Duygulu anlar, coşku, espriler, kahkahalar, her tür müzik, ayakta alkışlar, az ve öz ama içtenlikle konuşan bir rektör, 50 yıl öncesini özlemle anan eski mezunlar, sahnede varını yoğunu ortaya koyan bir şef ile orkestra ve solistler, kesintisiz iki saatlik bir maraton... Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı'nın 80. Yıl Gala Konseri'nin özeti bu.
En iyisi size baştan sona anlatayım:
Önce saygı duruşu ve lisans öğrencilerinin oluşturduğu koro, orkestra ve salonun katılımıyla İstiklal Marşı...
Geceyi DT sanatçısı Sabri Özmener sunuyordu. Konservatuvar Müdürü Prof. Metin Munzur, kısa bir konuşmayla geceyi açtı, MÜSAM-Müzik ve Sahne Sanatları Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin önemine değinerek, kuruluş çalışmasını yapıp merkezi yöneten Kamer Güngör'e, orkestraya ve şef Burak Tüzün'e teşekkür etti.
Program, müziklerin arasına kısa 50 yıllık mezunlara plaket törenleri konularak düzenlenmişti. Bunu ilk duyduğumda, “Ortaya veya sona koysalar daha iyi olmaz mıydı?” diye düşünmüştüm. Ama uygulamada baktım ki, daha elverişli bir akış ortaya çıktı, sahnedeki düzenlemelere ve orkestraya nefeslenmeye fırsat doğdu.
Konser 1967-69 yılları arasında okulda şeflik ve hocalık yapan Fransız besteci, organist Yves Corniere’nin Suite Turqouse başlıklı eserinin 3. bölümü olan “Sicilianne”nin Dünyada ilk kez seslendirilmesiyle başladı.
Besteci, Türk motiflerini kullanmaya kalkışmamış, ama Türkiye yıllarını anan bir eser bırakmak istemişti. Bestecinin eşi Magda Corniere konuklar arasındaydı ve kendisine bir plaket sunumu için rektör Prof. Dr. Haluk Özen sahneye davet edildi. Magda Hanım, anlaşılır Türkçesiyle bakın neler söyledi: “Onu burada çok iyi karşıladınız. O, piyano ve orkestra için 20 dakikalık bir eser yazdı, dinlediğimiz süit tarafı. Ölmeden önce eseri Türkiye'ye göndermemi özellikle istedi”. Rektör Özen de plaketi “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak şükranlarımı sunuyorum” diyerek takdim etti.
HSO'yu şef Burak Tüzün yönetiyor, başkemancı sandalyesinde Seda Baykara oturuyordu. Sırada Robert Schumann'ın Dört Korno İçin Konser Parçası vardı. Cem Akçora, Altuğ Tekin, Hüseyin Uçar ve Tayfun Avcıoğlu, entonasyon tutturmanın zor olduğu bu bakır üflemeli çalgı için yazılmış eseri uyum içinde seslendirdiler.
Sunucu Sabri Özmener, sahne üstünde hazırlık yapılırken dört 50 yıllık mezun için plaket sunumunu aşağıya aldı. Bizzat gelen sadece değerli keman pedagogu Hazal Alapınar vardı. Viyolacı Semra Griffiths'in plaketini ise piyanist Ayşe Ediz aldı.
Sırada iki Dünya prömiyeri birden vardı. Sahneye, tümü ADK mezunu olan CSO Çello Dörtlüsü Onur Şenler, İbrahim Aydoğdu, Yiğit Tan ve Yaz Irmak geldi. Önce Nejat Başeğmezler'in “Dört Unsur” adını verdiği tek bölümlük eser seslendirildi.
Eseri beğendim, çünkü Başeğmezler çağdaş yazısına, bazı folklorik ve makamsal ögeleri, kimsenin kulağına sokmadan, esintiler biçiminde yedirmişti.
Şef Tüzün besteciyi sahneye davet etti. Başeğmezler çello dörtlüsünü tek tek kutlarken, Özmener fırsatı kaçırmadı, destekleri nedeniyle Türkiye Filarmoni Derneği'nin plaketini hazır sahneye gelmişken Başeğmezler'in İbrahim Aydoğdu'ya sunuşunu sağladı.
Hemen ardından, serbest piyanist ve besteci olarak çalışmalarını Amerika'da sürdüren Utar Artun'un “Blue Dot / Mavi Nokta” başlıklı gene tek bölümlük Dört Çello ve Orkestra için yapıtı çalındı. Utar Artun, ADK'dan vurmalı çalgılar bölümü çıkışlıdır. İyi bildiği vurmalıları eserin eşlik bölümlerinde ustaca kullanmış, bazı ezgileri doğrudan onlara yüklemişti.
Sunucu bu kez, aralarında Meriç Sümen'in de bulunduğu 50 yıllık bale bölümü mezunlarını davet etti ama sadece bir kişi, Şahin Özer gelmişti. Becerikli Özmener, gelmeyenlerin plaketlerini de ona yükleyerek konserin akışını devam ettirdi.
Artık insan sesine geçiliyordu ve Ankara Operası'nın “Üç Soprano”su Esin Talınlı, Çiğdem Önol ve Funda Saltaş kırmızılar içinde sahneyi renklendiriverdi.
Önce My Fair Lady'den çok popüler şarkı “I could have danced all night”la neşelendirdiler, ardından Bujor Hoinic düzenlemesi Gelevera Deresi'yle hüzünlendirip, Çardaş Prensesesi Operetinden Silva'nın aryasıyla gene neşeyle noktaladılar.
