Türkiye yalnızca bir ulus-devlet, bir siyasi bölümleme, güncel bir toplumun soyut adı değildir; aynı zamanda derin bir kültür katmanları bütünüdür. Bir toplumsal varlığı anlamlı, uzun erimli ve en önemlisi kendini yeniden üretebilme becerisiyle donanmış kılan özelliği, tarihin derinliklerine kök salmış kültür mirasını, yapay ideolojik ayrımlarla keyfi olarak bölmeden sahiplenebilme becerisine sahip olmasıdır. Örneklerini sıklıkla gördüğümüz bir seçmece ve menkıbelerden ibaret tarih anlayışının, sığlıkta akıllara seza zihinlerde, hele bir de bir şekilde siyasi karar alıcı konumuna gelmişlerse, ne gülünç ve grotesk biçimlere büründüğünü görüyoruz. Günümüzün siyasi konum alışlarının pragmatik yönelimlerine göre inşa edilmiş yapıntı tarihselliklerin, muhafazakâr-liberal belediyelerin ellerinde ne kitsch-ötesi anıtlara ve canlandırmalara dönüştüğüne dehşetle tanık olmaktayız.
Ancak kültür, muhafazakâr her türlü konum alışın her zaman zannettiği gibi, sabit, belli bir öze tekabül eden ve değişmeden korunması gereken bir alan değildir. Kültür, çok-katmanlı, sürekli değişen, farklılıklarla beslenen, insanın doğayı dönüştürme etkinliklerinin ve bunları örgütleme biçiminin (üretim ilişkileri) cinsinden biriken bir varlıktır. Kültürü, siyasi meşrebimize, canımızın keyfine göre kırmızıçizgilerle, parsel hudutlarıyla ayıramayız. Ancak Türkiye’nin kültür politikaları maalesef çoğu zaman hep aksi yönde olmuştur. O yüzden aklımızı ve enerjimizi yerleşim birimlerinin isimlerini ‘Türkçeleştirme’ye, neyin ‘öz kültürümüz’e ait olduğunu neyin olmadığını tefrik edici kafatası ölçme araçlarını geliştirmeye, dışlayıcı söylemler üzerine saldırgan ırkçılıklara yozlaşan tavırlar benimsemeye ayırmakta beis görmüyoruz.
Oysa kültür bunların hiçbiri değildir; tarihin bütün uygarlık birikimlerini aynı değerde kabul edip nasıl onların bir ürünü olduğumuzu idrak etmemizle anlaşılabilir. Türkiye’de müzik etrafında sürdürülen yapay ancak ideolojik tartışmaların alevi sönmeye başladı. Küreselleşmenin olumsuz etkileri kadar (sermayeyi egemen kılan, kültürü standartlaştıran), olumlu etkileri oldu (kültürel karşılaşmaları ve yeni bileşimleri mümkün kılması). Bestecilerimizin küresel kültür bileşimlerinin çoğulculuğundan git gide daha çok yararlanıyor olması, Türkiye’nin içine sürüklenmekte olduğu kültür düşmanı köksüzlüğün ürkütücülüğüne karşı umut ışığı yakıyor.
Türkiye’nin müzik alanında yüz ağartıcı işler yapan, uzun soluklu ve ciddi kurumlarının başında gelen Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nın yayınladığı bir CD, kültürün çoğulcu ve dinamik yapısını idrak eden genç bestecilerin eserlerini içeriyor. Sevda-Cenap And Müzik Vakfı, kuruluşunun 40. yılı nedeniyle 2013 yılında Ulusal Beste Yarışması düzenledi. Müzik dünyasıın ‘floş royal’i sayılabilecek bir jüri (İlhan Usmanbaş, Yalçın Tura, Gürer Aykal, Bujor Hoinic, Turgay Erdener, Özkan Manav, Hasan Uçarsu, Işın Metin), yarışmaya katılan eserler arasında bir değerlendirme yaptı. Jüri, katılan otuz bir eserden birinciliğe layık olan bulamadığı için ikincilik ve üçüncülük ödülleri verildi. Ayrıca öngörülen üç mansiyondan yalnızca biri sahibini buldu. Bu durum, bir açıdan belki başvuran bestelerin müzikal değerlerini sorgulamaya açabilir; ancak, aynı zamanda her şeyin hızla poplaştığı, beğeni ölçülerinin kolaylıkla basitleştiği bir ortamda, hâlâ çok titizce sanatsal estetiğe önem veren müzik insanları ve kurumlarının var olmaya devam ettiğini de gösteriyor. Diğer yandan, böyle bir yarışmaya başvuran eser sayısının az olmaması da umut verici. Yarışmada ikinci ve üçüncü olan iki eser Sevda-Cenap And Vakfı tarafından CD olarak basılmış. Bu da, özellikle genç besteciler için, hele böyle olanakların nadiren bulunduğu bir kültür ortamında cesaretlendirici bir ödül olarak görülmeli.
