Ankara Devlet Konservatuvarı’nda öğrenim yılı sonunda yer alan öğrenci konserlerinin hepsini izleyebilseydim, yurdumuzun birçok yönden gerilemekte olan, yenilik yaşamadığı için coşku ve sevinç tanımayan şu halini unuturdum ve bana ilaç gibi gelirdi bu konserler…
Uzun yıllardan bu yana tanıdığım piyano öğretmeni Sanem Berkalp’in yetiştirdiği yeteneklerden Nihan Ulutan’ın piyano resitalini “Sanattan Yansımalar” okurları için yazmıştım. Oysa lisans 3 öğrencisi Türkü Su Dilan’ın (bir de soyadı var, ama beni bağışlayın, soyadını unuttum), dinletisine o günlerde yaşadığım sağlık sorunları yüzünden gidememiştim. Hastalığı atlatınca ilk işim Sanem Berkalp’i arayıp Türkü kızımı nerede ve nasıl dinleyebileceğimi öğrenmek oldu. Türkü’yle salı günü için sözleştik, sağ olsun, saat on beşte beni konservatuvarın kapısında karşıladı ve Sanem Berkalp’in ders verdiği piyano odasına gittik. Sanemcik o sırada sınavlardaydı…
Bilmediğim odalar değil burası: İnsanın aklına ilk gelen, o yarım kuyruk piyanonun bu küçük ve dar odaya nasıl girdiği… İçerisi sıcak görünümlü: Duvarlar, anıları canlı tutan resimlerle bezeli. En büyüğü, Atatürk’ün üniformalı gençlik resimlerinden: Kalpaklı ve göğsü madalyalı. Seyrek rastlanan resimlerinden…
Türkü, ince yapılı, iplik gibi bir kız. “Üflesen uçacak!” denecek kadar incecik… Önce biraz havadan sudan konuştuk, sonra bana hangi parçaları çalacağını sordum.
“Bach’la başlayacağım” dedi, “Prelüd-füg…”
J.S. Bach (1685-1750) döneminde piyano yeni icat edilmiş ve Almanya’da henüz yaygınlaşmamış olduğundan bu parça herhalde org için yazılmıştı. Ama yüz yirmi yıl kadar sonra Liszt, bu eseri piyano için uyarlamış ve gürül gürül akan bir ırmak haline getirmiş…
Türkü bu eseri abartmaya kaçmadan, ama Liszt’in tasarımlarının da hakkını vererek tam bir yetkinlikle çaldı. Bitirdikten sonra havayı değiştirmek istemedim; kel alâka konulara girmedik.
Resitalinde bir “Beethoven Sonat” yorumlamış! “Çok uzun sürer bu eser” diye konuştuk ve Chopin’den bir “Ballade” çaldı bana: Ballade no.4!
“Chopin bu eserleri bir yandan ağlayarak mı bestelemiş?” diye düşündürecek kadar hüzünlü bir eser. Belki de yurdundan, acıklı bir konu üzerine…
“Kapanış için nasıl bir parça çalacaksın bana?” diye sormadan, Türkü bana kendisinin bir bestesi olduğunu, onu çalmak istediğini söyledi.
“Adı ne?” diye sordum.
“Adı yok” dedi.
“Peki”, deyip dinledim. Tonal, duygulu, ama konusunu sezemediğim, kendi içinde tutarlı bir parça… Beğendiğimi orada açıklamadım, ama işte buraya yazıyorum…
Salı günüm işte böyle kapandı. Çarşamba günü de bunları yazarken umutluydum Türkiye’den…