafasını salladı Fazıl.
“Peki, çal” dedi Fenmen.
Üç parça daha çaldı çocuk. Ne var ki pes etmiyor, bütün marifetlerini göstermek istiyordu. Mithat Hoca bunu anladı, hafif ve yumuşak bir sesle Fazıl’a sordu:
“Ama ben sana başka güzel parçalar da öğreteceğim, onları öğrenmek ister misin?
Yine “evet” anlamında kafasını salladı Fazıl.
Bunun üzerine Mithat Fenmen bana döndü:
“Siz nota biliyor musunuz?” diye sordu.
“Evet” dedim.
“Yarın beşte bize gelirken “Beyer” metodunu da getirin. Şu karşıdaki müzik mağazasında bulunur…”
(Devamı gelecek yazıda.)