Türkiye’nin müzikseverleri, “Radyo 3 Konserleri” adı altındaki klasik müzik programını kaçırmak istemez. Programcısı, tonmaysteri ve sunucusu ile bu akşam programı, yurdumuzda olabilecek en iyi konser örneklerini sunar dinleyicisine.
Canlı yayında verilen bu konserlerden birini, 5 Nisan 2016 Salı akşamı TRT Ankara Radyosu’nun ünlü Refik Ahmet Sevengil Stüdyosu’nda izleyen dinleyiciler arasındaydım.
Program önemli özellikler içeriyordu: En başta, şef Burak Tüzün’ün yönettiği Hacettepe Üniversitesi Senfoni Orkestrası ile Atilla Çağdaş Değer ve Çiğdem Aytepe’nin çalıştırdığı Saygun Filarmoni Korosu’nun seslendireceği bir senfoninin “Dünya prömiyeri” gerçekleşecek, ayrıca iki genç solistimizin yorumlayacağı iki parlak eser dinleyecektik.
Dinlediğimiz ilk eser, klasik dönemin ikinci plandaki bestecilerinden Franz Anton Hoffmeister’in re majör Viyola Konçertosu’ydu. Değerli viyolacımız Yeliz Özkaya, viyola edebiyatının bu tatlı parçasını tam bir özgüven ve eksiksiz bir akademik kavrayışla yorumladı. Onu dinlerken aklıma üstün bir viyolacı ve viyola öğretmeni olan Koral Çalgan geldi. Artık epeyce değerli bir çalgıya sahip olan Yeliz, Koral’ın parlak öğrencilerinden Bediz Kınıklı’nın öğrencisiydi ve viyola çalma sanatında “Koral’ın torunu” sayılırdı. Sözü uzatmayayım: Yeliz, “Koral Çalgan’ın torunu” gibi, akademik kavrayışını Bediz Kınıklı’dan aldığı derinlikli bir duyarlılıkla birleştirerek yorumladı bu eseri.
Çaykovski’nin “Rokoko Teması Üzerine Varyasyonlar” adlı eserinin sevdalıları, uçarı pasajların hakkını tam anlamıyla veren bir viyolonsel sanatçısı buldular karşılarında. Çaykovski, tabii ki allayıp pullayarak kendine özgü gösterişli eserler yazacaktı…
Kerem Ekber adlı genç solistimiz ise söz konusu uçarı ama zorlu pasajların hakkını verdi. Kerem’i, kendinden emin bir genç sanatçı olarak değerlendiriyorum. Has sanatçılarda olan yaratıcılık, sanki onun genlerinde vardı. Okurlarımın anlayacağı gibi, “Ekber” soyadı, bu bilmeceyi çözmeye yetiyordu.
Gelelim konserin merakla beklenen eserine… Avrupa müzik kültüründe “Dünya prömiyeri” denen bayram, çok önemsenir. Bir bebeğin doğumu gibidir bu ilk seslendirme. İnsanoğlu, eser daha seslendirilmeden, doğacak bebeğin “Nur topu gibi” olduğunu bekler. Bestecimiz Can Aksel Akın’ın üç bölümden oluşan “1. Senfoni”si de benim gözümde nur topu gibi doğacak bir bebekti.
Bu senfoninin bende bıraktığı izlenimle uyuşmayan bir başlangıç yaptım. Şöyle başlamalıydım söze: “Bestecimiz Can Aksel Akın (doğ. 1979), Aziz Nesin’e adadığı bu eserinde, doğal olarak çağdaş bir bestecilik kavrayışını benimsemişti.” Doğrusunu isterseniz, yaşadığımız 21. yüzyılda, eski çağlara özenen bir bestecilik anlayışı zaten söz konusu olamazdı. Şu da var ki, “çağdaş müzik” dendiği anda, dünyanın hemen her yerinde dinleyici çoğunlukla irkiliyor. Klasik müzik dinleyicisi, 20. yüzyıldan bu yana kendisine “itici” gelen atonal müziğe pek ısınamadı. Can Aksel Akın’ın senfonisi de “tonal” değildi, ama merak uyandıran bir çekicilik taşıyordu. Özetle söylersek “az sesle çok iş” çıkarmayı amaçlamıştı besteci ve bunda başarılıydı. Bana kalırsa yer yer modal (hatta makamsal) izlenimi bırakan bu müzik, insanı rahatsız etmek bir yana, yumuşak karakteriyle rahatlatıyordu. Sıkıcı değildi, çünkü dengeliydi.
İşte böyle başladı Akın’ın “1. Senfoni”sinin ilk bölümü. Üç bölümden oluşan eser, geleneksel “hızlı-ağır-hızlı” bölümleri sergilemiyordu: “Özgür” adlı birinci bölüm ağır, “Yaşar” adlı ikinci bölüm hızlı ve “Sivas Acısı” başlığını taşıyan son bölüm ağırdı.
Orkestrasyon kavrayışı güçlü olan besteci, bakır ve ahşap üflemeli çalgıların yanı sıra, vurmalıları da etkileyici kullanmıştı. Bu zarif eserde, her şeyden önce, ilgi çeken bir denge vardı. Yürekten kutluyorum Can Aksel Akın’ı. Onun yanı sıra, eserde dengeyi sağlayan başlıca öge koroydu. Bu değerli koronun yönetmenlerini ve üyelerini de kutluyorum. Ve bize “olağan”ın üstünde böyle bir program hazırlayan Huriye Tütüncü ile Ceren Abdullah’ın emeklerine, hem güven hem ilgi uyandıran konuşmalarıyla sunucu Selvi Karakoç’a ve tonmayster Levent Kent’e teşekkür ediyoruz.