Utançla Acıyı Getiriye Dönüştürmek: Berlin Dersi
***
Bugün köşeyi bir şehir kaptı: Berlin!...
Geçmiş, bizimki gibi eski topraklarda yaşayanlar için tarih öncesi çağlarda başlar. Ama bazen yakın tarih çok daha öğretici olabiliyor.
Almanya’nın başkenti Berlin, ülkenin yakın tarihini bütün çıplaklığıyla ortaya seriyor. Her yıl 30 milyonu aşkın yabancıyı kendine çekmesinde başka çekiciliklerinin yanı sıra bu yüzleşmesinin de payı olsa gerek.
Biliyoruz ki, Almanya için XX. Yüzyıl çok sarsıcıydı: İki dünya savaşından da yenik çıktı: İlkinde Alman İmparatorluğu yıkıldı. İkincisinde topraklarını genişletmek için Hitler’in peşinde yola çıkan ülke parçalandı. Bölünmüş Almanya, yüzyıl bitmeden yeniden birleşti. Kuşaklar boyu acılar, yılgınlıklar, öfkeler, korkular, utançlar yanı sıra direnç ve umudu da yaşadı Alman halkı. Günümüz Berlin’i, yirminci yüzyılda yaşananların tümüne tanıklık ederken yüzünü geleceğe dönmüş bir şehir.
Bizim gençliğimiz Berlin Duvarı’nı aşarken öldürülenlerin haberleriyle doluydu.
II. Dünya Savaşı bozgunundan sonra Almanya’nın Doğu’suna Sovyet askerleri, Batı’sına da ABD’nin öncülüğünde İngiliz ve Fransız güçleri girmiş; ülke Doğu (Almanya Demokratik Cumhuriyeti) ve Batı (Federal Alman Cumhuriyeti) olarak -yurttaşlarının istemleri dışında- ikiye bölünmüştü. Doğu Almanya sınırları içinde kalan Berlin de Doğu ve Batı olarak bölünmüş, Doğu’su Almanya Demokratik Cumhuriyeti’ne, Batı’sı Federal Almanya’ya bağlı –benzeri görülmemiş- bir şehir olmuştu. Doğu Berlin’den Batı Berlin’e geçip de orada yaşamayı seçenler çok fazla olunca geçişler yasaklandı; önce şehir dikenli, elektrikli tellerle ayrılırken 1961 yılında bir gecede -12 Ağustos’u 13 Ağustos’a bağlayan gece- dikilen 46 kilometre uzunluğunda bir duvarla bölündü!
Bir ülkenin, bir ulusun zorla bölünmüşlüğünün simgesi olan bu duvara Batı’da Utanç Duvarı da dendi. Yine de Doğu’dan Batı’ya kaçışlar tümüyle engellenemedi. 40 yılı aşkın bir süre sonra, Doğu Almanya yönetiminin 9 Kasım 1989’da Batı Berlin’e geçişi serbest bıraktığını açıklaması, iki Almanya’nın birleşmesinin ilk adımı oldu. Aynı gün, Charlie kontrol noktasının açılması üzerine, yüz binlerce Doğu Berlinli Batı’ya geçerek duvarın arkasında bekleşen Batı Berlinlilerle kucaklaştı.
Doğu ve Batı Almanya birleşince Berlin yeniden ülkenin başkenti oldu. Duvarın şehrin ortasından geçen çok büyük bölümü yıkıldı ama küçük bir bölümü dünü unutturmamak için ayakta kaldı. Grafiti ve çizimleriyle, şehri gezen turistlerin görmeden gitmedikleri bir simge oldu. Bir zamanlar duvarın olduğu yerlerde artık parklar, yollar, evler var. Üzerlerine konulmuş levhalar bir dönem oradan bir duvar geçtiğini anımsatıyor.