CD’deki ilk parça, yarışmada ikinci olan, Utar Artun’un Paradoks isimli orkestra eseri. Utar Artun’un müzik eğitiminin bileşenlerine baktığımızda, Paradoks’un çok-unsurlu, çok-esinli, ritmik dokuyu önemseyen özelliklerinin kökenini rahatlıkla keşfedebiliyoruz. Utar Artun, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Vurmalı Çalgılar Bölümü mezunu bir besteci; aynı zamanda İlhan Baran’la caz armonisi ve çağdaş müzik kuramı çalışmış. Daha sonra Berklee College’de film müziği ve caz alanında uzmanlaşmış. Nitekim Paradoks, bu etkilerin hepsini dengeli, ölçülü ve anlamlı bir şekilde birleştiren bir eser olarak biçimlenmiş. Eser, doğrusu çağdaş müziğe çok özgün, dönüştürücü, sarsıcı bir öneri getirmiyor. Bununla birlikte, ritmik dokuyu ustalıkla kurgulaması, caz yapılarını iyi kurması ve bütün bunların altından giden, ama dinleyicinin kulağına kendine dayatmayan bir yerlilik içermesi sayesinde saygıyı hak ediyor. Artun, sanırız eğitiminin gereği olarak, tüm bu bileşenleri genel bir film müziği estetiği içine oturtmuş. Bu kuşkusuz estetik bir tercih; ancak eserin sanatsal değerini düşürmemekle birlikte, onu ister istemez önceden edinilmiş imge kalıplarımıza kolayca yönlendiriyor. Sinemayla yoğrulmuş bilinçlerimizin en önemli katmanını film müziklerinin oluşturduğunu yadsıyabilir miyiz?
CD’nin ikinci parçası Eray İnal’ın Anadolu Rapsodisi isimli orkestra eseri; buna bir orkestra süiti de denilebilir. Zira beş ardışık ve geçişik bölümden oluşan Anadolu Rapsodisi, hem tarihsel bir panorama hem herhangi bir zamandan bir kültür resmi olarak değerlendirilebilir. Eray İnal Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı Fagot Bölümü mezunu; kompozisyonundaki tahta üflemeli varlığı bu kişisel ustalığının izlerini taşıyor. İnal, belirgin bir şekilde, açıkça takipçisi olmayan Ferit Tüzün üslûbunun kısmen sürdürücüsü olarak düşünülebilir. Akışkan ve süreklilik arz eden bir orkestra dokusu, İnal’ın kompozisyon anlayışında kendini hemen belli ediyor. Anadolu ses malzemesinin senfonik işlenmesinde yeni denemelerin mümkün olduğunu dinleyiciye kanıtlayan bu eseri için İnal, Anadolu renklerinden bezeli bir tebrik çelengini hak ediyor. Her ne kadar Anadolu ses malzemesini geliştirerek, eski bir yaklaşımı yeniden canlandırsa da, İnal’ın müziğinde Tüzün’ün zamanına oranla daha küresel bir zihniyet olduğu söylenebilir. Daha stilize daha çok-kültürlü bir etkiden söz etmek olası görünüyor. Küresel kültür etkileşiminden daha fazla yararlanmış olan besteci yine de İnal’dan ziyade Artun olsa gerek; caz, Anadolu halk ezgileri, belirgin ritmik yapı ve epeyce gerilim unsurunu barındıran bir bileşimi, bir film müziği eksenine oturttuğu zaman, yerel-küresel etkileşiminin de güzel bir örneğini vermiş oluyor. Türkiye’nin, kültürü ideolojik adalara bölmeyen dinleyicilerine düşen, umut veren her iki besteciyi de yakından takip etmek. Zira çağımızın gereği olan kültür çoğulculuğu her iki besteci de kendisini belli ediyor.