Alkış kıyamet arasında Özmener bu kez 50 yıllık şan mezunlarının plaketlerini yoluna koydu. Bu kez bizzat gelen, bir dönemin efsanevi tenoru, çok sayıda yeni şancıyı sahnelere kazandırmış olan Pekin Kırgız vardı. Ona plaketini, korno sanatçısı ve hocası, Opera genel müdürlüğü de yapmış Erol Gömürgen sundu. Kırgız'ın hesabı hoştu. “ 50 yıl geçmiş mezuniyetten, 7 sene de okul, eh çocukken de şarkı söylüyorduk, demek ki 75 yıl şarkı söylerek geçmiş!”
Koro sahneye çıkıp yerini alırken, bu kez ADK'nın piyano hocalarından Semra Kartal eliyle aralarında Mimarlık Fakültesi dekan Vekili Meltem Yılmaz'ın da bulunduğu dört destekçiye de plaket sunumu yapıldı.
Çiğdem Aytepe ile Atilla Çağdaş değer'in hazırladığı HÜADK Lisans Korosu, Mozart'ın Requiem'in den Confutatis ve Lacrimosa bölümlerini söyledi.
Böyle bir galada “Üç Soprano” sahneye çıkar da, “Üç Tenor” hiç ihmal edilir mi? Bu kez küçük bir farklılık vardı. Aykut Çınar ile Şenol Talınlı'nın arasında Ayhan Uştuk değil, artık diplomaya elini uzatan, Aykut Çınar'ın öğrencisi Dağhan Ergün vardı. Onu daha önce sınıf konserlerinde, son olarak da mezuniyet konserinde dinlemiş ve profesyonel olarak sahneye hazır olduğu teşhisini koymuştum. İlk profesyonel sahne deneyiminde mükemmel etkinlik gösterdi.
Ernesto de Curtis'in “Tu ca nun chiagne”sinde öyle güçlülü ve etkileyiciydiler ki, Rektör Özen ayağa fırlayarak alkışlamaya başladı. ( Burada parantez içinde bir bilgi vermekte yarar var. Prof. Özen, konservatuvarı olan bir üniversiteye rektör olduğunda ilk kez klasik müzik konserine gidenlerden değildir! Bir dönem CSO'nun sürekli dinleyicileri arasındaydı, vakit buldukça konserleri kaçırmazdı.)
Üç Tenor, neşeli “Funiculi Funicula”dan sonra Bujor Hoinic düzenlemesi “Çökertme”yle salonda bir heyecan dalgası estirdiler.
Artık konserin sonu görünmüştü. Bu kez plaket alacak 50 yıllıklar, aynı zamanda sahnede anlatıcı olarak da bulunacaklardı. Aykut Sözeri ve Ferdi Merter Fosforoğlu'na plaketlerini şef Burak Tüzün sundu. Aykut Sözeri, o güzelim ses tonu ve yerinde vurgularıyla Tevfik Fikret'in “Balıkçılar” şiirini okurken, orkestra üyeleri de hüzünle ve dikkatle dinliyorlardı.
İki ustanın anlatıcı olarak Kamer Güngör'ün metinlerini okuyacağı eser, Levent Kuterdem'in “Mukavemet oratoryosu”nun final bölümüydü. Atatürk'ün Ankara'ya gelişini anlatan bu finalin noktaladığı eserin tümünün ilk seslendirmesini de şef Burak Tüzün, Anadolu Senfoni Orkestrası'nın başındayken Eskişehir'de yapmıştı yanlış anımsamıyorsam...
Eser özü itibariyle ulusal duyguları ayaklandırdı salonda. Şef Tüzün, besteciyi davet etmek için salona dönüp taradı ama gelen olmadı. Rektör Özen sahneye gelerek Sözeri ve Fosforoğlu'nu kutladı. Tüm konservatuvarlıları onurlandıran iki cümlesi yeterince anlamlıydı: “Üç buçuk ay önce rektör oldum. Böyle bir kurumun bağlı bulunduğu üniversiteye rektör olduğum için ne kadar övünsem azdır.”
Geceye nokta, sözleri 1941'de ADK Müdürlüğü de yapmış olan şair Orhan Şaik Gökyay'a ait, Necil Kâzım Akses'le Ulvi Cemal Erkin'in birlikte besteledikleri Konservatuvar Marşı'yla konulacaktı. Sunucu Özmener, eski mezunları da sahneye davet etti, bir kısmı geldiler. Ve hep bir ağızdan söylendi marş:
Şahlanıp şu dağların köpüren sularından
Tutuşan gönüllere ses verdik zaman zaman
Çalkanır içimizde ufka çarpan bir umman
İlham olur çağıldar şarkımızda bu vatan!
Vatan! Senden alıp da sana verdik armağan!
Suyundan,toprağından,göğünden,bayrağından!
Kuşların hür göklerde,
Konuştuk dillerinden,
Görünmez ağaçların,
Ses verdik dallarından.
Seslerden kanatlardan, geçtik de illerinden
Bahar aldık ne kaldı
Vatanın güllerinden...
Son Söz: Tarihini,çarpıtılmamış, sulandırılmamış biçimiyle iyi bilmeyen, geleceğe de doğru bir açıdan bakamaz. Konservatuvar öğrencilerinin, hem Cumhuriyet, hem de okullarının tarihini iyi bilmeleri lazım.
Fotoğraflar: Şefik Kahramankaptan