Burada, acı denince akla gelenlerden biri bölünmüşlük, koparılmışlık, zorla ayrılmışlık… XVIII. Yüzyılda yapılmış olan görkemli Brandenburg Kapısı, Almanya’nın ikiye bölünmüş olduğu yıllarda, hemen ardında Duvar yükseldiği için kullanılmıyor, bölünmeyi simgeliyordu; bugünse artık birleşmeyi...
Berlin’de utanç denince ise Nazizm’in utancı geliyor önce akla. Şehrin belli başlı yapıları Nazi dönemini çağrıştırıyor: XIX. Yüzyılda Alman İmparatorluğu’nun parlamentosu olarak yapılan Reichstag binası, 1933’teki Reichstag yangınını anımsatıyor hemen. Arkasında kimlerin olduğu hâlâ açıklığa kavuşmamış olan bu yangından sonra ilân edilen olağanüstü hal, Hitler’in gücünü pekiştirmesini sağlamıştı.
Turistlere gösterilen ünlü meydanlardan biri Bebelplatz, XVIII. Yüzyılda Prusya aydınlanmasını simgelemek üzere yapılmıştı, ama bugün “kitapların yakıldığı meydan” olarak tanıtılıyor. Naziler 10 Mayıs 1933’te bu meydanda sakıncalı kitapları törenle yakmışlardı. Kitapları sakıncalı Almanlar arasında Marx, Brecht ve Thomas Mann gibileri vardı.
Kayzer Wilhelm adına 1895’te yapılıp II. Dünya Savaşı’nda yıkılan kilisenin yarı yıkık kulesi bugün yeni yapılan kilisenin yanında ibretlik olarak duruyor -savaşın ve savaşların yol açtığı yıkımın anısına…
200 yıl öncesinden kalan ama geçen yüzyılın acılarıyla anımsanan bu gibi yapılardan başka, acı geçmişi unutturmamak için son yıllarda yapılanlar da var. Almanya’nın birleşmesinden sonra yapılmasına karar verilen, çarpıcı Yahudi Soykırımını Anma Anıtı (Holocaust Mahnmal) bunlardan biri… Günde 1000’den fazla ziyaretçisi var. Anıtın yeraltındaki bilgi merkezini gezenler, soykırım kurbanlarının bireysel öyküleriyle sarsılıyor. Örneğin, vagonlara tıkış tıkış doldurulup kampa gönderilenlerin tren pencerelerinden attıkları notlar, Yahudi Soykırımı’nı soyut ve sayısal bir bilgi olmaktan çıkarıyor; izleyenlerin yüreğine kazıyor.
Yeni Gözetleme (Neue Wache) binası, 1816’da antik Yunan mimarisi tarzında Prusya tahtının muhafızları için yapılmış, Doğu Almanya döneminde Faşizm ve Militarizmin Kurbanlarını Anmaya ayrılmış. Almanya’nın birleşmesinden sonra Savaşın ve Diktatörlüğün Kurbanlarını Anma için yeniden düzenlenmiş. Kathe Kollwitz’in Pieta- Anne ve Ölmüş Oğlu adlı yürek burkan yontusu burada yer alıyor: üstündeki açıktan üzerine yağan kar ve yağmur heykelin etkisini daha da artırıyor.
Alman Demokratik Cumhuriyeti Müzesi, Doğu Almanya’daki yaşamı her yönüyle etkileşimli (interaktif) olarak tanımayı sağlıyor. Gizli örgütlerin bilgi toplama yöntemlerini görme, işitme, duyumsama olanağı veren Alman Casusluk Müzesi ise uzun süre “casuslar başkenti” olarak anılmış Berlin’e yakışıyor.
Elbette, günümüz Berlin’i yalnızca bunlardan oluşmuyor. Koskoca parkları, yenilikçi sanat galerileri, tiyatroları, konser mekânları, vb ile kıpır kıpır bir başkent… Ama ona asıl kimliğini veren geçmişinin acı ve utancıyla yüzleşebilmesi...